Adalet duygusu, sadece hukukun üstünlüğü yani hukuk kurallarının uygulanması demek değildir. Hukuk kurallarının iyi uygulanması adaleti gerçekleştirmeye yetmez. Adalet inancının güçlenmesi için, en başında toplumsal refahın ve bunu elde etmek için katlanılan sıkıntı ve yükümlülüklerin adil olarak paylaşılması, paylaşıma dair kuralların adil olması gerekir. Paylaşımın nasıl olacağına dair kurallarda anlaşılması da adalet için yeterli değildir. Adalet inancı üzerinde önceden anlaşılmış olan kuralların paylaşım sırasında uygulanması ile oluşur ve her zaman uygulanacağına güven oluşturulması ile güçlenir.

İşte bu öz nedenlerle yasa koyucu, yürütme veya yargı tek başına adaleti gerçekleştiremez. Adalet hepsinin kendisine ait işlevleri yerine getirmesi ile gerçekleşebilir. Adalet inancı bu farklı kaynaklardan beslenir; birinde olacak bir aksama adalet inancının zedelenmesiyle sonuçlanır. Bu nedenle, adalet inancını güçlendirmek için en başta kuralların mutabakat, kabul veya uzlaşma sağlayarak oluşturulması gerekir.

Anayasalar toplumda kural yapımında sağlanması zorunlu olan en düşük ve temel standartlarını ve toplumsal mutabakat ve uzlaşmanın oluşturulma usul ve şartlarını belirler. Bu yüzden de anayasanın farklı siyasi görüşler arasındaki küçük farklar veya salt çoğunluk yoluyla değil, nitelikli çoğunlukla ve bir tarafın görüşü tercih edildiğinde karşıtının ve azınlıkların endişelerinin giderildiği uzlaşma yoluyla oluşturulması veya değiştirilmesi gerekir. Aksi takdirde Anayasa, temelinde adaletsizlik üreten bir yapıyı destekleyen ve dayatıldığı için zorunluluk nedeniyle uyulan fakat sahip çıkılmayan bir belge olur.

Kuralları uygulayan yargı, rolü nedeniyle adalet de adaletsizlik de üretebilir. Adaletli kuralların kötü; adaletsiz kuralların etkin olarak uygulanması adaletsizlik üretir ve yargının topluma adaletsizlik teslim ve tesis etmesiyle sonuçlanır.

Suçu yargı'ya yüklemek, bana göre, adaletsizliktir.



"Yazarın özel izni ile Facebook/Mehmet Gün sayfasından aynen alınmıştır."