Ülkemizde uzunca bir süredir gündemi meşgul eden ve 7 Haziran seçimlerine doğru giderek alevlenen başkanlık sistemi tartışmalarını, ortaya çıkan seçim sonuçlarına göre nasıl değerlendirmek gerekir? Bu yazının çıkış noktasını oluşturan bu sorunun cevabına geçmeden önce başkanlık sistemi konusunun, seçim sürecinde siyasi partilerin seçim çalışmalarının merkezinde yer aldığını hatırlatmakta fayda var. Öyle ki Ak Parti seçim süreci boyunca yeni anayasa ile birlikte başkanlık sistemine geçme vaadiyle seçmenlerden oy istedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da siyasi iklime dahil olup, vatandaşlardan 400 milletvekili vermeleri karşılığında yeni anayasayı yapacaklarını ve başkanlık sistemini kuracaklarını ifade etti. Buna karşılık CHP, MHP ve HDP başkanlık sistemi aleyhine propaganda yaptılar. Hatta seçimlerde barajı aşıp aşmayacağı merak konusu olan HDP’nin Eş Genel Başkanı Demirtaş, partisinin seçimler öncesindeki son grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Seni Başkan Yaptırmayacağız” diyerek seçim meydanlarına indi. Seçim sonuçlarına göre Ak Parti, 400 milletvekiline ulaşamadığı gibi başkanlık sistemine geçiş için gerekli olan anayasa değişikliklerini yapabilecek 330 ve 367 milletvekillerini de elde edemedi. Hatta tek başına iktidar olması için gereken milletvekili sayısı olan 276’yı yakalayamadı.
   
Bu açıklamaları göz önünde bulundurarak baştaki soruya dönecek olursak, ilk akla gelen cevap halkın başkanlık sistemine onay vermediği şeklindedir. Gerçekten de seçimlerin başkanlık sistemine taraf olan Ak Parti ile başkanlık sistemini istemeyen diğer üç partinin mücadelesine dönüşmesi, seçimlerin bir nevi başkanlık sistemi referandumu şeklinde anlaşılmasına neden olmuştur. Bu referandumun sonucunda ise başkanlık sistemine taraf olanlar, olmayanlar karşısında çoğunluğu oluşturamamış, başkanlık sistemine geçme isteği halk tarafından reddedilmiştir. Seçimlerin başkanlık sistemi konusundaki zahirî sonucunu ortaya koyan bu tablo, aynı zamanda toplumun çoğunluğunun seçim sonuçlarına yüklediği anlamdır. Seçim sonrasında bazı Ak Parti yetkililerinin de yapmış olduğu açıklamalar, mevcut tabloyu bu şekilde okuduklarını göstermektedir.
   
Daha azınlıkta olan başka bir görüşe göre ise seçim sonuçları sonrasında ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin başkanlık sistemine olan ihtiyacını tekrar gözler önüne sermiştir. Başkanlık sistemi olsaydı şu anda Türkiye koalisyon senaryoları, azınlık hükümeti, erken seçim ihtimali gibi hükümetin kurulması ve devamı konusunda belirsizlikler yaşamayacak, yoluna devam edecekti. Dolayısıyla bu görüşe göre, Türkiye’nin başkanlık sistemine olan ihtiyacı devam etmektedir.
   
Bu iki görüşün kendi içinde doğruluğu ve haklılığı tartışılabilir. Ancak bana göre 7 Haziran seçimleri başkanlık sistemi ile ilgili endişeleri yok edecek bir mesaj vermiştir. Şöyle ki başkanlık sistemine karşı olanların kullandığı en önemli argüman, başkanlık sistemi adı altında sistemin tek adam rejimine dönüşeceğidir. Bu düşünce ise -çoğu zaman açık bir biçimde dillendirilemese de- yasama ile yürütmeye aynı partiden kişilerin hakim olmasından duyulan endişeye dayanmaktadır. Bu düşünceye göre başkanlık sistemine geçilmesi halinde yürütmeye tek başına sahip olan Başkan, bir yandan da Meclis’te sahip olduğu çoğunlukla istediği kanunu çıkartabilecek, böylece ülkede tek güç olacaktır. Bizde Amerika’daki gibi yasama ve yürütmeye farklı görüşlerin hakim olması mümkün değildir.
   
Belirtmek gerekir ki 7 Haziran seçimleri bu düşünceyi çürüten bir sonuç ortaya koymuştur. Yaklaşık 10 ay önce genel başkanını yüzde 52 oyla Cumhurbaşkanlığına gönderen Ak Parti, daha fazla katılımın olduğu 7 Haziran seçimlerinden birinci çıkmış fakat yüzde 10’luk bir kayıp yaşamıştır. Her iki seçimi kıyaslamak tamamen doğru olmasa da sonuçlar, halkın yasama için ortaya koyduğu iradenin, yürütme için ortaya konulandan farklı olabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Dolayısıyla olası bir başkanlık sistemi durumunda Meclis’teki çoğunluğun, yürütmenin başındaki Başkan’ın partisine ait olacağının garantisi yoktur. Yasama ile yürütmede aynı görüşün etkin olmaması halinde Başkan’ın bırakın tek adam haline gelmeyi, istediği konuda kanun çıkarılabilmesi için Meclis’le sürekli dirsek temasında bulunması gerekmektedir. Tüm bunların yanında yasama ve yürütme organları arasındaki denge ve fren mekanizmalarının bulunacağı da unutulmamalıdır. O halde bugün hemen herkes tarafından istenen istikrar ortamını sağlama konusunda, koalisyonların sıklıkla gündeme geldiği parlamenter sisteme nazaran daha başarılı olan başkanlık sistemi, yersiz endişelere kurban edilmemelidir. 7 Haziran seçimlerinin, başkanlık sisteminin endişe duyulan bir sistem olmayacağı şeklindeki mesajı dikkate alınmalı ve halkın hakemliğine güvenilmelidir.

Arş. Gör. İsmail YAZICIOĞLU
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Anayasa Hukuku Anabilim Dalı