Ceza davalarına giren meslektaşlarım belki farkındalar belki de sistemin getirdiği  yükle umursamıyorlar ama Ceza Yargılaması ile ilgili ciddi endişelerim var. Sanıyorum hakimler ceza yargılamasını otomatlaştırmaya çalışıyorlar. Ceza yargılamasında sisteme  125 çek, 43 yapıştır, adli para cezasına çevir, 231 uygula” şeklinde talimatlar vererek nerede ise tüm yargılama sujelerini hayrete düşürür bir yaklaşım oluşmaya başladı. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hakime böyle bir tolerans tanıdığını ben kanunun hiçbir maddesinden çıkaramıyorumki eminim hepiniz aynı düşünüyorsunuz. Peki nereden doğuyor bu usul? Yani kulaktan kulağa oluşan bir şey mi? Bir hakimin ben böyle uyguladım çok makbul bir usul diyip diğerine diğerine sonra diğerine aktardığı bir bilgi akışı olmamalı bu.

En basit örneklerden biri “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” kurumunun hakim tarafından uygulanması. Burada devreye tamamen hakimin yarattığı hukuk giriyor. Kovuşturmanın başladığı ilk gün hakim sanığa soruyor : “Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını istiyor musun ?”  Sanık bu arada müdafiine bakıyor ve hakim sanığı uyarıyor! “Bana bak lütfen.”  Burada çok net hakimin yarattığı hukuk var. Ceza Muhakemesi Kanunu böyle bir uygulamaya izin vermemektedir.

Kanun çok açıkça şöyle demektedir: “Sanık hakkında yapılan yargılama sonunda ispat faaliyeti bitirildikten sonra, sanığın isnat edilen fiili kusurlu bir şekilde gerçekleştirdiği için suçlu olduğu tespit edilirse mahkumiyet kararı verilir ve cezanın belirlenmesine geçilerek ceza verilir. Ceza belirlenmeden doğrudan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına geçilmesi bozma sebebidir. Gelgelelim, ceza hakimi hiçbir zaman Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kurumunu kanunun yazdığı gibi uygulamamaktadır. Sanık müdafii olarak daha kovuşturmanın en başında kendisine sorulan soruyu reddetmesi ve sonradan beyanda bulunması ile ilgili müvekkillerimi defalarca uyarmaktayım. Ceza hakiminin böyle bir beyanın daha sonra verilmesine karşı tavrı ise oldukça sert olmaktadır. Burada “kamu davasının mecburiliği prensibinin istisnası” olarak ortaya çıkan HAGB’nin sanık için her fırsatta en elverişli yol gibi görülmesi imkansızdır. Düşünün ki daha sanık kendini ispat vasıtalarını ortaya koymadan, sanığın, hakimin HAGB istiyor musun sorusu ile karşı karşıya kaldığını… Burada ne düşünür dünüz? Doğal olarak, hakimin kararını çoktan verdiğini, mahkumiyet kurduğunu düşüneceksiniz. Sanık bu durumda savunma yapmak isteyecek midir? Savunma dokunulmazlığı zarar görmeyecek midir?

Sanık ile sanık müdafii arasında organik bir ilişki olduğunu düşünmeyen ceza hakiminin, sanığın müdafii ile göz temasını bile çok görmesi, ek savunma hakkının kullanıp kullanılmayacağını sanığın müdafiine sormadan, sanığa doğrudan soru yöneltmesi ve sonrada da savunma dokunulmazlığından bahsedilmesi…

Tüm bunları neden mi anlatıyorum, Ceza Yargılamasının hakimin yarattığı hukuktan ibaret olduğunu düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi de o yüzden.


Bu köşe yazısı, sayın Av. Sabire Sanem YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için gönderilmiştir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.