Kişi hak ve hürriyetlerini koruyan Yüksek Mahkeme, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı olan kanunlar ile hakları ihlal edildiğini iddia eden bireylerin başvurularını incelemektedir. 1961 Anayasası ile kurulan Yüksek Mahkeme, bugüne kadar kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasında en etkin yargı mercii olma özelliğini taşımaktadır. Yüksek Mahkemenin bazı kararları sert şekilde eleştirilmiş, kararlarının siyasi içerikli olduğu, yürütme ve yasama organlarına müdahale içerdiği de söylenmiştir.

Mahkeme kararları herkesi memnun edemez. Yargı kararlarında memnuniyet, bağımsız ve tarafsız karar vermekle, güvenilir ve siyaset üstü olmakla sağlanabilir. Elbette her yargı kararı uyuşmazlığın bir tarafını memnun ederken, diğer tarafı da mutsuz edecektir. Önemli olan karar verirken; maddi hakikatten, adaletten, hukukun evrensel ilke ve esasları ile kanun ve vicdandan ayrılmamaktır.

1961 yılından bu tarafa Anayasa Mahkemesi kararlarını inceleyen ve takip eden bir hukukçu olarak, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması yönünde Yüksek Mahkemenin birçok kararının isabetli olduğunu, Türk Hukuku’na yön gösterdiğini ve kaynaklık ettiğini ifade etmek isterim.

Kamu kudretini kullanan bir makamın veya merciin hata yaptığından bahisle acımasızca eleştirilmesi, bu sebeple yetkilerinin kısıtlanması, nev’i değiştirmesi, hatta radikal bir kararla yapısına müdahale edilmesi veya kaldırılması düşünülecekse, akla en son Anayasa Mahkemesi gelmelidir. Müdahale edilmesi, gözden geçirip düzenlenmesi gereken o kadar çok makam ve merci bulunmaktadır ki, Anayasa Mahkemesine sıra gelmez.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa referandumunun en isabetli yanı, kişi hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğini iddia eden bireylerin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru usulü ile başvurabilmesidir. Türkiye Cumhuriyeti’nde artık, 23 Eylül 2012 tarihinden sonra kesinleşen kamu tasarrufu ve yargı kararlarından dolayı hakkı ihlal edildiğini iddia eden bireyin Yüksek Mahkemeye doğrudan başvurabilme hakkı vardır. Bu düzenleme son derece yerinde olup geliştirilmelidir. Çünkü “hukuk devleti” ilkesi, hukukilik denetiminin önünü açmakla, hakkını arayan insanın bağımsız ve tarafsız yargıya ulaşması ile anlam kazanır. Hak arama hürriyetinin önünü kapatan, etkisizleştiren, yargıya başvuruyu sırf şekilden ibaret kılan, bağımsızlığına ve tarafsızlığına ipotek koyulan, devletçi bir yargı ile “hukuk devleti” ilkesinin uyuşması mümkün değildir.

Özetle Anayasa Mahkemesi, korunmalı ve geliştirilmelidir. Hukuka inanan hiç kimsenin, hukukilik denetiminden ve yargıdan korkmaması gerekir. Gerek hukuk kurallarını düzenlemede ve gerekse bunların uygulanmasında temel ölçüt, hukukun evrensel ilke ve esaslarıdır. Bunun denetimini ise, üstlendikleri yargı görevine göre Anayasa Mahkemesi ile diğer mahkemeler yerine getirir.

Şimdilerde; kişilere taşıdıkları sıfatlarından dolayı daha fazla yargı dokunulmazlığının sağlanacağı, Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerinin gözden geçirilip daraltılacağı, bu kapsamda Anayasa ve kanun değişikliklerinin hukukilik denetimi ile daha 2010 yılında kabul edilip 2012 yılının Eylül ayında faaliyete geçen bireysel başvuru usulüne sınırlama getirileceği, hatta bireysel başvuru konusunda ayrı bir İnsan Hakları Mahkemesi’nin kurulmasının düşünüldüğü, bu yolla Anayasa Mahkemesi’nin iş yoğunluğunun azaltılacağı ileri sürülmektedir.

Yap-bozla sorunların çözülmediği, iyi işleyen kurum ve kuruluşları etkisizleştirmenin birçok olumsuzluğa sebebiyet vereceği, kişi hak ve hürriyetlerinin koruyucusu özelliğini taşıyan Anayasa Mahkemesi’nin ana fonksiyonlarından olan kanun denetimi ve bireysel başvuru görev ve yetkilerinin güçlendirilmesi gerekirken zayıflatılmasının hiçbir işe yaramayacağı, Yüksek Mahkeme dahil tüm yargı mercilerinin siyaset üstüne çıkarılması gerektiği, bir an için Anayasa Mahkemesi’nin iş yoğunluğunun azaltılması düşünülmekte ise, bunun yolunun kanun denetimi ve bireysel başvurular dışında kalan görev ve yetkilerle sınırlı tutulması yerinde olacaktır.

