Genel söylem şöyle : "15 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde; yönetime, Cumhuriyete ve ülkemize yönelik askeri darbe girişimi halkın ve siyasi iradenin kararlı tutumuyla önlenmiştir."
        
Olayın ardından 25.10.2016 gününde "Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun" da değişiklik yapılarak 15 Temmuz günü "Demokrasi ve Milli Birlik Günü" kabul edilerek genel tatil kapsamına alınmıştır.
        
Aynı yasanın 1. Maddesinde "1923 yılında Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim günü Ulusal Bayramdır. Türkiye'nin içinde ve dışında Devlet adına yalnız bugün tören yapılır." hükmü bulunmasına rağmen, uygulamada 15 Temmuz günü, yurt içinde ve olanak bulunduğu takdirde yurt dışında, günler süren kutlamalarla, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının önüne geçilmiş bulunmaktadır.
        
Yönetime ve ülkenin yürürlükte olan düzenine karşı "askeri ve sivil darbe" girişimi hiç bir şekilde kabul edilemez. Bu bakımdan 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılmak istenen eylem tasvip edilemez, yasa ve hukuk dışıdır.
        
Ancak her şeyi yerli yerine koymak gerekir. Görülen bir duvarda bile, konulan taşların düzgün olmaması ve yerine oturmaması halinde yapının tutmayacağı açıktır.
        
Birincisi, ülkenin ulusal bayram ve günleri; ancak o ülkenin "kuruluş" ve yabancı güçlerin işgal ve egemenliğinden "kurtuluş" günleri olmalıdır. Bunun dışında, darbe ve ihtilal girişimleri ile bağlantılı günleri, bayram ve tatil günü olarak kabul etmek uzun vadede rağbet görmemekte ve uygulama olanağı bulmamaktadır. Bunun en yakın örneği 27 Mayıs ve 12 Eylül günlerine ilişkin uygulamalardır.
        
Ayrıca bu son darbe girişiminin, yalnızca halkın karşı çıkması ve karşı koyması ile önlendiğini iddia etmek hayatın olağan akışına ve gerçeklere aykırıdır.
        
Darbenin önlenmesinde; geniş kitlelerin karşı çıkması ve eylemi kuşkusuz etkili olmuştur ancak tek ve etkili eylem bu değildir. Tankların önüne çıkan ve hatta önüne yatan kişiler kadar, kullandığı tank ve araçları bu kişilerin üzerine sürmeyen-süremeyen askerlerin, ülkesine ve insanına beslediği sevgi, saygı ve özveri de gözardı edilmemelidir.
        
Ayrıca; sınırlı sayıda kişiler tarafından başlatılan, belli bir yöreyi kapsayan, başladığı saat, yöntem ve kullanılan güç bakımından hedefine ulaşamayacağı baştan belli olan; yasa ve akıl dışı bir girişime karşı; ülkenin çeşitli güvenlik güçleri ve kolluk kuvvetleri dururken, sivil halkı meydanlara çağırmanın ne derece uygun olduğu da tartışılmalıdır.
        
Olayın akabinde; ülkede barış, huzur ve kardeşlik ortamını sağlamak yolunda varışçıl ve sakin mesajlar vermek yerine, günler süren ve sağlanan bir takım olanaklar ve ikramlarla, meydanları ve yolları dolduran bir kalabalık sağlayarak karşı güç gösterisi yapmak da uygun bir yöntem değildir.
        
Ülke ve düzen için hayatını veya vücut bütünlüğünü kaybeden kişiler, her türlü övgüye layık, vatansever, cesur, üstün ve hatta kutsal kişilerdir. Ancak bir kısım deyim ve unvanların çok genişletilmesi onların saygınlığına zarar verir. Bu bağlamda "şehit" deyimi çok dar kapsamlı olarak kullanılmalıdır. Şehit kelimesinin özü "yurdu için savaşırken ölen kişi'dir". Şehit ve gazilik için aslolan "savaş" halidir.
        
Ayrıca bu unvanın verildiği kişiler ve onlara tanınan olanaklar arasında bir takım farklıklıklar ve ayrıcalıklar yaratılması, kavrama ve saygınlığına zarar vermektedir.
        
Bir diğer sakıncalı nokta da; toplumsal bir olaya dinsel görünüş vererek, sık sık hutbelerde yer alması, "sela" denilen özel dini ritüellerin uygulanması, anma törenlerinde dini imajların kullanılmasının dini bakımdan da ne derece uygun olduğu üzerinde düşünülmelidir.
        
Aynı olayda ve aynı günlerde; kullanılan ve ezilen kişileri, görevlileri; halkın gözünden düşürücü ve aşağılayan beyan, ifade ve resimlerin kullanılması da uygun değildir. 15 Temmuz günü darbe girişiminde kullanılan yetkisiz, bilgisiz, genç asker ve personele reva görülen muamele ve sonrasındaki takdim şekilleri de bir başka düşünme alanını oluşturmalıdır. Bu askerlerin, kim ve ne olduğu bilinmeyen bazı kişilerce tartaklanması, pantalon kemerleri ile dövülmesi, giysileri soyularak sıra sıra dizilip yatırılmaları, sonraki posterlerde bu görüntülere yer verilmesi kamu vicdanını yaralayıcı görüntüler olmaktadır.
        
Başta da ifade ettiğimiz üzere; yönetime ve ülkenin yürürlükte bulunan düzenine karşı "askeri ve sivil darbe" girişimi hiç bir şekilde kabul edilemez. Bu bakımdan 15 Temmuz 2016 tarihinde yapılmak istenen kalkışma eylemi gözardı edilemez, yasa ve hukuk dışıdır. 
        
Ancak "hukuk dışı" eylemlerle mücadele etmenin en etkin ve tek yolu "hukuk içi" yani hukuki ve hukuksal yöntemlerdir.

Hukuk zorlanarak hiç bir yola gidilemez, hiç bir yarar sağlanamaz.
 
Av.A.Erdem AKYÜZ