1. Giriş

Kanun yoluna başvuru hakkı, mahkemelerce verilen kararlarda bulunan hataların giderilmesi ve adaletin teminine hizmet etmesi yönüyle temel insan haklarındandır[1]. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek 7. Protokol[2] m. 2/1’e göre;Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir”. Kanun yoluna başvuru hakkı, bu protokolden önce de dürüst yargılanma hakkının bir gereği olarak görülmekte idi[3].

İHAS Ek 7. Protokol m.2/2’de ise; Kanunla belirlenmiş hafif nitelikli suçlar bakımından veya ilgili kişinin, ilk davada en yüksek mahkeme tarafından yargılanmış veya beraat kararına karşı yapılan itirazın ardından hakkında mahkumiyet kararı verilmiş olması durumlarında, bu hakkın istisnalara tabi tutulabileceği ifade edilmiştir. Protokol, üç istisnaya yer vermiştir;

a. Kanunda gösterilen bazı “hafif suçlar”,

b. Sanığın ilk derece mahkemesi olarak en yüksek yargı merciinde yargılanması,

c. Beraat kararına karşı gidilmiş kanun yolunda verilen mahkumiyet kararı,

Bu hallerde protokol, hakka istisnalar getirilebileceğine, yani hakkın sınırlanabileceğine işaret etmektedir.

İHAS Ek 7. Protokolün 2. maddesinin, Türk Ceza Yargılaması Hukuku’nda düzenlenen istinaf sonrası temyiz müessesesini koruma altına almadığı ve bu yönde bir hak teşkil etmediği ileri sürülebilir. Türk Ceza Yargılaması Hukuku açısından bu maddede belirtilen hakkın karşılığı istinaf olup, verilen mahkumiyet hükmünün ikinci derece niteliğinde bir mahkeme tarafından incelenmesi esasına dayanmaktadır. Üçüncü derece yargı mercii kabul edilen ve amacı esas itibariyle kararların yeknesaklığını sağlamak olan temyiz mahkemesine erişim hakkı, Ek 7. Protokolün 2. maddesi ile güvence altına alınmamıştır. Dolayısıyla; cezaların ağır olması nedeniyle temyiz mahkemesi tarafından da incelenmesi gerektiği yönünde ortaya koyulacak görüşün, bu madde tarafından koruma altına alınmadığı kabul edilen temyiz aşaması gereğince savunulamayacağı düşünülebilir. Ancak İHAS m.6 kapsamında “mahkemeye erişim hakkı” gündeme gelebilir ki, bu görüş dahi tartışmalıdır, çünkü dürüst yargılanma hakkını düzenleyen m.6, başvuruculara “ikinci veya üçüncü derece mahkemelere başvurma hakkı” tanımamaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; yıllara sari içtihadında 6. maddenin bu yönde bir zorunluluk içermediğini ifade etmekle birlikte, taraf devletlerin ikinci veya üçüncü derece mahkemeye erişimi sağlaması halinde, bu merciler önünde görülecek uyuşmazlıklara da 6. madde hükümlerinin uygulanacağını ifade etmektedir. Bununla birlikte karşı görüşe göre; temyiz aşamasında Ek 7. Protokolün 2. maddesi kapsamına girebileceği, çünkü bu hakkın istisnalarından birisinin yargı merciinin en yüksek mahkeme sayılması hali olacağı, o halde bu istisnaya ulaşılıncaya kadar, yani hiyerarşik olarak üstü bulunan bir merciin kararının belirtilen güvence kapsamında kalması gerektiği savunulabilir. Sonuç olarak, temyiz aşamasının Ek 7. Protokol kapsamında değil de İHAS m.6’ya göre güvenceye sahip olduğu görüşü baskındır.

2. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda Öngörülen Temyiz Yasakları

Temyizi kabil olan ve olmayan kararları düzenleyen CMK m.286’ya göre, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir. Ancak;

a) İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları,

b) İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararları,

c) Hapis cezasından çevrilen seçenek yaptırımlara ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen; seçenek yaptırımlara ilişkin her türlü kararlar ve istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,

d) İlk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adli para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,

e) Adli para cezasını gerektiren suçlarda ilk derece mahkemelerinden verilen hükümlere ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,

f) Sadece eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,

g) On yıl veya daha az hapis cezasını veya adli para cezasını gerektiren suçlardan, ilk derece mahkemesince verilen beraat kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,

h) Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen bu tür kararlar veya istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,

ı) Yukarıdaki bentlerde yer alan sınırlar içinde kalmak koşuluyla aynı hükümde, cezalardan ve kararlardan birden fazlasını içeren bölge adliye mahkemesi kararları,

Temyiz edilemez. Kanun koyucu düzenlemeyle, kanun yoluna başvurma hakkının istisnasını teşkil eden hallere yer vermiştir. İstisna kapsamında kalan bu kararlar, istinaf incelemesinden geçtikten sonra kesinleşecektir.

Kanun yoluna başvurma hakkının istisnasını teşkil eden bu hükümlerden, (ı) bendinde yer alan “Yukarıdaki bentlerde yer alan sınırlar içinde kalmak koşuluyla aynı hükümde, cezalardan ve kararlardan birden fazlasını içeren bölge adliye mahkemesi kararları” ifadesi dikkate değerdir.

Hükümden anlaşıldığı kadarıyla; sanığın birbiriyle bağlantısı bulunan filleriyle ilgili veya tek bir fiilinin birden fazla kanun hükmünün ihlal ettiği yargılamalarda, mahkemenin vereceği hüküm birden fazla fiili kapsayacağından, temyiz yasaklarının her bir fiil hakkında ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hüküm özellikle her birisi “beş yıl” altında olan hapis cezaları ile ilgili bazı sorunları gündeme getirebilecek niteliktedir.

Bir hükümde yer alan birden fazla cezaya yönelik şu örnekler konunun anlaşılması bakımından kıymetlidir:

1. Birbirinin peşi sıra elli kişiyi dini duyguları istismar ederek dolandıran F’ye, yapılan yargılama sonucunda ikişer yıldan olmak üzere beş ayrı (toplam 100 yıl) ceza verilir.

2. Zincirleme suç hükümlerinin tartışılabileceği nitelikte iki adet sahte fatura kullanan F’ye, yapılan yargılama sonucunda zincirleme suç hükümleri uygulanmayıp üçer yıl (toplam 6 yıl) ceza verilir.

3. Mağdur M’yi, hürriyetinden yoksun bırakarak cinsel saldırıda bulunan F’ye, yapılan yargılama sonucunda, cinsel saldırı suçundan 4 yıl 2 ay, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezası verilir.

4. Kasten yaralama fiilini örgüt faaliyeti kapsamında işleyen F’ye, yapılan yargılama sonucunda kasten yaralama fiilinden 4 yıl 2 ay, örgüt üyeliği suçundan 1 yıl 8 ay ceza verilir.

Anılan madde hükmü gereğince, bu gibi hallerde, tek bir hükümde ayrı ayrı verilen bu cezalar, toplamda beş yılı geçse de temyiz edilemeyecektir. Ancak bir mahkumiyet kararında yer alan 5 yıl 1 ay hapis cezasının temyizi mümkün olabilecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda suçların içtimaı kurallarına yer verilmişken, cezaların içtimaına ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir[4]. Oysa 765 sayılı eski TCK döneminde, cezaların içtimaı benimsenmiş ve detaylı olarak düzenlenmişti[5]. Yürürlükte olan mevzuata göre cezaların toplanmasına ilişkin yegane düzenleme, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun m.99’da yer almaktadır. Buna göre, bir kişi hakkında hükmedilen her ceza birbirinden bağımsızdır. Ancak bir kişi hakkında hükmedilen birden fazla ceza koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanması bakımından toplanır. Mahkumun işlediği fillere ilişkin verilen cezalar, ayrı ayrı, birbirine eklenerek infaz edilecektir. Şu halde yukarıda verilen örneklerdeki sanıkların infaz edilen cezaları, tek tek beş yılın altında olsa da toplamda beş yılı aşmaktadır.

