Bu yazıda yalnızca hukuki bir amaç güdülerek gerek gazetelerde, gerekse televizyonlarda çok fazla gördüğümüz kişilerin kelepçeli olarak dolaştırılması yönündeki haber ve görüntülerin hukukiliği açıklanacaktır. Bu hususun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle AİHS m. 3 ve CMK m. 93 hükümlerini açıklamakta fayda görmekteyim.


AİHS m.3 “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.” CMK m. 93 ise“Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir." şeklinde düzenlenmiştir.

AİHS m.3 düzenlemesi gereğince hiç kimseye insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ve işlem yapılamayacağı gayet açıktır. Bununla birlikte bu hak mutlak olup bu haklara ne belli koşullarda istisna getirilebilir ne de 15. madde kapsamında bu hükmün uygulanması askıya alınabilir.[1] İlgili maddede işkence, insanlık dışı muamele ve onur kırıcılıktan söz edilmiştir. İşkence denildiğinde anlaşılması gereken şey gerçekleştirilen “eylemlerin belirli bir yoğunluğa ulaşmış olup, bu eylemlerin şiddetli fiziksel veya ruhsal acıya sebep olması, gerçekleştirilen eylemlerin kamu görevlisi veya onun teşvikiyle bir başkası tarafından kasıtlı olarak gerçekleştirilmiş olması, bununla birlikte kişiden bilgi edinmek veya cezalandırılmak amacıyla, yapılmış olmasıdır.”[2] Bu kriterlere bakarken kişilerin yaşları, fiziksel durumları ve olaya ilişkin veriler birlikte değerlendirilip karar verilmektedir.

Onur kırıcı muamele ve ceza, insanı başkalarının gözünde küçük düşüren eylem ve cezalardır.[3] İlgili kararında AİHM,“Cezalandırılacak olan kişiden pantolon ve iç çamaşırını çıkararak orada bulunan masanın üzerine eğilmesi istenmesini ve bunu takiben iki polis tarafından tutulan kişinin üçüncü bir polis tarafından kendisine sopayla üç kez vurulmasını insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza yasağına aykırı bularak 3. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.[4]”

İnsanlık dışı muamele ise yoğunluk olarak işkenceye ulaşmayan eylemler olarak tanımlanmıştır.[5]

İç hukukumuzda ise hangi durumlarda kişiye kelepçe takılabileceği CMK m. 93’te düzenlenmiştir. İlgili madde hükmünce aranan belirtilerin varlığının tayini, nakil işlemini yapmakla görevlendirilen görevli kişiye aittir.[6] Bununla birlikte şunu belirtmek gerekir ki bu belirtiler varsayıma dayalı ve soyut olmamakla birlikte somut belirtiler olmalıdır.

Yapılan bu açıklamalardan sonra kelepçe takılmasının sayılan bu unsurlar kapsamında olup olmadığının değerlendirmesine geçebiliriz. AİHM “Başvuranın Kartal Cezaevi'ne dönüşünün hemen akabinde 6 Haziran 2000 tarihinde sol elmacık kemiğinde 1 cm.'lik ezilme saptandığını ayrıca kaydeder. Bunlara 13 Haziran 2000 tarihinde Bursa Cezaevi'ne nakledilişte sol kemer hizasında 1x1,5 cm. büyüklüğünde yeşilimsi morluk, sağ bilekte sıyrık ve serçe parmaklardaki hassasiyet eklenmiştir. Başvuran cezaevi aracına konulmadan önce herhangi bir sağlık kontrolünden geçmediğinden, üzerindeki yara berelerin nakilden önce oluştuğunu kimse iddia edemez. Aynı şekilde bilekte görülen çiziklerin ve yedi gün sonra düzenlenen raporda yeşilimsi olarak tasvir edilen morlukların kelepçeden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Burada genel olarak sabit bir kronoloji ile gelişen ve altıncı günden sonra genellikle sarıdan-yeşile dönüşen bir morluk söz konusudur.” diyerek diğer koşullar ile birlikte sözleşmenin 3. maddesinin ihlal edildiğini belirtmiştir.[7]

Bir başka kararında AİHM “Emniyet Müdürlüğünde doktor olarak çalışan kişinin çalıştığı yerin bahçesinden kelepçe takılarak nezarete alınmasını, evinde yapılacak arama için götürüldüğü sırada kendisinin 70 metre boyunca kelepçeli olarak yürütülmüş olmasını, evde eşi ve çocuklarının yanında arama sırasında kelepçeli tutulmasını ve arama tutanağını dahi elleri kelepçeli imzalamasını mesleği gereği başvuran için aşağılayıcı ve utandırıcı bulmuş, bu aşağılanmanın onda ruhsal yaralar açmasını da dikkate alarak, kelepçe takılmasının aşağılatıcı muamele olduğunu kabul etmiştir.”[8]

