Ankara Barosunda başkanlık yaptığım yaklaşık altı yıl içerisinde epeyce takdir, teşekkür, alkış almış, oldukça da düşman kazanmıştım. Ama bu doğaldı ve aslında başarılı olduğumun da kanıtıydı. Neden mi? Che Guevara söylüyor nedenini: ‘Düşmanın yoksa hayatta, hiçbir başarın yok demektir.’ Onun için Ankara Barosu başkanlığından ayrılıp Türkiye Barolar Birliği’ne giderken İsmet İnönü’nün şu sözleri geldi aklıma: ‘Takdir seslerini dostlarınızın alkışlarından değil, muarızlarınızın kin ve garaz dalgalarından alabiliyorsanız eğer, yolculuğunuz çetin, ama yaşanmaya değer olacaktır.

Evet, yeni bir yolculuk başlıyordu ve bu yolculuk oldukça çetin geçeceğe benziyordu. Nitekim öyle de oldu. Zira takdir seslerini dostlarımın alkışlarından daha ziyade muarızlarımın kin ve garez dalgalarından aldım. Ama öyle de olsa, böyle de olsa, yaşanması gereken şeyler de, yaşanmaması gereken şeyler de yaşandı ve bitti. Ve bütün bunlar, sevinciyle, acısıyla, mutlu mutsuz an’larıyla birer anı olarak belleğimde kaldı. Acı çektim belki, sıkıntılar, üzüntüler yaşadım belki, ama bunların sayesinde biraz daha büyüdüm, biraz daha olgunlaştım, biraz daha oldurdum kendimi. Yani tam da Nazım Hikmet’in dizeleriyle ‘… ustalaştım biraz daha taşı kırmakta, / dostu düşmandan ayırmakta…’ Ve hiçbir şeyden dolayı, yaptığım hiçbir işten, verdiğim hiçbir karardan, söylediğim hiçbir sözden, yazdığım hiçbir yazıdan dolayı en ufacık bir pişmanlık dahi duymadım.

Son bir söz: Eski New York Valisi Mario Cumomo, ‘seçim kampanyanı şiirle yapar, düz yazıyla yönetirsin’ diyor. Benim Ankara Barosundaki seçim kampanyalarımı takip edenler bilirler ya da hatırlarlar; ben de, bütün ‘seçim kampanyalarımı şiirle yaptım’, ama başkanlık yaptığım süre içinde Ankara Barosu’nu ‘düz yazıyla yönettim.’ Yani düz yazının gerektirdiği gibi noktasına, virgülüne uygun şekilde yönettim, düz yönettim, düzgün yönettim, adil yönettim, kim ne derse desin, tek başıma değil, yönetimle birlikte yönettim.

Her merhaba yeni bir vedanın başlangıcıdır’ diyor Buddha. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçilmem, Türkiye Barolar Birliği’ne ‘merhaba’ dememi, Ankara Barosu’na ise ‘veda’ etmemi gerektiriyordu. O nedenle, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçilmemden hemen sonra, bir ‘veda’, bir de ‘merhaba’ mesajı yayınladım.

