Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Nilüfer Yenice
 
 
Kesinleşmiş ve infaz edilebilir bir ceza mahkumiyetinin, kanunda öngörülen belirli sürelerin geçmesiyle birlikte infaz edilememesi, yani devletin sözkonusu mahkumiyeti infaz edebilme yetkisini ortadan kaldıran sürenin dolması “ceza zamanaşımı” olarak adlandırılır. Kanun koyucunun her suça özgü bir ceza zamanaşımı süresi öngörme amacı, hükümlü hakkında verilen hapis cezasının infazını ve dolayısıyla suçluluğu mahkeme hükmü ile kesinleşip tespit edilen hükümlünün cezalandırılmasını sağlamaktır. Zamanaşımı müessesesi, uluslararası hukukta öngörülen ve bağlayıcılık arz eden bir uygulamadır. Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 10. maddesinde; dava veya cezanın, kendisinden iade talep edilen taraf veya iade talebinde bulunan taraf mevzuatına göre zamanaşımına uğramış olması halinde hükümlünün iade edilemeyeceği düzenlenmiştir.
 
Zamanaşımının, işlenen suçun türüne, cezanın nevi ve miktarına göre değişiklik arz ettiği görülmektedir. Bir anlamda kanun koyucu, cezanın infazına bir süre sınırı getirmek suretiyle, yargılama ve cezalandırma hakkından vazgeçmektedir. Zamanaşımı süreleri belirlenirken, verilen cezanın süresiyle bağlantılı olarak infaza ilişkin bir denge gözetilmiştir. Mahkemece verilen ceza miktarı artarken, zamanaşımı süresi de uzamaktadır. “Ceza zamanaşımı” başlıklı TCK m.68/1’de; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarında kırk yıl, müebbet hapis cezalarında otuz yıl, yirmi yıl ve daha fazla süreli hapis cezalarında yirmidört yıl, beş yıldan fazla hapis cezalarında yirmi yıl, beş yıla kadar hapis ve adli para cezalarında on yıl geçmesiyle birlikte kanunda öngörülen cezanın infaz edilmeyeceği ifade edilmiştir.
 
Ceza zamanaşımı süreleri, hükmedilen cezanın nevi ve süresine göre belirlenir. Ancak bu ceza kesin hükümle tespit edildiğinden, zamanaşımı süresini belirleme yönünden ele alınacak ceza, hükümde yazılı olan sonuç cezadır.
 
Hükümde yazılı olan ceza iki çeşit olup da, birisi hakkında zamanaşımı gerçekleşse, fakat diğeri hakkında zamanaşımı gerçekleşmiş olmasa, örneğin mahkeme 6 yıl hapis ve 500.000,00-TL adli para cezasına hükmettiğinde, aradan 10 yıl geçmesi durumunda infaza ilişkin sorunun nasıl çözümleneceği 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 112. maddesinin ikinci fıkrasında, “Nevileri başka başka cezaları havi hükümler, en ağır ceza için konulan müddetin geçmesiyle ortadan kalkar.” şeklinde düzenlenmiştir. Kanunda belirtilen “en ağır ceza” ibaresinden kastedilenin, nevi itibariyle ağır olan ceza olmayıp, daha uzun süreli zamanaşımı gerektiren ceza olduğu düşünülmektedir[1].
 
5237 sayılı TCK m.68/4’e göre; “Türleri başka başka cezaları içeren hükümler, en ağır ceza için konulan sürenin geçmesiyle infaz edilmez”. Aynı suç için verilen hüküm, farklı cezaları (hapis ve para cezasını içeren kararlar)içermekte ise, en ağır ceza için (hapis cezası için) öngörülen ceza zamanaşımı süresi dikkate alınır. Burada “ağır ceza” ibaresinden kastedilenin, daha uzun süreli zamanaşımını gerektiren ceza olduğu ve bu cezaların da tek bir suç için verilen cezalar olduğu kabul edilmektedir[2].
 
Kural olarak, asli cezanın zamanaşımına uğramış olması durumunda fer’i ceza zamanaşımına uğramaz[3].
 
