Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 11.03.2015 gün, 2014/13694 başvuru numaralı kararına konu olan başvuruda başvurucu; hakkında kesinleşen mahkumiyet kararına ilişkin olarak İHAM’a başvurduğunu, İHAS m.6/1 ve m.6/3 (c) bendinin ihlal edildiğine karar verilmesi üzerine 19.07.2010 tarihinde yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurduğunu, Mahkemece yeniden yargılama yapılarak verilen kararın Yargıtay tarafından 09.07.2014 tarihinde onandığını, hukuka aykırı delillere dayalı olarak gerekçesiz şekilde karar verildiğini, yargılamanın yenilenmesi davasında makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama yapılmasını ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

Maddi Vakıa
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli E. yakalanmış, bu şüphelinin, başvurucunun … adlı örgütün merkez komite üyesi olduğunu ve 30.04.1996 tarihinde kendisi ile birlikte Yenimahalle tren istasyonunda örgütle bağlantılı buluşması olduğunu ifade etmesi üzerine, başvurucu sahte nüfus cüzdanı ve sürücü belgesi ile yakalanarak gözaltına alınmış ve 14.05.1996 tarihinde tutuklanmıştır.

Başvurucu ve diğer 10 sanık hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12.08.1996 tarihinde, “anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek” suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmıştır.

İstanbul 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nce yapılan yargılamada, başvurucu örgüt üyesi olduğunu, ancak örgütü sevk ve idare ettiğine dair delil bulunmadığını bildirmiş, Mahkeme başvurucunun mahkumiyetine karar vermiştir. Mahkemenin kararı temyiz edilmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur.

İstanbul 2 No’lu DGM, bozma ilamına uyarak tekrar yargılama yapmış, başvurucunun yakalandığı tarihlerde örgütün merkez komite üyesi olduğu, başka dosya sanıklarının dava dosyası içine alınan beyanlarına göre de sanıklar tarafından gerçekleştirilen fiillerde başvurucunun örgütün merkez komite üyesi olarak hareket ettiği gerekçesiyle 06.05.2013 tarihinde müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onanmıştır.

Başvurucu, yargılama süresinin makul süreyi aştığını, gözaltında tutulduğu sırada avukat yardımından faydalandırılmadığını, diğer sanıkların işkence ile elde edilen tanıklıklarına dayalı olarak mahkumiyet kararı verildiğini, yasadışı yollarla elde edilen delillere dayalı hüküm kurulduğunu ve masumiyet/suçsuzluk karinesinin gözardı edildiğini ileri sürerek, Sözleşmenin 3. ve 6. maddelerinin ihlal edildiği iddiasıyla İHAM’a başvuruda bulunmuştur.