Ankara Barosu avukatları ve çalışanları için yazdığım veda mesajıma, Mevlana’nın büyük eseri Mesnevi’ye başlarken yazdığı ‘Dinle, bu ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder’ diye başladım, Leo Buscaglia’dan hem ödünç, hem de ilham alarak şöyle devam ettim; ‘Mevlana’nın sözleriyle başladım, çünkü bu benim size son seslenişim. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçilmem nedeniyle bugün Ankara Barosu Başkanlığı’na veda ediyorum. Ankara Barosu Başkanlığından ayrıldığım bugün, görevimi hakkıyla yapmış olmanın, size, sizin verdiğiniz desteğe layık olmanın iç huzurunu ve mutluluğunu yaşıyorum. Bana güvenenlere, bana destek olanlara, verdikleri destek ve gösterdikleri güvenle beni ve birlikte görev yaptığım arkadaşlarımı başarıya taşıyan siz sevgili meslektaşlarıma en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Başta Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarım olmak üzere, diğer kurullarda birlikte görev yaptığım meslektaşlarıma, Baro Başkanı olduğum günden Birlik Başkanlığı’na seçildiğim güne kadar verdikleri emek ve unutulmaz destekleri için, mesleğimize, Baromuza kattıkları değerler için teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Baro Başkanı olarak göreve başladığım tarihten ayrıldığım tarihe kadar olan süre içinde, aklım, elim, kolum, ayağım olan, beni başarılı kılan, beni taşıyan, bana omuz veren Ankara Barosu’nun değerli ve özverili çalışanlarına teşekkür ediyorum. Riske girmemi, başarısız olduğum zamanlarda dahi yoluma devam etmemi sağlayan, beni destekleyen, bana tahammül eden eşime ve çocuklarıma teşekkür ediyorum.  Bana emek veren, fırsat veren, beni okutan, iş, aş, mülk sahibi yapan ülkeme, ülkemin insanlarına teşekkür ediyor, iyilikler, güzellikler diliyorum. Her biri bir diğerinden farklı ve değerli olan, benimle aynı görüşte olan veya olmayan, büyümeme yardımcı olan, beni destekleyen, bana mücadele gücü ve isteği veren, farklı görüşleri öğrenmeme, değişik açıları görmeme olanak sağlayan karşıt görüşteki meslektaşlarıma, bana en muhalif olanlara teşekkür ediyorum. Farkında olmadan yanımda bulduğum, bana yalnız olmadığımı anlatan, kendimi hatırlatan, ideallerimi, sevinçlerimi, üzüntülerimi paylaşan, beni dinleyen, beni seven, beni anlayan, beni önemseyen, bana huzur veren, nasihat veren, omuz veren arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Olmaz olan şeyleri olur hale getiren, umudu canlı tutan, yaşama gülerek bakmamı sağlayan iyimserlere, beni dengede tutan pragmatistlere, bana iyiliğin ne olduğunu öğreten kötülere, hayallerimi canlı tutan romantiklere teşekkür ediyorum. Saygılarımla.

Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı’na seçilmem nedeniyle Birlik delegelerinin tamamına gönderdiğim ve ayrıca Türkiye Barolar Birliği’nin WEB sayfasına da koyduğum 16 Haziran 2010 tarihli yazıda, duygu ve düşüncelerimi şu şekilde ifade ettim; ‘Demokrasi, yarışmaya, yani halkın tercihine dayanmakla,  farklı düşünce ve inançları kurucu unsur olarak kabullenmeyi, yani siyasi çoğulculuğu, fikirlerin birbirleriyle serbestçe rekabet etmesini, her türlü siyasi düşünce ve felsefenin kendisini özgürce ifade etmesini ve örgütlemesini, siyasi eşitliğe dayanarak gerçekleştirilen düzenli seçimleri gerektirir. Bütün bunlar, halkı yönetime ortak etmenin, diğer bir deyişle halkı yetkilendirmenin yolları ve araçlarıdır. Türkiye Barolar Birliği’nin 12-13 Haziran 2013 tarihlerinde yapılan 30. Olağan Genel Kurulu sonucu ortaya çıkan irade, sizin Türkiye Barolar Birliği yönetimine ortak olmanızın, bizzat kendinizi yetkilendirmenizin demokratik yolu ve aracıdır. O nedenle yapılan seçimlerin bir tek galibi vardır, o da Türkiye Barolarıdır, Türkiye Barolar Birliği’dir. Seçimi geride bırakmış olmakla, artık geleceğe bakmamız, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada el ele vermemiz, bilgiyi, aklı, siyaset ahlakının temel ilkelerini, hukuku, hukukun üstünlüğünü rehber alarak, Birlik olma iradesini, yani sevgiyi, saygıyı ve dayanışma ruhunu öne çıkararak, sabır, cesaret ve kararlılık içinde, ama çok çalışarak Birliğimizi, Barolarımızı ve Mesleğimizi yüksek değer yaratan bir konuma getirmemiz gerekir. Bütün bunları hep birlikte yapacağımıza olan inancımla, bana verdiğiniz destek için hepinize teşekkür eder, sevgi ve saygılar sunarım.

