İki gündür Hande Kader için yazılanları okuyorum. Hiçbiri yeterli gelmiyor ve galiba öfkeliyim. Neden öfkeliyim biliyor musunuz? Sadece trans bir kadın yakılarak öldürüldüğü ve trans olduğundan bu durum yeterince önemsenmediği için değil. Bu durumu önemsiyor görünenlerin dahi büyük çoğunluğunun samimi olmadığını maalesef gördüğüm için.

Hande Kader’in cesedi Zekeriyaköy’de neredeyse 1 hafta önce bulundu. Fakat çoğunlukla feminist gruplar dışında kimse bunun farkında değildi. Ayşe Arman dün çıktı bir röportaj yaptı, konu patladı. Peki, Ayşe Arman röportaj yapmasaydı? Bakıyorum da bu ülkede, kadının insan hakkı ihlalinin değeri bu ülkede Ayşe Arman’ın yaptığı röportajlar kadar! Bu ülkede kadın cinayeti haberlerinin değeri, haberin basıldığı gazetenin tirajı kadar!

Dolayısıyla kimse kusura bakmasın Hande’nin katline ilişkin konu patladıktan sonra yazıp çizen, twit atan “göz önünde”ler çok da samimi gelmiyor bana. Tutturmuşuz bir “Özgecan da böyle öldürüldü ama bu olaya hiç ordaki gibi tepki…” Yahu geçelim artık bu kısmı. Bütün cinayetleri Özgecan örneği üzerinden değerlendirmek dahi hedefe ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Her kadın cinayeti kendine özgü, her biri ayrı ayrı önemli. Çünkü mesela, hadi Hande transtı,  beyni örümcek ağı kaplılar onun katlini reva gördü, peki Alibeyköy’de oturan Halide Teyze’nin katli? 55 yaşında, okuma-yazma bilmeyen, ev hanımı, iki çocuk annesi Halide Teyze? Onu niçin önemsemiyoruz? Halide Teyze boşanmak istedi yıllar sonra. Sebebi önemli değil, sebepsiz de olabilir; fakat hani bu ülkede sebepler önemli ya madem, açıklayayım: Kocasının her gün, allahın cezası her bir gün uyguladığı psikolojik, fiziksel, ekonomik, cinsel her ne cinsten varsa işte o cinsten şiddet dayanılmaz bir noktaya gelmişti ve boşanmak istedi. Fakat kocası istemedi. Bu da Halide Teyze’yi katletmek için gayet yeterli bir sebepti. Halide Teyze bunun farkındaydı. Bu sebepten her gün evde uyuduğu odanın kapısını kilitler, kapının arkasına çekyatı çeker, gece tuvaleti geldiğinde gidemez, odadaki yoğurt kabına çişini yapardı. Çocukları üzülmesin diye anlatmazdı. Bir gün, pırlanta gibi tek başına yetiştirip babalarından koruyup kolladığı evlatlarından birinin evine gitti, çocuklar gerginliği az çok biliyorlardı, annelerini eve göndermek istemediler. Halide Teyze, evine gitmekte ısrarcıydı zira evlatlarını rahatsız etmek istemezdi. O gece yine evine gitti. Odasının kapısını kilitledi. Çekyatı kapının arkasına sürdü. Yoğurt kabı masanın altındaydı.  Belki uyumuştu, belki uyuyamamıştı bilemiyoruz fakat kocası odaya giremediği için kapının camını kırdı. Ve domuz öldüren dedikleri içinde 9 saçma bulunan domdom kurşunuyla Halide Teyze’yi kafasından vurdu. Sonra ne yaptı biliyor musunuz? Tüfeği boynuna astı, kollarını açarak ve gerinerek mahallenin sokaklarında gururla yürüdü ve teslim oldu..

Evet, biz Halide Teyze’yi de önemsemedik. Halbuki, Özgecan gibi o da vahşice katledilmişti. Üstelik Halide Teyze trans da değildi. Yahut sevgilisiyle beraber de yaşamıyordu. Yahut dekolte de giymemişti..

Günlerden şu meşhur 15 Temmuz günü. İnsan haklarına duyarlı bir arkadaşım aradı; “Tuba bir kadın var trans, Antalya’da yaşıyor, bir adam tarafından bıçaklanmış, ilgilenebilir misin yahut sesini duyurabilir miyiz?”

