Türkiye A.B.’ ne girmeye aday ülkedir. Bu sebeple A.B. Türkiye hakkında her yıl ilerleme raporu hazırlar. 2015 yılı için hazırlanan rapor, Avrupa Parlamentosu’nda oy çokluğu ile kabul edildi.

Raporda Türkiye, A.B. Normlarından uzaklaştığı gerekçesiyle eleştiriliyor. A.B. için hukukun üstünlüğü ilkesi, insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve genişletilmesi vazgeçilmesi mümkün olmayan temel ilkelerdir.

Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesi benimsenmiştir. Anayasa’nın 138. Maddesi ”Hâkimler, görevlerinde bağımsızdır… Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisi’nde yargı yetkisinin kullanılması ile soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez“ der.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ve A.İ.H.S.’ nde sayılan insan hak ve özgürlükleri Anayasa’da kabul edilmiş, teminat altına alınmıştır.

 Ancak son yıllarda Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesi çok defa göz ardı edilmiştir. Binlerce subay, astsubay, general, emekli general, emekli subay, emekli astsubay tutuklanmış, özel yetkili mahkemelerde yargılanmış, mahkûm olmuşlardır. Sonradan, yıllarca tutuklu kalan subaylarımızın, sahte delillerle mahkûmiyetlerine karar verildiği anlaşılmış, yeniden yapılan yargılamaları sonunda beraatlarına karar verilmiştir. Delillerin, subaylarımızı cezalandırmak için hazırlanmış sahte deliller olduğu, gerçek deliller olmadığı ilk anda anlaşılabilirdi. Fakat özel yetkili mahkemelere, özel hâkimler atanmıştı. Subaylarımızın cezalandırılmaları isteniyordu. Hatırlanacaktır, sanıkların lehine karar veren hâkimler hemen başka görevlere atanıyorlardı. Yargının işleyişine dışardan müdahale olduğu açıktı. Hukukun üstünlüğü ilkesi dışardan müdahaleyi kabul etmez.
İdarenin görülmekte olan bir dava veya yapılmakta olan bir tahkikatla ilgili konuşmaması, düşünce açıklamaması gerekir. Anayasanın bu konudaki hükmü böyledir. Bu hükme uyulmamaktadır. Açıkça Anayasa hükmüne karşı gelinmektedir. Bu konuşmalardan yargının etkilenmeyeceğini ve kişi hak ve özgürlüklerinin zarar görmeyeceğini söylemek mümkün değildir.

Bu sebeplerle raporun, Türkiye’yi, A.B. normlarından uzaklaşması sebebiyle eleştirmesine “yanlıştır” diyemiyorum.

İlerleme raporunda 1915 olaylarıyla ilgili Ermeni iddialarının tanınması da isteniyor. Ermeni soykırımı iddiası batılılarca çok araştırılmıştır. Birinci Cihan Savaşı’nın galip devletlerinden İngiltere, başta Ziya Gökalp olmak üzere çok sayıda aydın ve paşamızı tutuklayıp Malta Adası’na götürmüşlerdir. Malta Adası’ndaki İngiliz savcı, tutuklu Türkler hakkında, 1915 yılında Ermeniler karşı soykırım amacıyla katliam yaptıkları iddiasıyla çok geniş çaplı tahkikat yapmış, soykırım yapıldığını gösterir tek bir delil bulamamış, sonuçta Ziya Gökalp ve arkadaşları hakkında “Takipsizlik” kararı vermiştir.

Andrew Mango Bernard Lewis gibi dünyanın önde gelen tarihçileri Ermeni soy kırımı yapıldığı iddialarını kabul etmezler.

Aksine 1915-1920 yılları arasında Ermeni çetelerinin Türklere soykırım kastıyla katliam yaptıklarını, yüzbinlerce Türkü öldürdüklerini gösterir, bizim tarihçilerimizin elinde binlerce belge vardır.

Avrupa Parlamentosu, tarihi belgelere bakmak, ünlü tarihçilerinin eserlerini okumak gereğini duymamıştır.  

Avrupa Parlamentosu üyeleri, A.İ.H.M.’nin, Doğu Perinçek’in açtığı dava ile ilgili verdiği kararını da görmezden gelmiştir. Perinçek Kararı, şu bakımdan çok önemlidir. A.İ.H.M. gerek ilk kararında gerekse İsviçre’nin itirazı üzerine verdiği ikinci kararında, İsviçre’nin çıkardığı kanun ve mahkemenin, bu kanuna dayanarak, Doğu Perinçek hakkında verdiği kararla A.İ.H.S.’nin 10.maddesinde yazılı, düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal ettiğini kabul etmekle kalmamış, 1915 olaylarının soykırıma benzemediği, soykırım suçuyla benzerliği olmadığı tespitinde bulunmuş, yani; “1915 yılında iddia edildiği gibi Ermeni’lere Türkler tarafından soykırım kastıyla katliam yapılmamıştır” demiştir.

Avrupa Parlamentosu, kendi mahkemesinin verdiği kararı dahi görmezden gelmiş, inanılmaz derecede Ermeni taraftarı olduğunu göstermiştir.

Türkiye son günlerde vatandaşlarının A.B. ülkelerine vizesiz seyahat edebilmesi için çalışmaktadır. Türk vatandaşlarının A.B. ülkelerine vizesiz seyahat etmesi önemlidir. A.B.’nin, Türk vatandaşlarının A.B. ülkelerine vizesiz seyahat edebilmesi konusunda en büyük şartı, Türkiye tarafından G.K.R.Y.’ nin, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmasıdır.
Türkiye’nin, G.K.R.Y.’ni Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıması, kesinlikle K.K.T.C.’ nin sonu olur. Bu sebeple Türkiye G.K.R.Y.’ ni kesinlikle Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımamalıdır.
Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında E.O.K.C., Rum çetelerinin Kıbrıs’ın tamamını Yunanistan’a bağlamak amacıyla Kıbrıs Türkleri’ne yönelik katliamlara başlamasıyla meşruiyetini yitirmiştir. Uzun mücadelelerden sonra K.K.T.C. kurulabilmiştir. K.K.T.C.’nin yaşaması lazımdır. K.K.T.C.’nin yaşaması, Türkiye’nin güvenliği için de şarttır.

Casusluk yaptıkları iddiası ile yapılan operasyonlarla Deniz Kuvvetleri’miz zaafa uğramıştır. O operasyonlarla Deniz Kuvvetlerimiz zaafa uğratılmasaydı, Rumlar, Kıbrıs’ın güneyinde bulunan doğalgaz kaynaklarına el koyamazlardı diye düşünüyorum.

G.K.R.Y.’ni Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanırsak, sadece K.K.T.C.’nin geleceğini tehlikeye atmış olmayacağız. Devletimizin güvenliği de tehlikeye girecektir.
 
Talat ŞALK
Emekli Cumhuriyet Savcısı


(Bu köşe yazısı, sayın Talat ŞALK tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)