Bireysel başvurunun toplumda, maalesef yerel mahkemede görülen bir dava veya Yargıtay veya Danıştay’da temyiz incelemesi olarak algılandığı, Yüksek Mahkemenin hak ihlali iddialarını inceleyen olağanüstü kanun yolu başvurularının yapılacağı yüksek yargı mercii olmaktan ziyade olağan yargı yolu olarak kabul edildiği ve bir anlamda umut kapısı niteliğini taşıdığı görülmektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılan başvurunun Türkiye Cumhuriyeti’ne getirilmiş şeklidir. Bireysel başvuru yoğunluğu, iş yükünün artması ve bireysel başvuruların kısa zamanda sonuçlandırılamaması gibi gerekçelerden hareketle, daha 2012 yılının Eylül ayında bireysel başvuruları inceleme yetkisini elde eden Yüksek Mahkemenin yetkisine kısıtlama getirmek ve birçok alanda yapıldığı gibi Anayasa değişikliği yoluyla yeni yargı mercii oluşturmak ve kanun çıkarmak sorunları çözmeyecektir.

Türkiye’nin en önemli sorunu, değişik gerekçelerle hukuk kurallarına ve uygulamalarına zaman tanınmaması, kurumsallaşmayı benimsememesi, kendi alanında büyüyen kurum ve kuruluşların kontrol altına alınmaya çalışılmasıdır. Bağımsız ve tarafsız yargının bu kapsamda değerlendirilmesi kabul edilemez.

Anayasa Mahkemesi’nin iş yükünün azaltılmasının yolu; raportör sayısının artırılması, bölümlerin güçlendirilmesi, bireysel başvuruda emsal kararlarının oluşmasının beklenmesi, kabul edilebilirlik yönünden ön incelemenin hızlandırılması ve daha aktif hale getirilmesi, bireysel başvuru ve sınırları konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi gibi yöntemler kullanılabilir.

Özetle; siyasetten uzak, bağımsız ve tarafsız Anayasa Mahkemesi “kamu görevlisi” dahil her bireyin özlemi ve isteği olmalıdır. Yüksek Mahkeme, hakkı ihlal edildiğini iddia eden kişinin korkmadan gidebileceği ve uğradığı haksızlığın ortadan kaldırılacağına inandığı bir yargı mercii olmalıdır. Bunun için de, Anayasa Mahkemesi’nin kanunlar üzerinde yaptığı hukukilik denetimi ile hak ihlali iddialarını incelediği bireysel başvuru yetkileri daraltılmamalı, aksine bu yetkilerin daha etkin ve çabuk kullanılması amacıyla gerekli yasal düzenlemeler ve yatırımlar yapılmalıdır.

Hukuk düzeni, yargı ve adalet; ilk bakışta insanlara maddi bir karşılık, yani iktisadi bir katkı vermese de, hukukilik denetimi ve yargı güvencesi olmadan da huzurun, güvenin, üretimin ve mülkiyetin olmayacağı, keyfiliğin ön plana çıkacağı, kişi hak ve hürriyetlerinin her an tehditle karşı karşıya kalacağı gözardı edilmemelidir. Bunun için Anayasa Mahkemesi’ne sahip çıkılmalıdır.

Anayasa Mahkemesi, bireylerin hak ve hürriyetlerini kısıtlayan, işleri zorlaştıran, kamu hizmetlerini engelleyen, yasama ve yürütme organlarının görev ve yetkilerine göz diken bir yargı mercii değildir. Yüksek Mahkeme, kamu otoritesinin elinde bulundurduğu kamu kudreti karşısında veya kendisini koruyamayacağını düşündüğü daha güçlü kişi karşısında çaresiz kaldığını düşünen bireyin korunma yeridir.

Son söz; ağaç yaşken eğilir. İlkokuldan başlayarak çocuklarımıza “Hukuka Giriş”, “Hukuk Başlangıcı” veya “Temel Hukuk” dersleri okutulmalı, kişi hak ve hürriyetleri, hukukun 25 evrensel ilke ve esası öğretilmelidir. Geleceğimizin teminatı çocuklarımız; hak ve hürriyetin, adaletin, hukuk düzeninin, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının ne olduğunu, herkesin birbirinin hak ve hürriyetine saygı gösterilmesi gerektiğini, hukuk kurallarına bağlılığı, uyuşmazlıkları kavga etmeden çözmenin önemini kavrayıp benimsemelidir.

Bir toplumun temeli, düzeni, gelişmesi ve iyiliği; ancak hukuk, bağımsız ve tarafsız yargı ve adaletle sağlanabilir. Bugün baktığımızda, 7 Haziran 2015 tarihinde yapılacak seçimlerde siyasi partilerin propaganda ve bildirgelerinde iktisadi sorunlar, asgari ücret ve bireylere ne tür maddi katkılar sağlayacakları ön plandadır. Belki bu tercih, oy kaygısı ve seçimde sonuç elde edebilmek açısından doğru görülebilir.

Hukuk ve adalet, ilk aşamada bireyin maddi katkı sağlamayacağından, uzun soluklu olup manevi içerik taşıdığından ve toplum tarafında talep edilebilirliği iktisadi olanlara göre zayıf görüldüğünden, seçim bildirgelerinin ve propagandalarının küçük bir alanın işgal etmektedir. Oysa bir toplumda; hukuk düzeni, bağımsız ve tarafsız yargı, maddi hakikat ve adalet her şey demektir. Bunlar olmazsa; üretim, güven, huzur ve sükun olmaz. Bir toplumun ekmeği, suyu ve soluğu adalettir.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)