Sorunun çözümüne ilişkin şu iki sorunun açıklığa kavuşturulması gerekir; sanık hakkında yapılan “tek” yargılama sonucunda verilen hüküm “tek” bir hüküm müdür? Yoksa hükümde yer alan her bir ceza ya da karar birer hüküm müdür? Temyiz yasağının tespiti bakımından hükümlerin her birisi birbirinden bağımsız olarak mı ele alınacaktır?

Sorunun açıklığa kavuşturulması için, suçların içtimaı, bağlantı ve hüküm kavramlarına kısaca değinmek gerekir.

Hukukumuzda suçların içtimaına ilişkin bileşik suç, zincirleme suç, fikri içtima (aynı nev’iden ve farklı nev’iden) kuralları düzenlenmiştir. İstisna teşkil eden bu kuralların dışında aslolan gerçek içtimadır; ne kadar suç varsa o kadar ceza verilir. Bazı hallerde, bir fiile uygulanacak birden fazla suç tipinin olduğu düşünüldüğü hallerde hangi kanunun somut olaya uygulanacağını belirleyen görünüşte içtima kuralları vardır.

Biri diğerinin unsurunu teşkil eden suçlar bileşik suç olarak nitelenir ve fail bu fillerin bütününü unsur olarak düzenleyen suça göre cezalandırılır (hırsızlık ve cebir suçları yerine, yağma suçu gibi). Bir suç işleme kararı kapsamında bir kişiye karşı birden fazla kez aynı suçun işlenmesi halinde tek bir suça verilecek ceza artırılarak tatbik edilir (mala zarar verme suçunun mağdurun birden fazla malına karşı işlenmesi gibi).

Fikri içtima kuralları ise, tek bir fiil ile birden fazla suçun oluştuğu hallerde tatbik edilmektedir. Oluşan neticeler farklı mağdurlara karşı aynı suçu teşkil ediyorsa aynı nev’iden (TCK m.43/2), farklı suçları teşkil ediyorsa farklı nev’iden (TCK m.44) fikri içtima kuralları tatbik edilir.

Bazı hallerde ise, fiil tek kabul edilse bile kanun koyucunun oluşan her bir sonuç bakımından, yahut ihlal edilen her bir suç tipi bakımından gerçek içtima kuralları uygulanmaktadır. Örneğin, tek bir bomba ile birden fazla kişiyi öldüren faile her bir ölüm için ayrı ayrı ceza verilir. Cebri unsur olarak düzenleyen suçlarda; cebrin belirli bir düzeyi aşması halinde, ayrıca kasten yaralama suçunun tatbiki gündeme gelecektir (TCK m.109/6, m.119/2 gibi).

Bağlantı ise; CMK m.8’e göre, bir kimsenin birden fazla suçtan sanık olması veya bir suçta birden fazla sanık bulunması halinde davaların birleştirilerek görülmesidir. Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılmaktadır (CMK m.8/2). Geniş bağlantıyı düzenleyen CMK m.11’e göre aralarında m.8’e göre bir bağlantı olmasa da mahkemenin bakmakta olduğu davalar arasında bağlantı görmesi halinde, bunların birleştirilmesine karar verebilir. Bunların dışında Yargıtay, davalar arasında hukuki ve fiili ilişki bulunması halinde davaların birleştirilerek görülmesi gerektiğine karar vermektedir[6]. Bağlantılı davaların birleştirilmesi, hem usul ekonomisine katkı sağlayacak ve hem de maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ile dürüst yargılamayı mümkün kılacaktır.

Görüldüğü üzere, bağlantılı olduğu düşünülerek birleştirilerek tek bir mahkemede görülen bir davada, yargılanan fiillerin tümü içtima kurallarını ilgilendirir nitelikte değildir. İçtima tartışmalarının hiç gündeme gelmeyeceği durumlarda dahi, davaların birleştirilerek görülmesi mümkündür.