Seçilmemin ve mazbatamı almamın hemen ardından bir ilki, bu nitelikteki kurumların, kuruluşların başına gelen hiç kimsenin o güne kadar ve o günden sonra yapmadığı bir ilki yaptım. 3628 Sayılı Kanunun İkinci, Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmeliğin Sekizinci maddesi hükümlerine göre vermek zorunda olduğum ve verdiğim Mal Bildiriminin bir örneğini Türkiye Barolar Birliği’nin WEB sayfasına koymak suretiyle kamuoyuna açıkladım.

Fiilen ve hukuken görevime başladığım 16 Haziran 2010 günü düzenlediğim basın toplantısında şunları söyledim; ‘…çağdaş ve kurumsal yönetimin öncelikleri adil olmak, sorumlu davranmak, şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Bu ilkeleri uygulamak yöneticileri ve kurumlarını demokrat, denetlenebilir ve güvenilir kılar. Görev yapacağım süre içinde, beni seçen meslektaşlarıma her zaman hesap vermeye hazır olacağım. Bunun ilk göstergesi olarak mal bildirimimi Birliğimizin WEB sayfasına koymak suretiyle meslektaşlarıma ve kamuoyuna açıkladım.

 

Birlik Başkanlığına seçilmemin hemen arkasından sinir ucu iltihabı/zona oldum. Seçim sürecinde yaşadığım yorgunluğun, gerilimin hediyesi olan hastalığın ilk belirtisi Selanik’te kendisini gösterdi. Ankara’ya döndükten sonra başlayan tedavim on beş yirmi gün devam etti. Bu sürenin çoğunu evimde dinlenerek geçirdim.

‘… Hücre insanın kendisini tanıması, zihinsel ve duygusal süreçlerini gerçekçi ve düzenli bir şekilde gözden geçirmesi için ideal bir yerdir. Kişisel ilerleyişimizi değerlendirirken, sosyal konum, tanınmışlık, zenginlik ve eğitim düzeyi gibi dış etmenlere odaklanmaya eğilimliyizdir. Kişinin maddi konulardaki başarısını ölçmesi açısından bunlar elbette önemlidir; ayrıca pek çok kişinin hayatını bu tür şeylere bağladığını düşünürsek, bütün bunlar çok da anlaşılır şeylerdir. Ne var ki, bir insan olarak gelişimimizi değerlendirirken içsel yolculuklarımız çok daha can alıcı öneme sahiptir. Dürüstlük, içtenlik, sadelik, alçak gönüllülük, karşılıksız cömertlik, başkalarına hizmete hazır olmak, ruhsal yaşamın temelidir ve bu herkesin elinin altında dilediği miktarda mevcuttur. Ciddi bir iç gözlem yapmadan, kendini tanımadan, zayıf yanlarını ve hatalarını görmeden insanın bu tür konularda gelişme sağlaması mümkün değildir. Hücre başka bir şey vermese bile, size, hayatınızın tüm seyrini her gün gözden geçirme, içinizdeki kötüyü alt edip iyiyi geliştirme fırsatı sunar… Unutmayın ki, azizler yılmadan çabalayan günahkârlardır…

