Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi. Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni…’ NESİMİ

BOZKIR KURDU!

Çoğu sıradan ve amaçsız bir hayat yaşayan günümüz insanının en büyük trajedisi sadece bir kalabalıktan ibaret olan bir toplumun içinde yaşamasıdır. Kendi değerlerinden uzaklaşmış ve hatta kendi değerlerini çok büyük ölçüde kaybetmiş olan bu toplumda, insanın hayatını kolaylaştıran pek çok nesne, teknolojinin sağladığı birçok kolaylık ve olanak vardır. Ama insana dair olan şey ya da şeyler çok azdır. Arkadaşlık yoktur, dostluk yoktur, sevgi yoktur, aşk yoktur, yardımlaşma, dayanışma ruhu yoktur, içtenlik yoktur. Çoğu ilişki kirlenmiş veya kirlenmeye hazır durumdadır. Gündelik hayata egemen olan bir dolu şey anlamsızdır. İnsanı manevi yönden doyuracak bir hedef yoktur. Amaçsızlık alıp başını gitmiştir.

Böylece yaşadığı topluma ve kendisine yabancılaşan insan için iki seçenek vardır: ya birlikte yaşadığı toplumun çoğu yozlaşmış, çoğu sevgisiz, çoğu çıkarcı insanlarına benzemek, böyle yaparak yaşadığı toplumla ve oradaki insanlarla uzlaşmak, ya da sadece kendisini koruyabilmek, olabildiğince temiz kalabilmek için sadece bir kalabalıktan ibaret olan o toplumdan uzaklaşarak yalnızlığı seçmektir.

Yalnızlığı seçen insanı bekleyen tehlike Tevrat’ın dediği şeydir; yani ‘it is not good for man to be alone’, yani ‘yalnızlığın insan için iyi bir şey olmamasıdır.’ Yalnızlık insan için iyi bir şey değildir, zira sosyal bir varlık olan insanın doğası toplum içinde ve başka insanlarla birlikte yaşamaya programlanmıştır.

Çaresizlikle de olsa seçilmiş bu yalnızlık, Tevrat’ın uyardığı, psikologların dediği gibi ruhsal bir çatışmayı da beraberinde getirir. Kişiliği yeteri kadar güçlü olmayan, kendi kendine yetinmesini bilmeyen, kendisiyle barışık olmayan insan, yalnız kaldığı takdirde bir süre sonra belki de bir daha hiç iyileşmeyecek derecede hastalanır.

Kişilik olarak güçlü ve kendisiyle barışık olan, kendi kendisine yetinmesini bilen insan için seçilmiş bu yalnızlık, insanın kendisini tanımasına, kendisiyle yüzleşmesine, hesaplaşmasına olanak sağlar. Seçilmiş bu yalnızlıktan insan hastalanarak çıkmaz, güçlenerek çıkar ve hayata, hayatına çok daha sağlıklı biçimde devam eder. Zira yaşadığı bu yalnızlık süreci insanı kalabalıkların kendisine bulaştırdığı hastalıklardan arındırır, bulaşacak olası hastalıklardan korur. İnsan yalnız kaldığı ve kendisiyle hesaplaştığı, yüzleştiği bu süreçte temel sorunun kendisiyle barışık bir hayat sürmek olduğunu mutlaka görür ve hayatını buna göre düzenler.

Bütün bunları neden mi anlattım? Sözü, yani bu yazıyı Hermann Hesse’nin ‘Bozkır Kurdu’ isimli olağanüstü güzel, etkileyici, eğitici ve öğretici romanına bağlayacağım da onun için anlattım.

Hermann Hesse romanının tanıtımıyla ilgili olarak yazdığı yazıda şunları ifade eder: ‘Okurlarıma romanımı, nasıl anlamaları gerektiğini ne anlatabilirim ne de böyle bir şeye kalkışmak isterim. Yeter ki bu kitabi okuyan herkes, içinde kendisinden bir şeyler bulsun ve bundan yararlansın. Gene de, Bozkır Kurdu’nun öyküsünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yok olmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim.

Hermann Hesse’nin bu söyledikleri tam da benim bu yazının girişinde ifade ettiklerimle örtüşen şeyler. Hesse’nin vurgu yaptığı insanı kemiren şeylerin başında; insanın çok, insanlığın çok az olduğu ve sadece bir kalabalıktan ibaret bulunan toplum gelir. O toplumdaki kalabalığın içindeki duygudan, düşünceden, uygarlıktan, terbiyeden uzak, ikiyüzlü, çıkarcı, ilkesiz, omurgasız, hem insan, hem de kurt olan parçalanmış kişiliklere sahip insanlar gelir. Bütün bunlardan bunalan, toplumun yozlaşan, kirlenen değerleriyle çatışan insan gelir. O insanın kendisine yabancılaşması, yaşadığı hayatı anlamsız bulması ve yalnızlığı seçmesi, yani bozkırın kurdu olması gelir. Bozkırın kurdunun kendisiyle yüzleşerek arınması, iyileşmesi, içindeki kurttan kurtularak insan olarak topluma geri dönmesi gelir.

Buna göre ‘Bozkır Kurdu’, düşünen, ince şeyleri düşünen, hızlı bir hayat yaşamakla, fikir insanı olmak arasında, kurt veya insan olmak arasında gidip gelen yalnız bir ruhun hikayesidir. Bu yönü ve içeriğiyle ‘Bozkır Kurdu’, statüsüyle büyük olanların, önemli ve fakat değerli olmayanların, hasta kişiliklerini saklamak için maskeli dolaşanların, parayla, makamla adam olduğunu sananların, hayatı ıskalayanların yüzüne inen okkalı bir şamardır.

