Düşünce sisteminin bir gerçeği olarak, sosyal kurumların en önde gelen erdemi adalettir.‘ John RAWLS

“…Artık Kafka’nın küçük fablındaki adamın, atını eyerlemesini istediği hizmetçinin nereye gideceğini sorduğunda verdiği cevaptaki gibi bir yere gitmeliyim. ‘Buradan uzağa, işte hedefim.’ Zen adamları gibi bugünün, şimdinin ötesine geçmeliyim. Kendime yeni hedefler bulmalı, hayatıma yeni anlamlar katmalı, yeni heyecanlar yaşamalıyım.



Ama öyle de olsa, her şeyin geçici olduğuna, her başlangıcın bir veda, her vedanın bir başlangıç olduğuna inanan ve bunu hayatına uygulayan bir insan olarak, düne veda etmem, bugüne ve yarına merhaba demem benim için çok da zor olmadı. En sevdiğim özelliğim, en iyi yönüm de budur benim. Bir yerlere, bir şeylere takılıp kalmamaktır yani. Zamanla beraber akıp gitmektir. Geçmişe değil, hep ileriye, hep geleceğe bakmaktır. Geleceğe doğru yürümektir. Ben de öyle yaptım. ‘Yetenek takdir edilmediği yerden göçer’ diyor İbn-i Sina. Ben de takdir edilmediğim yerden göçtüm. Takdir edileceğimi umduğum yere, yerlere doğru yürümeye başladım. ‘Hayatı kaybetmekten daha büyük bir acı vardır; hayatın anlamını kaybetmek’ diyor Erich Fromm. Bundan esinlenerek ‘seçim kaybetmekten daha büyük bir acı vardır; hayatın anlamını kaybetmektir’ dedim, hayatın, hayatımın anlamını kaybetmediğim için sevindim, hayatıma yeni anlamlar, heyecanlar bulmak ve katmak için her zaman olduğu gibi geleceğe doğru yürüdüm, hala da yürüyorum.

Seçimi kaybettiğime sevindim. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı yaptığım üç yıl içinde kendimi özlemiştim zira. ‘İnsan kendini özler mi? /  Özler!’ diyor Hilmi Yavuz ve şöyle devam ediyor; ‘bizler ilinekleriz, / bizler yol sefilleriyiz… / uzakta, kendimin hayali, / bölük pörçük ve paramparça; / bir daha görse miydim? / kendine akıyor denizler… / insan kendini özler mi? / özler! nerdesin ben? / bulsam da bir mühür gibi / hayatımın eski defterinin / soluk, lekeli, özürlü, / çizgili ve saman kağıdına geçirsem / benim sanki ben şimdi ne değilsem…/ bir insana bırakılmış olan keder / ve kelimelerin kalbi… / yazmak, kelimelerin / kalbine girmektir / şiirse bir insana / bırakılmış olan keder… /  boşuna! / toplasam bir gülü ne eder? / o hiçbir şey olmayan nedir? / bir defterin büyüttüğü yazların / içinden, içinden, içinden / akan sözler mi durdu? / durur! / sen ki akşamın nasılsa kendi başına var ettiği mazinin / içinden, içinden, içinden / dağıttın onu… / ve heder ettiğin o sözlerine bakıp bir ömrün: / ah! dedin, nesi kaldı, talan edilmedik, / yıkıma uğrayan tahayyülün?’ Özlediğim kendime kavuştuğum için sevindim. Bir başka zamanda, bir başka yerde ve görevde‘talan edilmeyecek, yıkıma uğramayacak tahayyüller kurabilmek, eserler bırakabilmek, heder edilmeyecek sözler söyleyebilmek’ adına sevindim…”

Yukarıdaki bu sözler, çok yakında FÎHİ MÂ‐FÎH/İÇİNDEKİLER İÇİNDEDİR adıyla yayınlanacak olan anılarımdan alınmış küçük bir bölüm. Türkiye Barolar Birliği’nin 26 Mayıs 2013 tarihinde yapılan seçimlerinden sonraki duygu ve düşüncelerimi yansıttığı ve bugün geldiğim noktayı açıkladığı için paylaştım bu bölümü sizinle.

Geleceğe doğru yürümeye başladığım o günden bugüne kadar geçen süre içinde, duygusal olarak ağır yaralar aldığım, yalpaladığım, bocaladığım, topalladığım anlar, zamanlar, gün ve günler oldu elbette. Ama gelen zaman içinde ve giderek ben bunların hepsini aştım. Sırtımdaki yükleri boşalttım. Lüzumsuz insanları, boş insanları, istismarcı insanları, sözde dostları, sözde arkadaşları fırlattım attım hayatımdan. Yeni arkadaşlar, yeni dostlar, yeni zevkler edindim. Kendime yeni, yepyeni bir dünya kurdum.

