Türkiye’de özellikle lüks giyim ve tüketim malzemeleri satan yerlerin isimleri, Türkçe’de bulunmayan kelimeleri taşımaktadır.
            

English Home, Pierre Carden, Tommy Hildfiger, Abbate, Lazzoni, LC Waikiki, Collezione, Schafer, Media&Markt” bunların bazılarıdır.
            

Bırakın bu yerlerden alış veriş yapmayı, bu mağazalara girip çıkmanın bile ayrı bir havası var. İnsanın kapıdan girerken ve özellikle çıkarken yürümesi değişiyor, şöyle bir etrafa bakınıyor, tanıdık veya gören var mı diye.
           

Kadın ve erkek giysilerinde önemli markalar ise; “Lakoste, Calvin Clein, Divarese, Lancome, Cliniqute, Nine West, USS Polo Assn, Estee Lauder, Lee Cooper, Saint Laurent” gibi markalar.
           

Ayakkabı dünyası da böyle. Ayakkabının üzerindeki “Lumber Jack, Puma, Adidas, Nike, Dockers, Caterpillar, Kinetix, Reebok” gibi marka isimlerinin ve çizgilerinin görünmesi önemli bir ayrıcalık.
           

Ama isimleri telaffuz ederken dikkatli olmak gerek “Reebok” markasını yazıldığı gibi okur ve tezgahtardan isterseniz, baltayı taşa vurdunuz demektir.
           

Son zamanlarda çok moda olan, çok yaygın ve çok saygın islami giysi ve tesettür markaları ise ayrı bir alem: “Doque, AllDay, Nurşima, Veteksline, Healthy, Twilight, Hüma Kuşu, Tekbir Giyim, Sefa&Merve, Hicap Pretty” bunlardan bazıları.
           

Tamamı halis ipekten çeşitli ve pırıl pırıl renklerden oluşan bu giysiler “Zennube, abiye, tunik, ferace, şifon baskılı hicap şal, türban pamuklu jarse, destur yelek, ferace, kap” isimlerini taşıyor.
           

Lüks baskılı kocaman karton kutuları taşıyan bacılarımız bu dükkanlardan alış veriş yaparak, mağaza önünde bekleyen lüks ciplerine binip uzaklaşıyorlar.
           

Yerli üretim, milli sanayi kalmayınca olacağı budur.
           

Artık tarih olan ve unutulan “Yerli Malı Yurdun Malı, Her Türk Onu Kullanmalı” sözleri unutulunca da olacağı budur.
           

Gene de o günlerimiz iyi günlerimizmiş. Şimdi, hristiyan Sırbistan’dan “Helal Kesim kurbanlık et” ve yahudi İsrail’den “Helal üretim gıda maddeleri” ithal ediliyoruz.
           

Türkçe tabela dahi kalmadı.
           

Hiç değilse, eskiden yazılı yabancı marka ve isimleri taşıyan tabelaları zorlukla olsa dahi okuyabiliyorduk. Artık tabelaları okumak için “Arapça” veya “bilinmeyen bir dil’i” bilmek gerekiyor.
           

Hani TBMM’de bazı vekiller Kürtçe konuştukları zaman zabıtlara “bilinmeyen bir dil ile konuştu” diye yazılırdı ya, işte o bilinmeyen dil şimdi belediyelerde ve kamu kurumlarının tabelalarında yer alıyor.
          

Arapça’ya gelince artık, ülkemize sığınmacı olarak gelen Araplar, Türkçe öğrenmek bir yana “Siz niye Arapça bilmiyorsunuz” diye bize kızıyorlar. Türkçe öğrenmeye ve konuşmaya hiç hevesli görünmüyorlar.
           

Türkiye Cumhuriyetinin en eski ve en köklü kanunlarından biri olan “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” ile “Beynelmilel erkamın (uluslararası rakamların) Kabulü Hakkında Kanun” rafa kalktı.
           

Bu kanunlara göre “Devletin bütün daire ve kurumlarında ve bilcümle özel kuruluşlarda Türk harfleriyle yazılmış yazıların kullanılması zorunludur. ” ibaresine ve diğer bir maddesinde yer alan “Türkçe eğitim yapılan kurumlarda Türk harfleri kullanılır, eski harflerle eğitim yasaktır.” maddesine rağmen sokaklarda Arapça tabelalar, belediyelerde bilinmeyen bir dilde tabelalar ve okullarda Arapça öğrenimi almış başını gidiyor.
           

Türkiye ve Türkçe adeta bir işgal altındadır.

Bu işgale kapı açanlar ve göz yumanlar, Belediye Başkanından İçişleri Bakanına kadar yasalara göre suç işlemektedirler.
           

Yasalarda yer alan uygulama ve yaptırımların bir an önce ve noksansız olarak uygulanacağı ümidini taşımaktayız.
           

Bu, bir ümit olmaktan öte, yasal bir zorunluluktur. 

Av.A.Erdem Akyüz