Giriş   
     

Başlığı okuduğunuzda ilk olarak belki ne alaka diyebilirsiniz. İşte bu yazımda adam kayırmanın tehlikesini, 15 Temmuz tarihli darbeye teşebbüs ile olan ilişkisini, daha doğrusu sebep-sonuç ilişkisini ortaya koymaya çalışacağım…

Genç bir hukukçu ve akademisyen adayı olarak ben de ülkemde nelerin olduğunu, toplum olarak yaşadıklarımızın sebebini bu aralar iyice sorgular oldum; fakat tatmin edici bir cevap bulmak bu aralar zor olsa gerek. Öyle gözüküyor ki ülke olarak şüpheli durumların aydınlanması ve kafamızdaki sorulara cevap bulmamız biraz daha zaman alacak. Kendimden emin tek bildiğim ise şudur: Milletimizin icra edilmek istenen emperyalist planları birlik ve beraberliğini ortaya koyarak (şimdilik) def ettiğidir. Böylelikle demokrasinin ve meşru halk iradesinin savunucusu olduğunu tüm dünyaya en güzel şekilde göstermiştir.

Mesele

Gelelim konumuza. Kayırmacılık kelimesine TDK Büyük Sözlük’te[1] şu şekil anlam verilmektedir:

“Belli bir birey, küme, düşünce ya da uygulamayı, bir başkasıyla karşılaştırıp aralarında bir seçim yapmak gerektiğinde nesnellikten uzaklaşıp yan tutma.”

Adam kayırmacılık ise -yozlaşma ile iç içe geçmiş bir kavram olarak- karşımıza siyasal yozlaşmanın bir türü olarak çıkmaktadır. Literatürde “iltimas”, “patronage”, “nepotizm”, “favoritizm” gibi kelimelerle ifade edilir.[2] Halk arasında bu olgu daha çok “torpil”, ikincil nitelikte de “referans” olarak bilinmektedir. Meşhur Alman siyaset bilimci Theodor Eschenburg “Kamu Hizmetlerinde Adam Kayırmacılık” (almanca Ämterpatronage) kavramını:

“Kamu görevlilerinin alımı, planlanması ve işten çıkarılması, yani kamu  personel politikasında, partilerin, geniş anlamda diğer oluşumların ve hatta kiliselerin büyük etkisi sonucunda liyakatsiz kişilerin kanuna aykırı ya da kanunların dışında işe alınması”
şeklinde tanımlamıştır.[3]

Adam kayırmacılık siyasi bir enstrüman olarak birbirine zıt iki boyuttan teşekkül eder: Hem partiler tarafından iktidarını sağlamlaştırmak için hem de kayırılanlar tarafından devrimci-ihtilalci, yani devlet mekanizmasını bütünüyle ele geçirmeye yönelik hareketlerin öncül hazırlıkları olarak işlev görebilir.[4]

15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz sabahı yaşadıklarımız hiç şüphesiz, bir grup çıkarcı örgütlenmenin devlet yönetimini silah ile ele geçirme teşebbüsü ve terör faaliyetleri estirmesidir. Ortada bir suç olduğundan, bu konuda son söz sahibi -hukuk devleti olmamız gereği- hiç şüphesiz bağımsız yargı olacaktır.

Bazı tahminlere göre FETÖ/PDY oluşumu ve yapılanması 35-40 yıldır sürmektedir. Bu zamana kadar da devletin her kademesinde kendisine yer bulduğu ve bu yerini sağlamlaştırdığı düşünülmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarı ise 2002 yılında yapılan genel seçimde toplam oyların yaklaşık % 35’ini alarak dümene geçmiş ve kadro ve teşkilatları vasıtasıyla genel ve yerel siyasete o zamandan bu yana yön vermiştir. AK Parti kendisi gibi düşünen insanların devlet kadrolarında liyakatsiz ve ehliyetsiz bile olsalar yer edinmesini kendisi için bir tehlike olarak görmemiş, bilakis bu şekilde iktidarını dışarıdan gelecek tehlikelere karşı koruyabileceği refleksini geliştirmiştir. Fakat diğer yandan FETÖ/PDY oluşumu ve yapılanması devlet mekanizmasını bütünüyle ele geçirici hareketlerine bu şekilde hız vermiştir. Sonuç olarak darbe yapmaya girişecek kadar güçlenmişlerdir!

Hukuki Durum

İltimas şüphe olmayacağı üzere hukuken korunmamakta, bilakis hukuken önleyici tedbirler geliştirilmektedir. Nitekim Anayasamızda herkesin kanun önünde eşit olduğu ve ırk, siyasi düşünce ve felsefi inanç benzeri sebeplerle ayrımcılığa uğratılamayacağına (m. 10); “hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” hükmüne (m. 70/2) ve “Devlet kaynaklarının verimli şekilde kullanılması yükümlülüğüne” (m. 166/1) yer verilmiştir. Ayrıca 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda memurluğa alımlarda “Liyakat” temel ilke olarak benimsenmiştir (m. 3). Önleyici olarak ise anılan Kanun m. 7’de:

“Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.