Bir başka kararında ise “Mevcut davada, başvuranın cezaevi doktoru tarafından ultrason taramasına girmek üzere hastaneye gönderildiğini kaydeder. Sonuç olarak, hastaneye götürülmüş, elleri kelepçelenmiş ve bir bayan, üç erkek güvenlik görevlisi kendisine eşlik etmiştir. AİHM, başvuranın terör örgütüne üye olmaktan ağır hüküm giymesinin, doktorun odasının zemin katta olmasının ve pencerelerde parmaklık bulunmamasının arz ettiği güvenlik riskini kabul eder. Ancak AİHM, uygulanabilir farklı seçenekler bulunduğu halde, başvuranın kelepçelerinin jinekolog tarafından muayene edildiği sırada ısrarla çıkarılmamasının ve konsültasyon sırasında üç erkek güvenlik görevlisinin bir paravanın arkasına geçerek odada bulunmasının, orantısız güvenlik tedbirleri teşkil ettiği kanısındadır. Örneğin, güvenlik görevlileri, odayı yalnızca bayan görevliyi içeride bırakarak ve jandarma görevlilerinden birini, konsültasyon odasının penceresinin önüne yerleştirerek güvenlik altına alabilirdi. Ancak, jandarma görevlileri, Adalet, Sağlık ve İçişleri Bakanlıkları arasında hapishanelere ilişkin imzalanan protokole uygun davranarak paravan arkasında, doktor ve başvuran arasındaki konuşmayı duyamayacakları bir mesafede durdukları cihetle, doktor ve jandarma görevlileri, dahili mevzuata uygun hareket etmişlerdir. Ayrıca, dahili mevzuata göre, muayeneye engel olmadıkları ve doktor tarafından çıkarılmaları istenmediği sürece kelepçelerin çıkarılmasına gerek yoktur. Bu tür muayeneler geçirmesi gereken ve terörle ilgili suçlardan mahkum edilen tüm tutuklular için katı gerekler mevcuttur. AİHM, söz konusu katı tedbirlerin, mahkumun arz ettiği riske ve gerçekleştirilecek muayenenin türüne bağlı olarak esnek ve daha pratik bir yaklaşıma izin vermediği kanaatindedir. AİHM Hükümet’in, başvuranın jinekolojik muayenesi hususunda söz konusu tedbirleri gerektirecek kadar katı bir güvenlik riskinin mevcut olduğunu kanıtlamadığı sonucuna varır. AİHM, muayene gerçekleştirilmemiş olsa bile, yukarıda kaydedilen güvenlik koşullarının, başvuranın utanmasına, sıkıntı duymasına ve onurunun kırılmasına yol sonucuna varır. Dolayısıyla, AİHS’nin 3. maddesi ihlal edilmiştir.” şeklinde görüş belirtmiştir.[9]

Yukarıda gerçekleştirdiğim açıklamalardan da açıkça görüleceği üzere insanları başkalarının gözünde düşürmek amacıyla kelepçe takılması, başka kişilerin nezdinde onun reklam yapılması amacıyla kişiye kelepçe takılması onur kırıcı bir davranış olarak değerlendirilmektedir. Nitekim kelepçe zorunlu olmadıkça takılmamalıdır.[10] Kanunda yazılı olan belirtilerin varlığı bulunmadıkça kişilere kelepçe takılmamalıdır. Mümkün olduğunda kelepçe ile dolaştırılmamalı, insan haklarına saygılı davranılmalıdır. Faydalı olabilmesi dileğiyle herkese saygı ve selamlarımla.


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Murat YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

---------------------
[1] Şeref GÖZÜBÜYÜK / Feyyaz GÖLCÜKLÜ, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İnceleme ve Yargılama Yöntemi, 9. Bası, Ankara, 2011, s.198.

[2]http://www.caginpolisi.com.tr/aihm-kararlari-isiginda-iskence-yasagi/ [Son Erişim Tarihi: 11.11.2015]

[3] Tyrer – Birleşik Krallık Davası (Başvuru no. 5756/72)

[4] Tyrer – Birleşik Krallık Davası (Başvuru no. 5756/72)

[5] Şeref GÖZÜBÜYÜK / Feyyaz GÖLCÜKLÜ, a.g.e., s.199.

[6] Ali PARLAR, Ceza Muhakemesi Kanunu Şerhi, Ankara, 2014, s.159.

[7] Uyan - Türkiye davası (No- 2), (Başvuru no:15750/02), K: 21.10.2008

[8] Erdoğan Yağız / Türkiye Kararı, 06.03.2007

[9] Filiz Uyan / Türkiye Davası, (Başvuru No. 7496/03), T:08.01.2009

[10] Aynı Yönde: Ali PARLAR, a.g.e., s.159.