Bu sözler Nelson Mandela’ya ait. Anılarında yazıyor bunları. Mandela gibi hapis yatmamış, hücrede kalmamıştım. Ama hastalığım süresince evde kapalı kaldığım o dönem, benim için hücrede kalmak gibi bir şey oldu. O süreçte ben de hücredeki adam gibi kendimi gözden geçirdim. Kendi içime, kendi derinliklerime doğru yolculuklar yaptım. Azizler gibi hayatım boyunca yılmadan çalıştığımı, çabaladığımı düşündüm. İçimde kötülük yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. İyilik vardı, iyilikler vardı. Bunları daha da çoğaltmam gerekir dedim kendime.  Sadece bunlar değil, mesleğime, meslek örgütüme, ülkeme, insanlara hizmet etmek isteğim, hatta sevdam vardı. Ankara Barosu Başkanlığından sonra hizmet etme olanağını, fırsatını, bu kez Türkiye Barolar Birliği Başkanı olarak yakalamıştım. Bu fırsatı iyi değerlendirebilmek için işe hemen başlamam gerekiyordu ve öyle de yaptım.

Tedavimin sona ermesinden sonra Türkiye Barolar Birliği Dergisi’nin Temmuz-2010 tarihli sayısında yayınlanan ‘Umudun Cesaretiyle’ başlıklı yazımda, Birlik Başkanlığı’na seçilmemden sonraki duygu ve düşüncelerimi, tedavi sürem içinde kendi derinliklerime yaptığım yolculuğu şu şekilde ifade ettim;

‘Mazbatamı aldıktan sonra Türkiye Barolar Birliği’nin kapısından içeriye, Ankara Barosu Başkanlığı’na ilk seçildiğim gün yaptığım gibi, bir yandan “Tanrım, girdiğim yere doğrulukla girmemi, çıktığım yerden doğrulukla çıkmamı nasip et. Benden desteğini hiç esirgeme” (İsraf Suresi 80. Ayet) diye dua ederek; diğer yandan Anwari Soheili’nin, Sadi’nin Gülistan’ına yazdığı önsözündeki “Bir dünya malı elinden gittiyse,/Üzülme buna, hiçtir o/Ve bir dünya malı geçtiyse eline,/Sevinme buna, hiçtir o./Önünden geçer acılar ve zevkler,/Geç dünyanın önünden, hiçtir o.” dizelerini düşünerek girdim.

Sonra Birlik Başkanlığı’na adaylığımı açıkladığım günü, sonrasındaki günleri, seçildiğim günü düşündüm. Hemen aklıma Homeros’un İlyada’da yazdığı şu sözleri geldi: “Rüzgârın yerlere saçtığı yapraklar gibidir insan kuşakları, Yapraklar gibidir çocukların da; yapraklar gibidir sana coşkuyla övgüler yağdıran, seni eleştiren,  ya da seni lanetleyen insanlar; yapraklar gibidir seni itham eden, yargılayan ve mahkûm eden insanlar; yapraklar gibidir seni gizliden kınayan, ayıplayan veya alaya alan insanlar da. Onların hepsi ilkbaharda doğarlar, sonra rüzgâr gelir, yere savurur onları, sonra orman yenilerini üretir onların yerlerine.”

Duygu ve düşün dünyamdaki gezimi Homeros’un bıraktığı yerden Romalıların bilge hükümdarı Marcus Aureliusu konuşturarak sürdürdüm: “Geçmişte olan bütün şeylerin şimdi de olduğunu, gelecekte de olacağını düşün. Geçmişteki dramları, birbirinin aynı sahneleri gözünün önüne getir. Hadrianus’un ya da Antonius’un yahut Philip’in, İskender’in ya da Croisus’un saraylarını düşün; Sezar’ı düşün, Brutüs’ü düşün. Bunların hepsinde oyunun aynı olduğunu, yalnızca oyuncuların farklı olduğunu düşün.”

Buruk bir gülümsemeyle bunları düşündüm. Sonra kendi kendime “Hayal kırıklığına uğrama. İnsanları sevmeye, onlarla birlikte olmaya ve hareket etmeye devam et. Ama hiç şaşırma ve unutma: insanlar neyse odurlar. Onun için sen, ara sıra çık gökyüzüne seyret âlemi; bazen de in yeryüzüne seyretsin âlem seni” diyerek yaşananları geçmişte bıraktım ve “umudun cesaretiyle” geleceğe doğru yürümeye başladım.    