İHAM, 13.10.2009 tarih ve 16486/04 sayılı kararı ile başvurucunun İstanbul 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi önünde örgüt üyesi olduğunu kabul ettiğini, ancak suçlamaları reddettiğini, Mahkemece; bulunan silahlar, sanık tespiti hakkında yürütülen kovuşturmalar, kişi teşhis tutanakları, yüzleştirme tutanakları, bilirkişi raporları ve diğer sanıkların beyanları ışığında değerlendirilme yapıldığını belirtmiş, başvurucunun ihlal iddialarını inceleyerek, yargılama süresinin makul olduğunu ve bu konuda aynı dava dosyasına ilişkin olarak daha önce verilen kararlardaki gerekçelerin geçerli olduğunu, başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada avukat yardımından faydalandırılmadığını, başvurucunun polise verdiği ifadesinin mahkumiyetinde kullanılması nedeniyle avukata erişim hakkına getirilen kısıtlamalardan bizzat etkilendiğinin açık olduğunu, fakat gözaltında tutulduğu sırada avukata erişememesinin daha sonraki yargılama üzerinde etkisinin olup olmadığının ilgili Mahkemece değerlendirilmesi gerektiğini, başvurucunun yargılama süresince delillere itiraz etme fırsatı bulduğu anlaşılmışsa da gözaltında tutulduğu sırada avukat desteği alamamasının savunma hakkını telafi edilemeyecek şekilde olumsuz etkilediğini, başvurucunun beş suç ortağının verdikleri ifadelerin kanıt olarak kullanıldığını, ancak beş suç ortağının gözaltı sırasında kötü muamele gördüklerini, bu konu ile ilgili olarak başvurucunun beş suç ortağının gözaltı sırasında Sözleşmenin 3. maddesine aykırı muamele gördüklerini, bu nedenle anılan maddede belirtilen haklarının ihlal edildiğinin Dağdelen ve Diğerleri/Türkiye kararında ortaya koyulduğunu, başvurucu ile diğer şüphelilerin gözaltına alınmalarından sonra sorumlu polisler hakkında açılan ceza davasının zamanaşımından düştüğünü, dolayısıyla başvurucunun gerçekten zorlayıcı şartlar altında suçlanıp suçlanmadığının aydınlatılamadığını, ayrıca DGM tarafından verilen kararda, başvurucunun suç ortaklarına yapılan kötü muamele nedeniyle polis memurları hakkında Ağır Ceza Mahkemesine açılan davanın değerlendirilmediğini, DGM önünde yapılan yargılamanın hakkaniyetten yoksun olduğunu belirterek, Sözleşmenin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile bağlantılı olarak (3) numaralı fıkrasının (c) bendinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucu, bu karar üzerine 19.07.2010 tarihinde İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak, İHAM kararları doğrultusunda yargılamanın yenilenmesine ve hükmün infazının ertelenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Bu talebi kabul eden Mahkeme, 2010/306 E. sayılı dava dosyasında başvurucunun yeniden yargılanmasına başlamıştır.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi duruşmalı olarak yaptığı yeniden yargılama ile 14.05.2013 tarihinde; İHAM kararı doğrultusunda, başvurucu ve diğer sanıkların kolluk aşamasında alınan beyanlarının delil olarak değerlendirilmediğini belirterek, dosyada bulunan eylem evrakı, arama ve yakalama tutanakları, arama sonucunda ele geçirilen silahlar ve patlayıcı maddeler, sahte kimlikler ve örgütsel doküman, ekspertiz raporları, mağdur beyanları ve teşhis tutanakları ile doğrulanan fiiller dikkate alınarak, başvurucu ile diğer sanıkların, kolluk beyanları dışındaki diğer delillerle cezalandırılmalarının mümkün ve zorunlu olduğu gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesine konu edilen 06.05.2003 tarihli hükmün onaylanmasına karar vermiştir.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yapılan murafaalı temyiz incelemesi üzerine, Yerel Mahkemenin karar ve gerekçesine iştirak etmek suretiyle hükmün onanmasına karar verilmiştir.

Başvurucu, bu kararlar üzerine 15.08.2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

İlgili Hukuk
·         765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Devlet Aleyhinde Cürümler” başlıklı 146. maddesinin birinci fıkrası,
·         Sözleşmenin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi.

Başvurucunun İddiaları
Başvurucu, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 30.04.1996 tarihinde gözaltına alındığını ve 14.05.1996 tarihinde tutuklandığını, “anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek” suçundan hakkında açılan kamu davası sonunda İstanbul 2 No’lu DGM tarafından mahkumiyet kararı verildiğini ve kararın Yargıtay tarafından onandığını, İHAM’a yaptığı başvuru üzerine Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası ile 3. fıkrasının (c) bendinin ihlal edildiğine karar verildiğini, 19.07.2010 tarihinde, İstanbul 2 No’lu DGM kararının onaylandığını, temyiz üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce hükmün onandığını, hukuka aykırı delillere dayalı olarak verildiğini, soruşturma aşamasında avukat yardımından yararlandırılmadığını ve İHAM kararına rağmen işkence ile elde edilen delillere göre mahkumiyet kararı verildiğini, Mahkemece, İHAM tarafından hak ihlali kararı verilen hususlar gözardı edilerek hüküm kurulduğunu, yeni kanıt araştırması yapılmadığını, yeniden yargılamanın önceki yargılamadan tamamen bağımsız bir yargılama olduğu halde önceki yargılamaya göre hüküm kurulduğunu, yeni kanıt araştırması yapılmadığını, Mahkemece işkence ile alınan kanıtların değerlendirme dışında tutulduğu belirtilmesine rağmen bu kanıtların dosyada fiziki varlığını devam ettirdiğini, Mahkemede dinlenmeyen ve soru soramadıkları başka dosya sanıklarının beyanlarının aleyhe değerlendirildiğini, devlet güvenlik mahkemeleri ile özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına rağmen, bu mahkemelerde yapılan yargılama sırasında toplanan ve kullanılan delillerin değerlendirmesinin hukuka uygun olmadığını, yeniden yargılama sonucunda verilen karar ile Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğunu, makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkeme; başvurucunun, yargılamanın sonucu itibariyle adil olmadığı, gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna 11.03.2015 tarihinde karar vermiştir. Karar oybirliği ile alınmıştır.