Anılarımda da ifade ettiğim gibi takdir edilmediğim yerlerden başka yerlere, talan edilmeyecek, yıkıma uğramayacak tahayyüller kurabileceğim, eserler bırakabileceğim, heder edilmeyecek sözler söyleyebileceğim, başkaca yeteneklerimi gösterebileceğim yerlere göçtüm.  O gün bulunduğum noktadan uzağa, çok uzaklara doğru yürüdüm. Zen adamları gibi o anların, o zamanların, o günlerin ötesine geçtim. Kendime yeni hedefler edindim, hayatıma yeni anlamlar kattım, tarifsiz yeni heyecanlar buldum, yaşadım,halen de yaşıyorum.

Ne mi yaptım, neler mi yaptım? 19 Ocak 2014 tarihinde, ahsencosar.wordpress.comadıyla bir blog kurdum kendime. O günden bugüne kadar geçen üç yılı azıcık aşan zaman içinde bu blogda, hukuk üzerine, avukatlık mesleği üzerine, sanat üzerine, edebiyat üzerine, felsefe üzerine, siyaset üzerine 43.339 kez okunan 247 adet yazı yazdım. Bu yazılarımdan seçtiklerimi “Bir Gözyaşı, Bir Gülümseme” adıyla kitaplaştırdım ve 2015 yılının Mayıs ayında yayınladım. Yaklaşık 2000 sayfadan oluşan ve üç cilt olarak düzenlenen anılarımı tamamladım ve basılmak üzere yayınevine verdim. Panel, forum adıyla düzenlenen üç beş toplantıya katıldım. Obama’nın “Ceza Adaleti” üzerine yazdığı Harvard Legal Review dergisinde yayınlanan yaklaşık 50 sayfadan oluşan makalesini ve başkaca yazıları Türkçeye çevirdim ve bloğumda yayınladım. Üç beş gazeteye ve internet sitesine röportaj verdim. Ve elbette asıl işimi, yani mesleğimi yaptım, yapıyorum.

Ama bütün bunlardan çok daha önemli, çok daha değerli bir başka hizmet daha yaptım. Kırk altı yıl önce yayınlanan, yayınlandıktan sonra pek çok ülkenin diline tercüme edilen ve ne yazık ki Türkçeye tercüme edilmemiş olan Amerikalı siyaset bilimci ve hukukçu John Rawls’ın yazdığı 513 sayfadan oluşan A Theory of Justice/Bir Adalet Teorisi isimli kitabı Türkçeye çevirdim.

Özel hayatımda ve mesleki kariyerimde başkanlıklarım da dahil, kendi çapımda ve alanımda önemli ve değerli pek çok iş, pek çok hizmet yaptım. Ama diyebilirim ki, bugüne kadar yaptığım hiçbir iş, hiçbir hizmet, benim için bu kitabı Türkçeye çevirmek kadar önemli ve değerli olmamış, bana manevi yönden keyif vermemiştir. Esasen bunu da bu amaçla ve bunun için yaptım. Zira profesyonel bir çevirmen değilim ben. Pozisyona, statüye, bir şey olmaya bağlı hırslarım yoktur benim.

Geçmişte bir zamanlar bir şeyler olduysam eğer, bir şey olmak adına değil, bir şeyler yapabilmek adına oldum ve çok ama çok önemli ve değerli işler, hizmetler yaptım. Pozisyona, statüye bağlı hırslarım olmamakla birlikte, entelektüel hırslarım, bir şeyler yapmaya dair hırslarım vardır benim. Onun için Bilkent Üniversitesinde ders verdiğim yıllarda okuduğum ve ders malzemesi olarak kullandığım bu kitabı, profesyonel bir iş, bir hizmet olarak değil, hukuki, felsefi ve entelektüel bir zevk olarak, ilgi duyanlara hizmet olsun diye tercüme ettim.

Modern siyaset ve hukuk felsefesi üzerine yazılmış klasik bir başyapıt olan, bu alanlarda paradigma değişikliklerine yol açan ve çok yakında Phoenix&Siyasal Yayınevi tarafından yayınlanacak olan bu kitaba “Çevirenin Önsözü” başlığı altında yazdığım yazıyı, kitap hakkında az çok bilgi edinmek isteyenler için ve onlara yararlı olur diye aşağıda paylaşıyorum.

‘Amerikalı siyaset bilimci ve hukukçu John Rawls’ın “A Theory of Justice/Bir Adalet Teorisi” isimli kitabının Türkçe tercümesi olan bu eser, çağdaş bir sosyal sözleşme teorisidir. Nitekim John Rawls kitabına yazdığı önsözde bu hususu “Benim amacım, örnekleri Locke, Roussseau ve Kant’da bulunan sosyal sözleşme teorisini genelleştirmek, benzer nitelikteki bu teorilerin yüksek düzeydeki soyutlamasına ulaşan bir adalet kavramı sunmaktır” demek suretiyle ifade etmektedir.