Hemen aradım. Mağdur, trans kadın Derya Hanım, zorlanarak da olsa konuşuyor benle. Diyor ki; “Ben bu apartmana taşınırken, apartmanda oturan bir adam benim trans olduğumu duyunca olay çıkardı, taşınmamı engellemek ve taşındıktan sonra da gitmem için türlü iş yaptı. Her defasında taciz etti, ben karşılık vermeyince şiddet uyguladı. Mahkemeye verdim hatta ceza aldı birinden. Fakat devam etti. Yine bir gün apartmana girerken elinde ekmek bıçağıyla üstüme yürüdü. Savurduğu bıçağı tuttum, hatta elim yarıldı. Tüm bunlar sokağın ortasında oluyordu fakat kimse yardım etmiyordu. Kendimi korumak için sağ tarafımdaki pencereyi kırdım, kırılan cam parçasıyla adama savuşturmaya çalıştım. Durmadı, bıçağı göğsüme sapladı; Allahtan kaburgama denk geldi de ölmedim. Şimdi evde yatıyorum. Yanımda bir komşum bekliyor. Adamı saldılar, 24 saat bile almadılar. Polisten koruma talep etmiştim bir hafta önce. Ama arıyorum, karar hala onaylanmadı diyorlar. Adam aşağıda apartman kapısında bekliyor. Bunlar değil de, ben bütün mahallenin kedilerini köpeklerini beslerim. Hayvanlarım açtır şimdi, kim bakıyor onlara acaba?..”

Bunları duymak bile bu kadar korkunçken, acaba yaşamak? diye düşündüm.. Sonra, dur, dedim. Empatinin zamanı değil, polisi ara. Antalya’da koruma talebinin yapıldığı karakoldaki ilgili –pardon ilgisiz- memurla görüştüm. Tabi ki de şöyle dedi; “Avukat Hanım, anlıyorum, biliyorum o meseleyi evet, konu önemli tabi oldukça fakat benim şu an başka işlerim var, 155’i arayın, hoşçakalın, sağolun, güle güle..” Çat!

Hayatımda öfkeden kudurma halet-i ruhiyesini hakkıyla yaşadığım nadir anlardan biriydi. E tabi kararlıyım, alacağım o kararı. Hmm, alırsın.. İstanbul’dan Antalya’ya.. Zaten alsan bile uygulanmadıktan sonra.. O garabet gece darbe girişimi oldu. Sonrasında ben günde iki kez Derya Hanım’ı aradım, yaşıyor mu diye. Yaşıyordu. Şans işte. Konuyu Ayşe Arman’ın gazetesine haber yaptık. Ama hikmet Ayşe Arman’ın kendisindeymiş. Zira kimse okumadı. Kimse tepki vermedi. Kimse harekete geçmedi. Aradan 15 gün geçti, o koruma kararı çıkmadı. Çıksa da uygulanmadı. Derya Hanım yaşıyor mu bilmiyorum, artık aramaya utanıyorum..

Görüyorum ki; bu ülkede bir kadın hakkı ihlalinin önemsenmesinin birkaç şartı var: Öncelikle kadının ölmesi lazım. Kadının mümkünse genç, güzel, masum, eğitimli ve heteroseksüel olması lazım. Konuyu Ayşe Arman’ın haber yapması lazım. Belki birkaç ayrıntı daha. Bunlardan biri eksik olursa sıkıntı..

Hemen belirteyim; ben her daim insan hakkı ihlali söz konusu olduğunda, aman bir şekilde gündeme gelsin de nasıl gelirse gelsin, derim. Çünkü, halkın toplu tepkisinin ne derece etkili olduğunu bu işin en zemininde mücadele veren biri olarak çok iyi biliyorum. Fakat, yukarıda belirttiğim şartların bir araya gelmesini beklersek eğer, daha çok yolumuz olduğu kesin. Bu noktada yolu bir miktar da olsa kısaltmak adına, göz önünde olan, belirli bir kitleye hitap eden insanlara çok önemli bir görev düşüyor. Yetişebildikleri kadar bu haksızlıkları yazmalılar, dile getirmeliler, paylaşmalılar. Yazmak, dile getirmek için olayın patlamasını beklememeliler. Zira, çok sevdiğim Stefan Zweig da söyler, sessiz kalmak suça ortak olmaktır. Zira, böyle böyle farkına varacağız, çoğalacağız. Hatta, bana sorarsanız her biri kendine insan hakları (kadın, çocuk, eşcinsel, azınlık hakları..), çevre hakkı yahut hayvan hakları konusunda bir misyon edinmeli, gelişmeli ve aktarmalılar. Fakat bu biraz fazla bir istek oldu sanırım. Olsun. Umut fakirin ekmeği. Belki bir gün o da olur..

Madem öyle; İstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği Hande Kader için 21 Ağustos Pazar günü Taksim/Tünel’de saat 19.00’da bir yürüyüş düzenledi. Gerçekten duyarlı olan, acil bir mazereti yoksa gelir diye düşünüyorum. Bizden hatırlatması..