01.08.2018 tarihinde ABD Hazine Bakanlığı; Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı ile birlikte Papaz Brunson davasına ilişkin olarak, Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı aldıklarını açıkladı. Yaptırım kararı gereğince; ABD yönetimi, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ABD yargılama alanındaki malvarlıkları ile bu malvarlıkları üzerindeki kazançlarının dondurulmasına karar verdi. Ayrıca, ABD vatandaşlarının (gerçek ve tüzel kişiler) da adıgeçen iki Bakanla ticari veya parasal ilişkiye girmesi yasaklandı.

Yaptırımlar; ABD Hükümetinin, dünyanın herhangi bir yerinde yolsuzluk veya insan hakları ihlallerine karışan kişileri, şirketleri veya diğer kurumları hedef almasına olanak tanıyan, bu kişilerin ABD yargı alanındaki malvarlıklarının ve bu malvarlıkları üzerinden elde ettikleri kazançların dondurulmasını sağlayan, 13818 sayılı “Ağır İnsan Hakları İhlallerine veya Yolsuzluğa Karışan Kişilerin Malvarlıklarının Dondurulması" başlıklı Başkanlık Kararnamesi kapsamında uygulanmaktadır.

Malvarlıklarının dondurulmasına ilişkin karar alma yetkisi -2017 yılında yürürlüğe giren 13818 sayılı Başkanlık Kararnamesi kapsamında- Adalet Bakanı/Federal Başsavcı ve İçişleri Bakanına danışmak şartıyla Hazine Bakanına tanınmıştır.

ABD Hazine Bakanlığı’nın Yabancı Kaynaklar Kontrol Dairesi’nin yaptığı açıklamada; Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hedef alınarak, Andrew Brunson'un tutuklanmasından ve gözaltına alınmasından sorumlu Türk Hükümeti örgütlenmesinde adıgeçen iki Bakanın lider rol oynadıklarını ileri sürülmüştür. Bunun yanında Papaz Brunson'un (her ne kadar açık kaynakta rahip olarak nitelendirilse de şahsın sıfatı papazdır), Türk Hükümeti tarafından haksız ve adaletsiz bir şekilde gözaltına alınmasının kurbanı olduğu belirtilmiştir.

Yaptırım kararına ilişkin olarak; Amerika Birleşik Devletleri, Papaz Brunson’un tutukluluğunun ciddi bir insan hakları ihlali içerdiğini, bu durumdan Türk Hükümetinin sorumlu olduğunu, bu sebeple de iki Bakanın ABD'nin yargı yetkisinde bulunan tüm malvarlığının ve bu malvarlıkları üzerindeki kazançlarının bloke edildiğini; buna ek olarak ABD'li gerçek veya tüzel kişilerin Bakanlarımızla işlem yapmasının yasaklandığını açıklamıştır.

Yapılan açıklamada; malvarlıkları ve bu malvarlıkları üzerindeki menfaatleri dondurma uygulamasının "ABD'de" değil, "ABD'nin yargı yetkisinde" bulunan alanları kapsadığı görülmektedir, yani yaptırımlar sadece Amerika Birleşik Devletleri sınırları içinde bulunan malvarlıklarını değil, Amerika Birleşik Devleti’nin yargı alanına giren, Guam Adası, Puerto Rico gibi ABD’nin yargı yetkisinde olan denizaşırı ülkelerde yer alan malvarlıklarını ve ticari ilişkileri de kapsamaktadır.

Yaptırım kararının yasal dayanağını oluşturan 2016 Küresel Magnitsky İnsan Hakları Sorumluluk Kanunu’nun 3. bölümünün (a) bendinde yaptırım uygulanmasının şartı olarak "based on credible evidence", yani "inandırıcı/güvenilir delillere dayanılarak" bu yaptırımlar uygulanabileceği ortaya koyulmuştur. Ancak kararda, iki Türk Bakana uygulanacak bu yaptırımın hangi somut delile dayandığı açıklanmamıştır. Başka bir ifadeyle; ABD’den gelen yaptırım kararında, hangi delile göre Rahip Brunson’un haksız ve adaletsiz bir şekilde yargılandığı, yargılamasının kumpas olduğu ve yine hangi somut delile dayanarak bu Bakanların sorumlu olduğuna dair hiçbir açıklama yer almamaktadır. Yine; İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanının ağır insan hakları ihlaline sebebiyet veren hangi organizasyonlarda yer aldıklarına veya nasıl bu tür bir hükümet örgütlenmesinde aktif rol aldıklarına, Bakanların hangi fiillerinin ağır insan hakları ihlaline sebebiyet verdiğine dair hiçbir delil ortaya koyulmamıştır. Bu durum; ABD’nin yaptırım kararının dayanağını oluşturan Kanunun delil gösterme önşartını yerine getirmediğini göstermektedir.

Yaptırım kararında; Amerikan vatandaşı Papaz Brunson’un suçsuz olduğu, yargılanması için ilgili olarak yeterli delil olmadığı, tutuklanmasının keyfi olduğu belirtilmiş; ancak bu keyfilik iddiasının İçişleri ve Adalet Bakanları ile ne şekilde ilişkisi olduğu konusunda açık hiçbir bilgiye yer verilmeyerek bu iddia soyut bırakılmıştır. ABD’nin yaptırım kararında bu tür bir bilgiye yer vermemesi, daha doğrusu “verememesi” doğaldır; zira adıgeçen Bakanların Andrew Brunson davası ile “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince organik hiçbir bir ilgilisi bulunmamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu kararı; kendi vatandaşını korumak için aldığı düşünüldüğünde, kendi iç hukuk nezdinde dahi -hiçbir somut delile dayanmaması nedeniyle- hukuka aykırıdır.