Başlangıçlar zordur. Yeni olmanın verdiği zorluklar vardır. Yüksek olan beklentilere cevap verememe korkusunun, başarılı olup olamama endişesinin getirdiği zorluklar vardır. Bütün bu zorlukları aşabilmek için, iş ahlakının birinci ilkesi gereği hemen işe koyulmak ve neyin varsa vermek gerekir. Ben de öyle yapmak istedim. Ama yorucu ve zorlu geçen seçim sürecinin hemen ardından yakalandığım sinir ucu iltihabı/zona hastalığı buna izin vermedi. Kutlamalarla, geçmiş olsunlar birbirine karıştı. Hastalık nedeniyle dinlenmeye mecbur edildiğim bu süreçte, bir yandan kendimi iyileştirmeye çalışırken, diğer yandan uzunca bir süreden beri ihmal ettiğim kendime zaman ayırdım. Dağılan düşüncelerimi topladım, duygularımı tamir ettim, öncelikli hedeflerimi gözden geçirdim, yapmayı tasarladıklarıma yeniden ayar verdim.

Günümüzde kurumsal yönetimin en başta gelen ilkeleri; adil davranmak, sorumluluk duymak, şeffaf olmak, günü geldiğinde önce vicdanına, sonra hesap vermek zorunda olduklarına yaptıklarının veya yapamadıklarının hesabını verebilmektir. Zira ve ancak bu ilkeler yöneticileri ve kurumlarını meşru, demokrat, denetlenebilir, güvenilir ve başarılı kılar. Dürüstlük ise bir meziyet olmayıp, zamandan, mekândan, statüden ve mazeretten bağımsız olarak, her insanın özünde bulunması gereken asli bir niteliktir.

Böyle düşündüğüm,  bugüne değin yürüttüğüm tüm gönüllü ve kamusal görevlerimde bu ilkelere sadık kaldığım için, Türkiye Barolar Birliği’ndeki görevime mal bildirimimi kamuya ve siz değerli meslektaşlarıma açıklayarak başladım.

Eskiden bir işin en başında olmak, gücü, yetkiyi, otoriteyi elinde bulundurmak ve bunları kullanmak bir kurumu veya kuruluşu yönetmek için, o kurum veya kuruluşa liderlik yapmak için yeterliydi. Ama artık bugün değil.

Bir yönüyle dünya işlerinin sınır ve denetim dışı kalması, plansız olarak ya da beklenmedik biçimde veya kendiliğinden biçimlenip varlık kazanması anlamına gelen küreselleşme olgusu, diğer yönden bilgi ve iletişim teknolojilerinin şaşılacak bir hızla yaşamımıza soktuğu yenilikler, esnek takım organizasyonlarına sahip olma gereksinimi, insanların geçmişe oranla farklılaşan beklentileri, talepleri ve benzeri diğer etkenler, günümüzde yönetim anlayışını bütünüyle değiştirmiş durumdadır.

Öyle olduğu için günümüzde liderlik yapmanın veya bir kuruluşu yönetmenin yolu, güç göstermekten, içi dışı boş süslü laflar etmekten, hamasetten geçmiyor artık. Bilgiden bilgilere ulaşmaktan, eski olanı, eskimiş olanı, işe yaramaz olanı terk edip yeni olanı uygulayabilmekten, buluşlara ulaşabilmekten, yeni değerler yaratabilmekten, yaşamınızı başka insanların kalplerine dokundurabilmekten,  başkalarını etkileyebilmekten, başkalarından etkilenmekten, bizzat eyleme geçmekten, başkalarını eyleme geçirebilmekten geçiyor.