Devlet memurları her durumda Devletin menfaatlerini korumak mecburiyetindedirler. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına aykırı olan, memleketin bağımsızlığını ve bütünlüğünü bozan Türkiye Cumhuriyetinin güvenliğini tehlikeye düşüren herhangi bir faaliyette bulunamazlar. Aynı nitelikte faaliyet gösteren herhangi bir harekete, gruplaşmaya, teşekküle veya derneğe katılamazlar, bunlara yardım edemezler.”
şeklinde düzenleme getirilmiştir.
            
Ceza hukuku açısından iltimas karşımıza çok boyutlu bir şekilde çıkmaktadır. İlgili fiiller yerine göre “görevi kötüye kullanma” (TCK m. 257), “denetim görevinin ihlali” (TCK m. 251) ve “rüşvet” (TCK m. 252) gibi suçlardan dolayı cezalandırılabilecektir.[5]
            
İltimas ve adam kayırma hukuken korunmadığı gibi hiçbir toplumda ahlaken de hoş görülmemiştir. Yüce dinimiz İslam’da emanetin ehline verilmesi gerektiği ilkesi adaletten ayrılmamak için temel bir düstur olarak kabul edilmiştir.[6]

Yukarıda izah etmeye çalıştığım durum ile sistematik adam kayırmanın demokrasi için ne kadar tehlikeli olabileceğini sizlerin takdirlerine sunuyor, LİYAKATİN devlet personel alımı ve istihdamlarında ne kadar önemli olduğunu vurguluyor ve yazımı AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan ve bir ara genel başkan yardımcılığı görevini yürüten, sonrasında parti ile yollarını ayıran Dengir Mir Mehmet Fırat’ın 2014 yılında bir mülakatında sarfettiği şu sözleri ile bitiriyorum:[7]

“Polis istihbarat biriminin güçlendirilmesi… MİT o gün askerin denetimi altındaydı. Sivil iktidarla hiçbir ilişkisi yoktu. Emniyet içinde bir istihbarat örgütünün hem hukuken, hem personel olarak güçlendirilmesi hedeflendi. O mekanizmanın aynı ideolojiyi, aynı inancı paylaşan insanlardan oluşmasının doğru olmadığı kanısındaydım. Sayın Başbakan’a, bunun yarın komplikasyonlar yaratacağını söylediğimde, “Kıblemizin aynı olduğu insanlardan bize zarar gelmez” demişti. O gün destek verilen kişilerle, bugün düşmanlık seviyesinde, hukuk dışı bir mücadele içine giriliyor. Bu insanları atayan, Başbakan’ın ifade ettiği gibi, Pennsylvania değil! Üçlü kararnameyle yapılan o atamalarda İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın imzaları var.

Artı, Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, bilinçli olarak, hukukun dışında teknik takip, ortam dinlemesi gibi imkânlar verilmiştir. Buna da karşı çıktım. Topluma ve bize zarar vereceğini söyledim. Ama dinletemedim. Türkiye öyle bir hal aldı ki, sokaktaki ayakkabı boyacısı bile devletin kendisini dinlediği korkusuna kapıldı. Büyük Birader’in (Big Brother) sizi dinlediği korkusu var ise o korku yeter!”

Semih Yumak, LL.M.Crim.
Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi Doktora Öğrencisi.



---------------------------------------------
[1]Şu linkten ulaşılabilir:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5796053c7a22a3.79101006.
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. Coşkun Can Aktan (Ed.), Yolsuzlukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Yayınları, 2001, s. 53 vd.
[3] Theodor Eschenburg, Ämterpatronage, Stuttgart, 1961, s. 10.
[4] Adam kayırmanın bu tarz etkilerinden ve daha da önemlisi demokrasi için büyük bir tehdit olduğunu ortaya koyan bir eser için bkz. Wolfgang Mousiol, Ämterpatronage Gefahr für die Demokratie, 2013.
[5] Burada meselenin ceza hukuku açısından teorik boyutuna girilmemiştir. Bu konu ayrı bir çalışmayı gerektirmektedir. Sadece şunu belirtmekte fayda görüyorum: Yeni ceza kanunumuz ile birlikte daha yakından takip etmeye başladığımız Alman ceza hukuku öğretisinde adam kayırmaya nasıl bir ceza verileceği açığa kavuşturulmuş değildir. Bkz. Christian Lindenschmidt, Zur Strafbarkeit der parteipolitischen Ämterpatronage in der staatlichen Verwaltung, 2003, s. 124. Bir görüşe göre ise devletin kaynakları zarara uğratıldığından dolayı faillerin güveni kötüye kullanma suçundan cezalandırılması savunulmaktadır. Bkz. Werner Schmidt-Herber, in: Neue Juristische Wochenschrift 1989, s. 559 vd.
[6] Nisa 4/58: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Ayrıca bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, “iltimas” kelimesi: http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=220154.
[7] Bir gazeteye verdiği mülakattan. Şuradan ulaşılabilir: http://odatv.com/cemaati-emniyete-askere-ve-mite-karsi-biz-yerlestirdik-0308141200.html.