4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nda kusura dayalı ve mutlak boşanma sebepleri arasında gösterilen Zina;

"Eşlerden biri zina ederse, diğer eş boşanma davası açabilir.

Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden

beş yıl geçmekle dava hakkı düşer.

Affeden tarafın dava hakkı yoktur"

Şeklinde kaleme alınmıştır.

Her ne kadar kanunda ne anlama geldiği tanımlanmamış olsa da genel olarak kabul gördüğü üzere zina; evli bir erkeğin karısı dışında bir kadınla ya da evli bir kadının kocası dışında bir erkekle cinsel birliktelik yaşaması şeklinde tanımlanabilmektedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere eşlerin aynı cinsten kimseler ile cinsel birliktelik yaşaması "zina" olarak değerlendirilmemektedir.

Eşlerden biri tarafından gerçekleşecek olan bir davranışın zina olarak kabul edilmesi için belli şartlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki şüphesiz ki taraflar arasında bir evlilik ilişkisinin bulunmasıdır. Taraflardan biri boşanma davası açmış olsa dahi yahut ayrılık ve gaiplik hallerinde de kanunen taraflar arasındaki evlilik ilişkisi devam ettiğinden sadakat yükümlülüğü bulunmaktadır ve bu süreçte de zina eyleminin gerçekleştirilmesi ayrı bir boşanma sebebi olarak görülecektir.

Zina eyleminin varlığı için gereken diğer bir şart ise, eşlerden birinin üçüncü bir kişi ile cinsel birlikteliğinin olmasıdır. Burada özellikle vurgulanması gereken husus, eylemi gerçekleştiren şahıslar arasında cinsel birlikteliğin gerçekleşmesi şartıdır. Her ne kadar Yargıtay kimi kararlarında cinsel birlikteliğin ispatlanamaması halinde dahi bir kısım davranışların; öpme, mektuplaşma, bir takım bedeni temaslar - yakınlaşmalar vs. zina olarak sayılması gerektiği görüşünde olsa dahi bu husus hali hazırda doktrinde de önemli bir tartışma konusudur ve ezici bir çoğunluk tarafından yalnızca kanun yorumundan hareketle bu tür davranışların zina olarak kabul edilmemesi gerektiği görüşü savunulmaktadır. Türk doktrinine göre bu tür eylemler zina olarak değil bir diğer boşanma sebebi olan  "haysiyetsiz yaşam sürme" olarak değerlendirilmelidir.

Zinanın varlığı için önemli olan bir başka sebep de, mutlak surette ilgi eylemin gerçekleşmesinde eylemi gerçekleştirenin kusurlu olması şartıdır. Daha açık olarak ifade etmek gerekir ise, zina eylemini gerçekleştiren kişinin bu eylemi kendi rızası dâhilinde yapmasıdır. Yani kaçırılarak tecavüze uğrayan bir kişinin zina eylemini gerçekleştirmiş olduğu söylenemeyecektir.

Zina taraflar arasında oldukça büyük bir gizlilik ile gerçekleşmektedir ve suçüstü tespiti bir hayli zordur. Bu bahisle hâkimler, devam eden yargısal süreçlerde isnat edilmiş olunan bir kısım olaylar ve olgular hakkında zinanın gerçekleşmiş olabileceğine kanaat oluşturur iseler zina sebebi ile boşanmaya karar vermektedirler. Emsal olarak, tüm dosya kapsamında ve sair deliller ile güçlendirilir ise; öpüşme, bedeni yakın temas, mesajlaşma, flört etme gibi davranışları zina sayılabilmektedir. Hatta Mahkeme ikrar halinde dahi zina için yeterli delil yok ise zina sebebi ile boşanma talebini reddedebilmektedir. Bu nedenledir ki; boşanma davası yalnızca zina sebebine dayandırılarak açılıyor ise mutlak surette güçlü deliller ile ispatı gerekmektedir. Aksi halde başka bir sebebe dayandırılmamış ise boşanma talebi reddedilebilmektedir.

Boşanma davalarında zina sebebine dayanmada önemle üzerine durulması gereken diğer bir konu ise; hak düşürücü süredir.

Hak düşürücü süre Türk Medeni Kanunu madde 161/2’de;

“Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her hâlde zina eyleminin üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer”

Şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere kanun koyucu açıkça zina sebebi ile boşanma davalarında hak düşürücü sürenin öğrenme tarihinden itibaren altı ay ve herhalde zinaya konu davranışın gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl olduğunu vurgulamaktadır. Yani beş yıllık sürenin dolması ile dava açma hakkı düşmektedir.

Burada önemle üzerinde durulması gereken konu ise; aftır. Zira dava hakkı olan eş eğer ki eylemi gerçekleştiren kişiyi eylemin gerçekleşmesi akabinde affederse diğer eşin dava hakkı düşmektedir. Diğer bir deyişle “af” fın mutlak surette eylemin gerçekleşmesi tarihinden sonra olması gerekmektedir. Önceden verilmiş herhangi bir muvafakat af olarak nitelendirilemeyecektir. Kişinin af iradesi açıkça olabileceği gibi zımni de olabilecektir. Ancak bu irade beyanında irade sakatlığına sebep olabilecek herhangi bir durumun olmaması gereği de bulunmaktadır.