Bu noktada kitabın kahramanı Harry şunları söyler; ‘İstersem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştığı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlamam ve paylaşmam olanaksız. Diğer yandan, benim o şenlikli saatlerimde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu olan şeyleri dünya tanısa tanısa sanat yapıtlarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları. Yaşamın içinde ise hepsini kaçıkça buluyor. Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen bu Amerikalılaşmış insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir. O zaman ben kaçık birisiyim, o zaman sık sık kendime verdiğim isimle ben bir bozkır kurduyum, yolunu şaşırıp kendisine yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım…

Gelelim kitaba ve kitabın en çarpıcı bölümü olan ‘Sihirli Tiyatro’ kısmına.

Hermann Hesse’nin modernliğin ve onu esir alan modern insanın yaşadığı yer her neresi ise orada hayatın içinde sıkışıp kalmasını, yani sıkıntılarını ve bunalımlarını konu alan ‘Bozkır Kurdu’ adlı romanının ana karakteri Harry, çok fazla seçeneğinin olmadığı bir dünyada sıkışıp kaldığını hisseder.

Her şeyin sıradanlaştığı, rutinleştiği, anlamsızlaştığı bir hayatı sürdürmeye zorlanmaktan dolayı oldukça rahatsız olan Harry, bu duygular içerisindeyken gizemli bir müzisyenle karşılaşır. Gizemli müzisyen onu ‘Sihirli Tiyatro’ denen gizli ve özel bir odaya götürür. Odanın kapısındaki tabelada ‘Yalnız Deliler İçin. Giriş Bedeli: Zihniniz’ yazılıdır.

Harry girdiği bu ‘Sihirli Tiyatro’da kendisini ‘kapılar ve sihirli aynalardan oluşan uçsuz bucaksız bir dünya’nın içinde bulur. Harry orada kırılmış, parçalanmış imgeler/yüzler görür. Bu imgelerin/yüzlerin bir kısmı neşeli, bir kısmı kırgın ve üzgün, bir kısmı başkalarını suçlayıcı, bir kısmı da son derece iç karartıcıdır. Orada öylece dolaşırken hayalinde kendisi için birçok olası hayatlar canlandırır ve birdenbire heyecan verici bir özgürlük dünyasının var olduğu duygusuna kapılır. Kendi kendisine ‘Havada bir çekicilik vardı. Sıcaklık beni sarmalayıp sürükledi’ diye düşünür ve zaman duygusunu kaybeder. Orada bulunduğu süre içinde ‘çok katmanlı bir dünyanın, yıldızlı bir gökyüzünün, biçimlerin, durumların, evrelerin, kalıtımların ve gizil güç kaosunun’ varlığını fark eder. Hepsinden önemlisi, kendi çılgınca hayallerine ve başkalarınınkine gülmeyi öğrenir.

Stephan Covey’e göre Harry’nin bulunduğu yer aslında, kategorik zıtlaşmalardan kurtulmak, üçüncü alternatifi bulmak için uygun bir ortamdır. Zira bulunduğu yer, tüm olasılıkların masaya yatırıldığı, herkesin katkıda bulunabildiği, hiçbir fikrin yasak olmadığı bir ‘Sihirli Tiyatro’dur. Burası herkese açıktır. İnsanlar burada egolarını kaybetmişler, en doğruyu kendilerinin bildikleri yönündeki iddialarından vazgeçmişlerdir. Çünkü buradaki tüm fikirler deneyseldir. Öyle olduğu için orada bulunan herkes her şeyi düşünme ve söyleme hakkına sahiptir. O nedenle hiç kimse tutarlı olmadığı gibi tutarlı olmak da kimsenin umurunda değildir.

Harry burada bir yanı kurt, bire yanı insan olan kendi bölünmüş kişiliğiyle yüzleşir. Bu yüzleşmeden amaç modern insanın adeta parçalanmış kişiliğiyle şizofrenik bir hayat yaşadığını ortaya koymak, parçalanmış bu kişilikleri uyum içinde birleştirmek ve yaşatabilmektir. Zira insan olarak çoğumuzun olumlu yönlerimiz olduğu kadar, büyütülmeyi, yontulmayı, ehlileştirilmeyi, terbiye edilmeyi gerektiren eksikliklerimiz de vardır. Bütün mesele bunun farkında olmamız, bunun için kendimizi tanımamız, kendimizle yüzleşmeye ihtiyaç duyup duymamızdır. İyileşme süreci bundan sonra gelecektir zira.

Stephan Covey’e göre ‘Sihirli Tiyatro’ya girmek, yani iyileşmeyi istemek bir paradigma değişikliğini gerektirir. Oraya girdiğinizde yargıları, önyargıları askıya almanız şarttır. Zira orada sadece ve sadece tartışmak, eleştirmek ya da herhangi bir şeyi sonlandırmak için bulunmamanız gerekir. Bunların hepsi daha sonra gelecektir ya da gelmeyecektir. ‘Sihirli Tiyatro’da çalışmadan çok eğlence, sona erişten çok başlangıç, çözümden çok öneri vardır. Orası modeller oluşturup yok etmenin ve yeni bir başlangıç yapmanın yeridir. Tercih kişinin kendisine aittir.

Esasen ‘Sihirli Tiyatro’da, Hesse’nin dediği gibi, ‘Sizi binlerce olasılık bekler.’ Bu olasılıkları seçmek ise size kalmıştır.

Hazırsanız deneyebilirsiniz. Belki iyileşirsiniz!