1961 Diplomatik İlişkiler Viyana Konvansiyonu gereğince; diplomatik dokunulmazlık sadece yargı ve infaz/icra kararları için geçerlidir. Ancak ABD’nin, İçişleri Bakanımıza ve Adalet Bakanımıza ilişkin aldığı yaptırım kararları idari nitelik taşımaktadır ki, bu nedenle karar, diplomatik dokunulmazlıkların konusunu teşkil etmemektedir.

Türk Hukuku’nda, yukarıda yer verilen yaptırım kararının yasal dayanağını oluşturan Amerikan Başkanlık Kararnamesine benzer bir düzenleme yer almamaktadır. Bu tür bir düzenleme, ABD dışında Kanada Hukuku’nda da yer aldığı gözlemlenmektir. Esasında Andrew Brunson davasından doğan bu meselenin hukuki boyutundan ziyade siyasi boyutu dikkat çekmektedir. Diplomatik bir krize sebebiyet veren ve ağır hukuki sonuçlar doğuran bu yaptırıma karşı Türkiye’nin hukuki bir adım atması, mevcut düzenlemeler incelendiğinde mümkün gözükmemektedir. Bu noktada, ABD’nin Türk yargısına haksız müdahalesine sebebiyet veren bu yaptırımına karşı diplomatik yollarla misilleme yetkisine sahip tek organ kamu otoritesidir.

Ayrıca, ABD Hükümeti Papaz Brunson’ın iadesini talep etmemiştir; ancak bu tür bir iade talebi ABD Hükümetinden veya şahsın kendisinden gelse dahi, Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan 1981 Extradition and Mutual Assistance in Criminal Matters Anlaşması’nın 3. Maddesinin 1. fıkrasının (e) bendi uyarınca, yargıya konu fiilin Türkiye Cumhuriyeti topraklarında gerçekleşmesi ve bu konuda kovuşturmanın da başlaması nedeniyle, Papaz Brunson’un iadesi de mümkün değildir.

Yeri gelmişken belirtmek isteriz ki; Senatonun alt komisyonu da geçtiğimiz hafta Türkiye'ye yaptırım uygulanması yönünde bir yasa tasarısı geçirmişti, ABD Senatosu, 01.08.2018 tarihinde, Rusya'dan S-400 uçakları alan Türkiye'ye karşı, F-35 savaş uçaklarında yaptırım uygulanmasına ilişkin olarak alt komisyondan geçen kararı Genel Kurul'da 87'ye karşı 10 oyla onayladı. Senatonun da kabul etmesinin ardından; Türkiye'ye F-35 yaptırımlarını da öngören kararın yürürlüğe girmesi için tek onay merci ABD Başkanı Donald Trump kaldı. Trump'ın imzalaması halinde, Türkiye'ye F-35 yaptırımı da resmileşecek[1].

Brunson davası kapsamında yaşanan bu krizin temel sebebinin 06.10.2018 tarihinde yapılacak Amerikan ara seçimleri olduğunu belirtmek isteriz. Bu seçimlerde 435 üyeden oluşan Temsilciler Meclisinin tamamı, 100 üyeden oluşan Senatonun ise üçte biri yenilenecektir. Seçimlerde “evangelist” lobisinin desteğinin önemli rol oynaması, Trump Hükümetinin Brunson davasına farklı bir hassasiyetle yaklaşmasına sebebiyet vermektedir. Yaptırım kararı; Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi çıkarları uğruna Türk Hükümetini hedef alarak, açıkça ve haksız bir şekilde Türk yargısına müdahale etmesine yol açmıştır.

Belirtmeliyiz ki; Anayasa m.138/4 uyarınca; “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez”.

Yukarıda yer verilen Anayasa hükmünden de anlaşıldığı gibi; yargı bağımsızlığı mutlaktır ve yaptırım kararının sebebi olarak gösterilen davada da Andrew Brunson’un mahkumiyet veya beraat kararının takdir ve değerlendirmesini mahkemeler yapacaktır. Aldığı yaptırım kararıyla; Amerika Birleşik Devletleri’nin devam eden yargılama sürecine, Türk Hükümetini hedef alarak müdahale etme çabası “kuvvetler ayrılığı” ilkesi gereğince kabul edilemez. Bununla birlikte; Türk yargısının, ulusal ve uluslararası kamuoyunda bu kadar dikkat çeken ve ABD ile Türkiye arasında diplomatik bir krize yol açan Brunson davasını süratli bir şekilde sonuçlandırması ve Türk Hükümetinin “kuvvetler ayrılığı” ve dolayısıyla yargı bağımsızlığı ilkelerinden taviz vermeden, siyasi yollarla ABD’nin bu haksız yaptırımına cevap vermesi elzemdir. Aksi takdirde; ABD’nin yaptırımına karşı Türk Hükümetinin Brunson davasına dahil olması, sadece “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin ihlaline yol açmayacak, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası platformda saygınlığını yıpratıp, telafisi güç bir imaj zedelenmesine ve Türk yargı bağımsızlığının zarar görmesine sebebiyet verecektir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

------------------------------

[1] Açık Kaynak Haber: https://odatv.com/abdden-turkiyeye-bir-yaptirim-karari-daha-02081833.html