Değerlendirme

a)      Yargılamanın Sonucu İtibariyle Dürüst Olmadığı İddiasına Yönelik Açıklamalar
Anayasa’nın 148. maddesinde; bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılmayacağını, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin 2. fıkrasında ise Mahkemenin, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebileceği belirtilmiştir.
Mahkeme gerekçesi ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Yerel Mahkeme tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olmadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi, Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum tespit edilemediğinden; başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

b)     Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
Başvurucu yeniden yapılan yargılama sonucunda verilen karar ile Yargıtay onama kararının gerekçesiz olduğunu ileri sürmüştür. Yüksek Mahkemece; temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararına katılması halinde bunun, ya aynı gerekçe kullanılarak ya da bir atıfla kararlara yansıtılması yeterli görülerek, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediği ve derece mahkemesinin kararlarını inceleyerek onamasında ya da bozmasında hak ihlali doğmadığı sonucuna varılmıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Yerel Mahkeme tarafından verilen kararın gerekçesine atıf yapıp bu gerekçeyi aynen kabul etmek suretiyle hükmü onamıştır. Bu nedenle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir.

c)      Yargılamanın Makul Sürede Tamamlanmadığı İddiası
Başvurucu, 19.07.2010 tarihli dilekçesi üzerine İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamanın yenilenmesi davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edilmediğini ileri sürmüştür.

Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına dahildir. Anayasa m.36 ve İHAS m.6 uyarınca, kişilere cezai alanda yükletilen suçlamaların makul sürede tamamlanması hakkı tanınmıştır. Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında, “anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek” suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 765 sayılı Kanunun 146. maddesinin 1. fıkrasında hapis cezasını gerektirir şeklinde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvuru hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasanın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi bir takım tedbirlerin uygulanması ya da yeniden yargılama yapılması talebinde bulunma anıdır.

Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, başvurucunun, İHAM’ın ihlal kararından sonra 19.07.2010 tarihinde, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurarak yargılamanın yenilenmesini talep ettiği, başvurucunun talebi üzerine açılan dava dosyası ile üç sanığın açtığı yargılamanın yenilenmesi dava dosyalarının birleştirildiği, duruşma açılarak yargılama yapıldığı, başvurucunun ve diğer sanıkların kolluk aşamasında alınan beyanları delil olarak değerlendirilmeyerek ve diğer deliller dikkate alınmak suretiyle 14.05.2013 tarihinde 06.05.2003 tarihli mahkumiyet kararının onaylanmasına karar verildiği, bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nce 30.06.2014 tarihinde hükmün onanarak kesinleştiği gözönünde bulundurulduğunda; başvuruya konu yargılama temyiz safhası ile birlikte toplam üç yıl on bir ay on bir gün sürdüğü, bu sürenin makul süreyi aşan bir yargılamaya işaret etmediği ve bu sebeple başvurucunun dürüst yargılanma hakkının ihlaline yol açabilecek bir gecikmenin olmadığı sonucuna varılmıştır.

Son Değerlendirmemiz

Anayasa Mahkemesi’nce de benimsenen “formül karar” uygulamasında isabet bulunmadığı, bir temyiz ve içtihat mahkemesi olan Yargıtay’ın iş yoğunluğuna rağmen sanık, cumhuriyet savcısı ve müdahil tarafından gündeme getirilen, iddia ve savunma olarak sunulan gerekçeli talepleri red veya kabul ederken soyut ifadeler kullanmasında isabet ve yeterlilik olmadığı, özellikle ısrarla gündeme getirilen taleplerin gerekçeli şekilde red veya kabullerinin yapılması gerektiği, Anayasa m.141/3 ve CMK m.34 ile güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının formül kararla yerine getirilmiş sayılamayacağı, bu yöntemin tarafların taleplerinin karşılanmış kabul edilmesi anlamına gelmeyeceği, somut hukuki ve fiili gerekçe olarak benimsenmesinin de mümkün olmayacağı düşüncesindeyiz.