Bu yönetim biçiminde gidilecek yol, sadece yönetim veya lider tarafından değil, kurumun veya kuruluşun her bir üyesiyle, her bir çalışanıyla birlikte yürümeyi ve keşfedilmeyi bekleyen bir yoldur. Katılımcılığı esas alan bu yönetim sürecinde, yaptıkları işe inancı olan, işine tutkuyla bağlı bulunan, alçak gönüllü, adil, dürüst ve algısı güçlü olan, gerçeği söyleyen, dinlemesini bilen, iyi ve ahlaklı insanlara ihtiyaç vardır.

Türkiye Barolar Birliği’nin kapısı ve olanakları, dün olduğu gibi bugün ve bugünden sonraki her gün bu nitelikteki insanlara ve meslektaşlarımıza açık olacaktır.  

On dördüncü yüzyılın sonlarına doğru Batı’da ortaya çıkan “İbret Oyunları”nın içerisinde en çok bilineni “Everyman”dir. İngilizce olan “everyman” sözcüğünün Türkçe karşılığı “sıradan insan”dır. On altıncı yüzyıla kadar halkın büyük bir ilgiyle izlediği bu oyunlar, temelde Hıristiyan ahlakını yüceltmeyi amaçlar. Bu oyunlardan birisinde, everyman ölüm meleği tarafından ziyaret edilir. Dünyadaki konukluğunun sona ermekte olduğunu anlayan everyman, bunun verdiği panikle kendisini götürmemesi, ölümünün ertelenmesi veya biraz geciktirilmesi yönünde yaptığı bütün talepler ölüm meleği tarafından reddedilir. Ölümden kurtulmasının mümkün olmadığını anlayan everyman, ölüm meleğinden son yolculuğu için yanına bir refakatçi almasına izin vermesini rica eder. Ölüm meleği bu isteği “eğer birisini bulabilirsen olur tabii” diyerek kabul eder. Bunun üzerine everyman kendisine son yolculuğunda refakat edecek birisini aramaya başlar. Ne var ki, bütün arkadaşları, yakınları, akrabaları değişik özürler bildirerek bu talebi kabul etmezler. Sonunda, everyman’e son yolculuğunda sadece yaşamı boyunca yaptığı işler eşlik eder.

Bir gün gelecek Türkiye Barolar Birliği’ndeki görevim sona erecek. Zira Buddha’nın şiirsel ifadesiyle “Her merhaba yeni bir vedanın başlangıcıdır. Hayatta hiçbir şey kalıcı değildir.” Önemli olan o gün geldiğinde, görevde iken yaptığımız işlerin, iyi işlerin, hizmetlerin arkamızda kalması, yaptığımız iyi işlerle, hizmetlerle anılmamızdır. Yani “baki kalacak olan bu kubbede hoş bir seda olmaktır.”     

Her gün olduğu gibi bugün akşam da uyumak için yatağımıza gideceğiz. Bunu yaparken yarın sabah yaşamaya devam edeceğimize ilişkin hiçbir güvencemiz yoktur. Ama öyle de olsa ertesi gün yapmayı düşündüklerimizle ilgili planlar yaparız. Esasen gelecek sadece bir plandan ibarettir. Buna da umut diyorlar. Eğer umut var ise, ki yaşamda her zaman için umut vardır, o zaman bir şeyler yapmak, bir şeyleri değiştirmek için fırsat da var demektir. Gelecek, kavga etmenin, kamplaşmanın, zıtlaşmanın, kırmanın dökmenin, bozmanın değil, bütünleşmenin günü, yeni kazanımlar elde etmenin, yeni değerler yaratmanın günü olmalıdır. Hepimizin istediği, hepimizin gönlünden geçen bu olmakla, başarılı olmamak, olamamak için hiçbir neden yoktur. O halde ve hep birlikte, daha iyi bir Barolar Birliği, daha iyi bir Türkiye, daha iyi bir dünya yaratmak için yola koyulalım. İnanıyorum ki, başarılı olacağız…