Hüküm, kovuşturma aşamasında duruşmayı bitiren ve dava konusu hakkında yargılama makamı tarafından verilen nihai bir karardır[7]. CMK m.223/1’de, “duruşma sona erdikten sonra hüküm verilir” ifadesine yer verildikten sonra, hüküm çeşitleri sayılmıştır; beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşme kararı. Maddenin hükme verdiği anlam ele alındığında, hükmün hem dava konusunu, yani iddianamede gösterilen olayı çözen ve duruşmayı bitiren bir karar olduğunu, hem de bu çözümün içerisinde yer alan her bir kararın da hüküm olarak nitelendiği sonucuna ulaşabiliriz. Şu halde, geniş ve dar olmak üzere hükme verilen iki anlam bulunmaktadır. Yukarıda vermiş olduğumuz örnekleri dikkate aldığımızda, her bir yargılama sonucunda geniş anlamda tek bir hüküm verilecek ancak bu hükümler dar anlamda birden fazla hükmü bünyesinde barındıracaktır.

Bunun yanında tek bir hükmün içinde birden fazla cezanın olması da mümkündür. Örneğin; suça verilecek cezanın hapis cezası ve adli para cezası olarak belirlendiği suçlarda, tek bir hüküm olacak; ancak bu hüküm birden fazla cezayı ihtiva edecektir. Bu halde temyiz sınırının belirlenmesi bakımından, hüküm içerisinde yer alan cezaların bütününün dikkate alınması gerektiği hem öğreti[8] hem de Yargıtay tarafından kabul edilmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15.7.2008 tarihli, 2008/3-173 E., 2008/190 K. sayılı ve 1412 sayılı CMUK’un temyiz hükümlerinin uygulandığı dönemde 2.000 TL’ye kadar olan adli para cezalarına ilişkin temyiz yasağı bakımından ele aldığı uyuşmazlığa ilişkin kararında; “Bir suç nedeniyle verilen karar içerisinde yer alan cezalardan her biri ayrı bir hükmü oluşturmayıp, bu cezaların tamamı tek bir hükmü meydana getirmektedir. Bu nedenle de; çeşitli nedenlerle hükmün içerisinde birden fazla “cezanın” bulunduğu hallerde, temyiz sınırının belirlenmesi açısından cezaların her birinin miktarına değil, toplam ceza miktarına bakılması gerekir. Buna karşılık, aynı kararın içerisinde birden çok hükmün bulunması halinde, temyiz sınırı her hüküm için diğerinden bağımsız olarak ayrı ayrı değerlendirilmelidir.” sonucuna vararak Yerel Mahkemenin verdiği -birisi hapis cezasından çevrilen, diğeri doğrudan hükmedilen- iki ayrı adli para cezasının toplanması suretiyle temyiz yasağının belirlenmesi ve temyiz talebinin kabulü görüşünü benimsemiştir[9]. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun ele aldığı dosyada; fiilin karşılığı olarak, hem hapis cezası ve hem de adli para cezası öngörülmüş, mahkeme hükmettiği hapis cezasını TCK m.50 kapsamında adli para cezasına çevirmiştir. Hapis cezasına çevrilen adli para cezasının miktarı ile adli para cezasının miktarı ayrı ayrı temyiz sınırının altında kalmaktadır.

Yargıtay içtihadına yansıyan olaya benzer şekilde, kasten işlenen bir suç dolayısıyla, verilecek mahkumiyetin yanında, birer güvenlik tedbiri olan hak yoksunluklarına ve müsadereye hükmedilmesi de mümkündür. Bu durumda tek bir suçun sonucu olarak mahkeme birden fazla hüküm verecektir; zira mahkumiyet gibi, güvenlik tedbirleri de birer hükümdür. Bu halde, şüphesiz mahkumiyet hükmü ile birlikte diğer hükümlerin de temyizi mümkün olacaktır.