Yerel Mahkemenin gerekçeli kararına katılmayı gösteren Yargıtay’ın genel kabul beyanı, her durumda ilgilinin gerekçeli karar hakkının korunduğu anlamını taşımaz. Çünkü Yerel Mahkeme, ilgilinin taleplerini gerekçeli olarak red veya kabul etmemiş olabilir. Bu vaziyette Yargıtayca, yalnızca Yerel Mahkemenin yerinde görülen kararına katılma iradesini gösteren bir beyanının gerekçeli karar sayılması ve bu yolla ilgilinin gerekçeli karar hakkının ihlal edilmediği fikrinin benimsenmesi mümkün olmayacaktır.

Gerekçeli karar hakkı, ilgilinin taleplerinin dayanaklı şekilde reddi veya kabulü ile korunabilir. Yerel Mahkemenin hukuki ve fiili gerekçeler içerecek şekilde ilgilinin talebini değerlendirip sonuca bağlaması kaydıyla, Yargıtay’ın sırf bunu kabul içeren beyanının gerekçeli karar hakkını ihlal etmediği düşünülebilir.(ancak) Bunun için de ilgilinin Yargıtay’a yönelttiği talebinde Yerel Mahkemeden yaptığı talep ve gerekçeden farklı bir başvuru, talep ve dayanağının olmaması gerekir. Bunun dışında, gerek Yerel Mahkeme ve gerekse Yargıtay ilgilinin en azından birkaç defa dile getirdiği taleplerini somut hukuki ve fiili gerekçelerle karara bağlamak zorundadır.

Karar birkaç yönü ile ilgi çekicidir;

İHAM’ın, başvurucu lehine dürüst yargılanma hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle karar verdiği, bu kararın CMK m.311/1-f uyarınca yargılamanın yenilenmesi yolunu açtığı, ancak Yerel Mahkemece yapılan incelemede İHAM’ın yaptığı tespitlerin mahkumiyet kararının değiştirilmesi için yeterli ve etkili olmadığı sonucunu varıldığı, yani İHAM tarafından yapılan hak ihlali kararın esasına müessir olabilecek şekilde dikkate değer bulunmadığı, bunun sebebinin de İHAM kararlarının Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararları gibi yargılamanın yenilenmesi suretiyle hak ihlalinin giderilmesi zorunluluğunun kabul edilmemesinden kaynaklandığı, Yerel Mahkemece verilen kararın Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nce de uygun bulunduğu, kaldırılan devlet güvenlik mahkemeleri, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri ve Terörle Mücadele Kanunu m.10 ile kurulan ağır ceza mahkemeleri ile savcılıkları tarafından yapılan yargılamaların, toplanan ve değerlendirilen delillerin, bu deliller hukuka aykırı toplanıp değerlendirilmedikçe kabullerinin gerektiği, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla kaldırılan bu mahkemeler nedeniyle otomatik olarak yargılamalarını yok sayma, bu mahkemeler ve savcılıkları tarafından toplanan ve değerlendirilen delillerin tümü ile gözardı edilip buna göre karar verilmesi gerektiği usulünün benimsenmediği, sırf özel mahkemelerce yargılama yapılmasının o yargılamaları dürüst olmaktan uzaklaştırmayacağı, temyiz incelemesi başta olmak üzere tüm olağan ve olağanüstü kanun yollarına göre özel mahkemelerin dosya ve kararlarının incelenmesi sırasında yapılan hukukilik denetimlerinin bir ön yargıya ve “mutlak aykırılık” karinesine dayandırılamayacağı sonucuna varıldığı görülmektedir.

Belirtmeliyiz ki, Türk Hukuku’nda “yargı birliği” ilkesinin kabul edilmediği, ayrı usul ve esaslarla yargılama yapan farklı yargı kollarının bulunduğu, bu uygulamaların birçok durumda şüpheli, sanık, şikayetçi, katılan, davacı veya davalı konumunda bulunan taraflar açısından aleyhe sonuçlar doğurduğu, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin de bunun tipik örnekleri arasında yer aldığı, diğer ceza mahkemeleri ile yargılama kuralları aynı veya benzer gözükse de teamül haline gelen farklı fiili uygulamaların geliştirildiği, bu uygulamaların özel yetkili ceza mahkemelerini ve savcılıklarını kişi hak ve hürriyetlerini maddi hakikat ve adalet adına daha fazla, aşırı sayılabilecek ve hatta “hukuk devleti” ilkesini ihlal edecek şekilde uygulamalar yapmaya sevk ettiği, usul kurallarına aykırı uygulamaların meşrulaştığı, maddi hakikate ve adalete ulaşmak amacıyla kullanılan yargılama kuralları ve koruma tedbirlerinin şüpheli veya sanık aleyhine uygulandığına ilişkin net tespitlere rağmen gerekli denetim ve tespitlerinin yapılmadığı, sorumluluk kurallarının işletilmediği, Anayasa m.38/6’ya rağmen hukuka aykırı delil toplama ve değerlendirme konusunda taviz verildiği, sonuçta yerleşik hukuk düzeninin ve hukuk güvenliği hakkının sarsıldığı, yargıda uzmanlaşmanın yerini “bölge mahkemeleri” adlı ve “devlet güvenliği” hukuki yararına dayanan, fakat sonra görev ve yetki alanı genişletilen veya kendileri tarafından genişletilen mahkeme ve savcılıklara bıraktığı bir gerçektir.