Bilindiği üzere, geleneksel sözleşme teorisyenleri olan Locke’un, Rousseau’nun, Hobbes’un sosyal sözleşme teorisi yazmaktan amaçları; siyasal itaat yükümlülüğünün ve siyasal topluma, yani devlet merkezli topluma geçişin temelini ve nedenlerini araştırmaktır. Gerek geleneksel sözleşme teorileri, gerekse Rawls’ın teorisi, tarihsel bir gerçeklik değil, hukuki, siyasal, düşünsel, felsefi ve sosyolojik bir kurmacadır. Yani varsayımsaldır. Adalet anlayışı konusunda Rawls’ı geleneksel sosyal sözleşme teorisyenlerinden ayıran en önemli husus, onun teorisinin toplumdaki tüm değerlerin dağıtımının, gelir ve refahla sınırlı olmaması, özgürlük gibi, eşitlik gibi, siyasal güç gibi, hayatın sunduğu fırsatlar gibi anlamlı değerler üzerine kurulu olmasıdır.

Rawls’un adalet üzerine olan bu çalışmasının bir diğer özelliği, kendisinin de ifade ettiği üzere, bu çalışmanın, Anglo‐Sakson siyasi düşüncesini uzun bir süreden bu yana çekip çeviren faydacılık/utilitarianism kuramına, sistemli ve kabul edilebilir bir alternatif oluşturacak bir adalet kavramı olmasıdır. Rawls’a göre böyle bir alternatif oluşturmak istemesinin birinci nedeni, faydacılık kuramının anayasal demokrasi kurumları temelinin zayıf olmasıdır.

Yakın Doğu Üniversitesi’nin değerli akademisyenlerinden Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu’nun “John Rawls Adalet Teorisi ve Temel Kavramlar” isimli gerçekten okunmaya değer eserinde ifade ettiği üzere “Rawls, adil bir toplumda toplumsal işbirliğinin nasıl inşa edileceğine ilişkin izlenecek yolu sorgularken bunun Tanrı iradesine ve ahlaki değerler düzenine bağlı yapılamayacağını, toplumsal işbirliğinin aktörleri olan eşit ve özgür bireylerin karşılıklı avantajı üzerine bir anlaşmayla mümkün olacağını belirtmektedir. Rawls’un teorisinde bu anlaşmaya orijinal pozisyon aracılığıyla ulaşılmaktadır.

Rawls’a göre “orijinal pozisyon/başlangıç durumu”, geleneksel sözleşme teorilerindeki “tabii hal/state of nature” durumuna, yani doğa durumuna tekabül eden bir kavramdır. Bu aynı zamanda, adalet ilkelerinin seçilmesinde işlevsel olan düşünsel ve fakat tarafsız bir zemindir. Rawls’un ifadesiyle orijinal pozisyon/başlangıç durumu, “eşit ve özgür bireylerin, adil işbirliği temelinde birleştikleri, bunun koşullarını belirledikleri ve yine bütün bunların kamusal kabul edilebilirliğini aradıkları bir pozisyondur.” Kurmaca, yani varsayımsal bir durum olan orijinal pozisyondaki/başlangıç durumundaki insanlar, “veil of ignorance/cehalet perdesi” arkasında, alternatif adalet ilkelerini araştırmakta ve tartışmakta, bu ilkelerin ihtiyaçları karşılamasının gerekliliği içinde hareket etmekte, özgür ve eşit bireyler olarak adalet ilkelerini bu bilinçle ve bizzat kendileri seçmektedirler.

Rawls’a göre, başlangıç durumunun esaslı özellikleri arasında, hiç kimsenin o kişinin toplumdaki yerini, sınıfını, sosyal statüsünü bilmemesinin yanı sıra, o kişinin kendisinin de, doğal varlıkların, yeteneklerin, zekanın, kuvvetin ve benzeri diğer şeylerin dağıtılmasındaki kendi şansını bilmemesi vardır. Dahası Rawls, bu durumda olan tarafların, kendi iyi kavramları ile özel psikolojik eğilimlerini de bilmediklerini varsayar. Adalet ilkeleri bir cehalet perdesinin arkasından seçilmiştir. Seçimin bu şekilde yapılmış olması, Rawls’a göre doğal bir şans veya beklenmedik durumlar tarafından belirlenen tercih/seçim ilkelerinin, hiç kimsenin lehine ya da aleyhine olmamasını sağlar. Herkes benzer bir şekilde konumlandığında, hiç kimse kendi lehine ya da aleyhine olan ilkeleri biçimlendirme gücüne sahip olamaz ve dolayısıyla adalet ilkeleri bir pazarlığın ve adil bir anlaşmanın sonucunda oluşur.