İfade ettiklerimiz çerçevesinde, bir kararın temyiz edilebilmesi bakımından her bir hükmün tek tek ele alınmadığı, hükmün kaynağına bakıldığı, yani bir suçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının dikkate alındığını söyleyebiliriz. Bunun dışında bir yargılama sonucunda verilen hükmün (geniş anlamda) içerisinde yer alan ve farklı suçlardan kaynaklanan her bir hükmün diğerlerinden bağımsız olarak ele alınarak temyiz sınırı değerlendirmesi yapılacaktır. CMK m.286/1-ı’da tam olarak bu hususu açıklığa kavuşturmaktadır.

Belirtmeliyiz ki; özellikle içtima kurallarını ilgilendiren ve failin tek ya da birbiri ile ilişkili fiillerine ilişkin yapılan yargılamalarda verilen hükümler üzerinde durmalıdır. Örneğin; yağmaya teşebbüs suçuna iştirak eden ve fiilin bir örgütün faaliyeti kapsamında işlendiğini bilen ve örgüt üyesi olmayan F, tek bir fiili ile hem teşebbüs aşamasında kalmış nitelikli yağma suçundan (TCK m.149 ve m.35) hem de örgüt adına suç işlemekten dolayı (TCK m.220/6) mahkumiyetine hükmedilecektir. Bu durumda failin işlediği fiil tek olmasına karşın, kanun koyucunun fiile verilecek cezayı iki ayrı suç tipi olarak düzenlemesi nedeniyle, yargılama sonucunda iki ayrı cezaya hükmedilecektir. Oysa kanun koyucu, örgüt adına suç işlemeyi suçun nitelikli hali olarak düzenlese idi, belki fail hakkında tek fakat iki suçun toplamına denk bir cezaya hükmedilecek ve fail temyiz sınırı sorunu ile karşılaşmadan karara karşı kanun yoluna başvurabilecek idi. Buradaki hak mahrumiyeti kanun koyucunun, failin tek fiiline, iki ayrı suç tipinde ceza öngören hukuki nitelemesinden kaynaklanmaktadır. Failin kanun yoluna başvuru hakkını, kendisinden kaynaklanmayan bir nedenle elinden almak isabetli değildir.

Kanaatimizce; Yargıtay’ın kriter olarak ele aldığı “tek bir suç” kriteri, “tek bir fiil” bakımından hükmedilecek birden fazla ceza bakımından da tatbik edilmelidir; zira fiilin birden fazla suçun ihlali olarak nitelenmesi, suçların bağımsız olarak düzenlenmesi, failin uhdesinde değildir.

CMK m.286/1-ı, zaten yüksek olan temyiz sınırını çok daha yukarı taşımaktadır. Kanun yoluna başvuru hakkının esas, bu hakkın yokluğunun ise istisna olduğu değerlendirildiğinde, bir olay nedeniyle yargılanan sanığın çok yüksek sürelerde cezalara çarptırılması -sırf bu hüküm nedeniyle-, maddi ve hukuki denetimden yoksun kalacak ve bu temel hakka aykırılık teşkil edecektir. Çalışmamızın içerisinde belirttiğimiz gerekçelerin yanında, kanaatimizce, CMK m.286/1-ı’da yer alan ve her bir cezanın ayrı ayrı değerlendirilmesi esasını getiren bu düzenlemenin yürürlükten kaldırılması isabetli olacaktır. Bu kapsamda; temyiz kanun yoluna başvuru sınırı olarak koyulan “5 yıl” kriteri, önemli mağduriyetleri gündeme getirecek niteliktedir.