Sonuçta, Yüksek Mahkemenin kararına konu olan davanın yeniden İHAM’a taşınma ihtimalinin bulunduğu, bu durumda İHAM ile Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının karşı karşıya gelebileceği, bu defa İHAM tarafından Anayasa Mahkemesi kararının bir anlamda İHAM tarafından denetiminin yapılacağı, İHAM tarafından Anayasa Mahkemesi kararında isabet olmadığı ve hak ihlalinin devam ettiği sonucuna varıldığında, bu defa Yüksek Mahkeme tarafından ne şekilde bir karara varılacağının oldukça ilgi çekeceği, kanaatimizce bu durumda Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı vermek suretiyle yeniden yargılama ve hak ihlalinin zorunlu giderilmesi anlamını taşıyan yargılamanın yapılmasını sağlaması gerektiği, aksi halde başvurucunun hak ihlalinin giderilmemiş olacağı, ancak bu aşamada izlenen usulün Anayasa m.148’e, CMK m.311’e ve 6216 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine aykırı olmadığı, Yüksek Mahkeme her ne kadar İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve eki protokollerinin ihlal edildiğine dair başvuruları incelese de, kendisi gibi bireysel başvuruları inceleyen İHAM’ın kararları ile bağlı olmadığı, ancak Yüksek Mahkemenin kararlarına karşı İHAM’a gidilmesi halinde İHAM tarafından bu defa verilecek ihlal kararının Yüksek Mahkemeyi de bağlayacağının bir gerçek olduğu kabul edilmelidir.

Başvurucunun, İHAM’ın hak ihlali tespiti kararına rağmen reddedilen talepleri karşısında İHAM’a gitmesi halinde, yeniden yargılamayı yapan şu an kaldırılan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yargılamalarının bir anlamda test edilmesi gündeme gelecek ve kabul edilmeyen İHAM kararı karşısında oluşturdukları red gerekçesinin incelenmesi açısından da ilginç bir durum ortaya çıkacaktır. Muhtemelen İHAM, gerekçeli olarak verdiği İHAS m.6’nın ihlalinin ne şekilde karşılanıp karşılanmadığını, yeniden yargılamayı yapan Mahkeme, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi tarafından gerekli ve yeterli incelemelerin yapılıp yapılmadığını, başvurucu haklarının korunup korunmadığını da ayrıntılı olarak inceleyecektir.

Elbette tüm bu aşamalarda geçen süre, bu sırada devam eden tutukluluk ve hapis cezası infazlarının hak ihlali iddiasında bulunan başvurucuların aleyhlerine olduğu, uzun süren Anayasa Mahkemesi ve İHAM yargılamalarının makul sürede yargılanma hakkının ihlaline sebebiyet verdiği, yargılamada geçen zamanın telafisinin hiçbir şekilde mümkün olmadığı, bunun tazminat karşılığının da olamayacağı, hak ihlali iddialarının hızlı incelemesinin ve ihlal varsa bir an önce tespitinin yapılıp giderilmesinin geciktiği veya geciktirildiği her durumda mağduriyetlerin çoğaldığı, bu durumun ise kamu otoritesi tarafından dikkate alınmadığı, geçen uzun sürenin hak ihlaline sebebiyet veren kamu otoritesi tarafından lehe kullanıldığı, başvuruların umursanmadığı ve tazminat ödenerek karşılanmasının hedeflendiği, tüm bu nedenlerle uzun süreli hukukilik denetimlerinden umulan faydanın sağlanmadığı ve hak ihlaline uğradıklarını iddia edip haklılıkları tespit edilen başvurucuları memnun etmediği tartışmasızdır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)