Sadece hukukun, hukuk devletinin, hukukun üstünlüğünün, Rawls’ın ifadesiyle, düşünce sisteminin bir gerçeği olarak, sosyal kurumların en önde gelen erdemi olan adaletin değil, Sivil İtaatsizlik, Vicdani Ret, Ahlak, Yetki/Otorite Ahlakı, Ortaklık/İştirak Ahlakı, İlkeler Ahlakı, Ahlaki Duyguların Nitelikleri, Ahlak Psikolojisinin İlkeleri, Eşitlik, Özgürlük Kavramı, Vicdan Özgürlüğü, Hoşgörü, Hoşgörüsüzlüğün Hoşgörüsü, Siyasal Adalet ve Anayasa, Sosyal Adalet, Katılma İlkesinin Sınırları, Sezgicilik, Faydacılık, Hedonizm/Hazcılık, İstikrar, İyilik, Hınç, Kıskançlık, Utanç, Mükemmellik, Özsaygı gibi başlıklar altında siyasetin, siyaset biliminin, siyaset felsefesinin, genel felsefenin, ahlakın, etiğin, insani özelliklerin ve değerlerin de ele alınıp işlendiği eser, gerçekten zengin bir içeriğe sahiptir ve pek çok yönüyle ilginçtir. Okunmayı hak eden, çok dikkatli, sindire sindire okunması gereken, sadece hukukçuların değil, iktisatçıların da, sosyologların da, siyasetçilerin de, felsefeye ilgi duyanların da okuması gereken bir kitaptır.

1971 yılında yazılmış, dünyanın pek çok ülkesinin diline çevrilmiş, üzerine pek çok kitap yazılmış, eleştiri ve inceleme yapılmış olmasına rağmen bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş ve ilk kez benim tarafımdan çevrilmiş olan bu önemli eserin, özellikle akademik çevrelerde ve entelektüel düzeyde ilgiyle karşılanacağını, adalet ve hukuk konularında son derece ciddi sıkıntılar yaşayan ülkemizin önemli bir ihtiyacını karşılayacağını ve bu konulara yeni bir yol ve anlayış getireceğini umuyor ve bunu diliyorum.

Kitabın çok büyük kısmında birebir tercüme yapmakla beraber, birebir tercüme yapılması durumunda anlaşılması çok zor olan, Rawls’ı eleştirmek haddim olmamakla birlikte, son derece dağınık ve soyut ve hatta absurd olan, yer yer fikir uçuşmaları ve tekrarlar bulunan bazı bölümlerinde, akıcılığı ve anlaşılmayı sağlamak için yazarın ana fikrine sadık kalarak anlam tercümesi yaptım. Bazı sözcük, kavram ve kurumların anlaşılmasını sağlamak ve kolaylaştırmak için “çevirenin notu” adı altında açıklamalarda bulundum.

Yaklaşık sekiz dokuz aylık son derece yorucu, emekli ve yoğun bir çalışmanın ürünü olan bu çevirinin yapılmasında, gerek Türkçenin bir felsefe dili olmaması, gerekse İngilizcedeki bazı kavram ve kurumların Türkçede tam olarak karşılıklarının bulunmaması, bir çok sözcüğün birden fazla anlama gelmesi, tercüme eden kişinin sadece İngilizce bilmesinin yeterli olmaması, hukuk, felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi vs. gibi alanlarda da bilgi sahibi olmasının gerekmesi ve esasen Rawls’ın ifade tarzının ve İngilizcesinin çok ağır olması nedeniyle zorlandığım bölümler ve zamanlar oldu. Bu bölümlerin tercümesinde bana yardımcı ve destek olan Dr.MeralGüçeri’ye, Dr.Mehmet Ayral’aSabahat Yazıcı’ya ve Bilkent Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesinden öğrencim, şimdi ise avukat ve akademisyen adayı olan Ünal Yıldız’a, avukat olan kızım H.Zeynep Coşar Salih’e, kitabın editörlüğünü yapan ve kitabı yayına hazırlayan Fatma Gedikoğlu Üstün’e çok şey borçluyum. O nedenle, bana verdikleri destek ve katkı için isimlerini saydığım hepsi birbirinden değerli bu güzel insanlara ve yine kitabın çevirisi için beni tercih eden ve bu suretle beni onurlandıran yayınevi sahibi Ünal Sevindik’e, kitabın basımında emeği olan yayınevi ve matbaa çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.’

V. Ahsen Coşar