Bölge adliye mahkemeleri faaliyetlerine henüz kısa süre önce başlamış ancak bu süreçte mahkemelerin işleyişi ile ilgili ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Faaliyete geçtiği tarihten itibaren, CMK m.289’da yer alan kesin hukuka aykırılık halleri çerçevesinde önemli sayıda “bozma” kararı verilmiş, bu durum tartışmalara sebebiyet vermiş ve akabinde bozma yetkisini ciddi olarak kısıtlayan düzenleme getirilmiştir. Bu durum bölge adliye mahkemelerinde birikecek dosya sayısını artıracaktır. Bu ise, yerel mahkemelerce verilen kararlarla ilgili kaliteli denetim yapılma olanağı azaltacaktır. Hukuki denetimde yapılan yanlışların yüksek temyiz yasağı sınırları ile denetimsiz bırakılması ise, hak ihlallerine ve adalet duygusunun zedelenmesine yol açacaktır. En azından; istinaf kanun yolu sonrasında, bir mahkumiyetin temyize tabi olup olmaması hususunda ceza miktarı olarak “5 yıl hapis” esasından hareket edilecekse, o mahkumiyet kararında yer alan cezaların toplamının dikkate alınması isabetli olacaktır, yoksa her biri üçer veya dörder yıl olan 10 veya 15 ayrı, fakat bir mahkumiyet kararında toplanmış mahkumiyet kararları bakımından sanığın temyiz hakkına sahip bulunmadığının kabulü, hakkaniyete, vicdana, eşitliğe ve adalet duygusuna uygun düşmemektedir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Araş. Gör. Erkam Malbeleği

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

------------------

[1] Feridun Yenisey/Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınları, 2015, s.861.

[2] Türkiye, İHAS’a ek 7 no.lu Protokolü 02.05.2016 tarihinde onaylamıştır. Bu Protokolün 9. maddesi uyarınca, Türkiye açısından 01.08.2016 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, 7. maddesi uyarınca içerdiği hak ve güvenceler İHAS’a ek hak ve güvenceler niteliğindedir.

[3] Fatih Selami Mahmutoğlu, "Aleyhe Bozma Yasağı - Kesin Hükmün Engelleyici Etkisi - Lehe Yasa Kuralının Uygulanması - Somut Cezanın Saptanmasında Alt Sınırdan Uzaklaşılması", Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1, "Köksal Bayraktar'a Armağan", 2010, s.280, dp.2.

[4] Fatma Karakaş Doğan, "Türk Ceza Hukukunda Cezaların İçtimaı Kurumunun Düzenlenmesi Gerektiği Üzerine", Ankara Barosu Dergisi, 2011/3, s.87.

[5] Kanunun 68 ila 77. maddelerinde cezaların içtimaı kurallarına yer verilmiştir.

[6] “Sanık avukatın sahte senede dayanarak, yakınana ait taşınmazları haciz ettirerek satılmasına neden olduğunun iddia edilmesi karşısında; aynı eylem nedeniyle senet ve icra takip alacaklıları ile tebligat alıcıları ve posta memurları hakkında resmi evrakta sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından Ağır Ceza Mahkemesine açılıp, görülen kamu davasıyla sanık avukat hakkında açılan bu dava (görevde yetkiyi kötüye kullanmak) arasında eylemsel ve kişisel bağlantı olması nedeniyle davaların birleştirilmesi ve sanık avukatın eyleminin resmi evrakta sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarını oluşturup oluşturmadığı veya diğer sanıkların eylemlerine iştirak niteliğinde olup olmadığı tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir” Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 16.12.2008 tarih ve 2008/9553 E., 2008/22047 K. sayılı kararı Yener Ünver/Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, Adalet Yayınevi, 2014, s.141.

[7] Geniş bilgi için bkz. Koray Doğan, “Ceza Muhakemesinde Hüküm”, Ceza Hukuku Dergisi, Ağustos 2008, s.7, 2008, s.171 ve devamı.

[8] Cumhur Şahin, “Kanun Yoluna Başvurma Hakkı Bağlamında Temyiz Edilebilen ve Edilemeyen Kararlar (Ceza Muhakemesinde Kesinlik Sorunu)”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, s.2, 2013, s.113; Yener Ünver / Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukukuna Giriş, 9. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s.840.

[9] Ayrıca bkz. Yargıtay CGK, 15.07.2008, 2008/3-174 E., 2008/191 K. (www.kanunum.com).