TCK m.68/4’ün madde metninde;
 
- Mahkeme hükmünde birden fazla suç için belirtilen farklı cezalar ve dolayısıyla bu farklı cezalar için öngörülen farklı zamanaşımı sürelerinden hangisinin “ceza zamanaşımı” hususunda dikkate alınacağı,
 
- Mahkeme hükmünde tespit edilen bir suç için belirtilen farklı cezalardan, hangisi için öngörülen zamanaşımı süresinin dikkate alınacağı,
 
Hususlarında açıklık bulunmadığı, bir başka ifadeyle “en ağır ceza” ibaresinin ilk ihtimalde mi, ikinci ihtimalde mi uygulanacağı hususunda kesin, anlaşılır ve somut bir tespite yer verilmediği görülmektedir. Yine madde gerekçesinde, TCK m.68/4’ün nasıl uygulanması gerektiğine dair bir açıklama bulunmadığını da belirtmek isteriz.
 
Ancak TCK m.69’un gerekçesinde tartışma konumuzla ilgili şu açıklamanın yapıldığı görülmektedir; “Madde metninde cezaya bağlı olan veya mahkemenin verdiği hükümde yer alan hak yoksunluklarının süresinin ceza zamanaşımı doluncaya kadar devam edeceği belirtilmiştir. Hükmolunmuş olan cezanın infazının gecikmesi, bu cezaya bağlı hak yoksunluklarının uygulanmasını engellemeyecektir. Ancak bu suretle doğan hak yoksunluklarının en fazla ceza zamanaşımı süresi doluncaya kadar devam edeceği maddede hüküm altına alınmıştır”. Uygulamada ise, bu sorunun çözümünün kanun maddesinin yorumu ile aşıldığı görülmektedir.
 
Kanaatimizce; madde metninde belirtilen “en ağır ceza” temelindeki uygulama, her suça özgü olarak öngörülen ceza zamanaşımı süresinin birbirine sirayet edeceği, yani mahkeme hükmünde tespit edilen birden fazla suç hakkında belirlenen birden fazla zamanaşımı süresinden en fazla süreyi öngören cezaya ilişkin zamanaşımı süresinin tatbik edileceği ve dolayısıyla en ağır ceza için öngörülen zamanaşımı süresi hangisi ise onun uygulanacağı şeklinde anlaşılmamalıdır.
 
Bu hususta her suçun; kendi bütünlüğü içinde dava ve ceza zamanaşımı süresine tabi tutulduğunu, “suç” kavramının, kendi dinamiğinde öngörülen hak yoksunlukları ve zamanaşımı süreleri gibi unsurlar ile cezai olarak sistematikleştirilip şekillendiğini, bu sistematiğin her suç için tanımlanan süre şartından bağımsız ve ayrık değerlendirilemeyeceğini ifade etmek isteriz.
 
TCK m.68/4’ün, mahkeme hükmünde tespit edilen her bir suç için öngörülen ceza zamanaşımı sürelerinden en uzun olanının değil, tespit edilen her suç için öngörülen cezanın nevi ve miktarına göre belirlenen zamanaşımı süresinin, yalnızca o suç hakkında ve o suçun kendi içerisinde tayin ettiği cezalardan en ağırı için uygulanacağı, dolayısıyla suçların birbirine sirayet etmeyeceği kanaatindeyiz. Sonuç olarak, her bir suç hakkında birden fazla ve farklı cezalar öngören mahkeme kararları için, uzun süreli zamanaşımı süresini gerektiren ceza bakımından değerlendirme yapılacağı, ancak birden fazla suçun işlendiğinin tespiti halinde, ceza zamanaşımı süresinin her bir suç bakımından ayrıca dikkate alınacağı ve her suç için öngörülen zamanaşımı süresinin yalnızca o suç için bağlayıcı olduğu kabul edilmelidir.
 
Örneğin, genel veya özel af ile daha hafif bir cezaya çevrilen mahkumiyet hükmü hakkında, infaz edilmesi gereken son ceza ne ise, o ceza üzerinden zamanaşımı süresinin tespit edilmesi gerekir[4]. Kasten insan öldürme suçundan affedilip daha hafif cezaya mahkum edilen hükümlünün, son cezası üzerinden ceza zamanaşımı süresi tespit edileceğine göre, aynı mahkeme hükmünde yağma suçundan da hapis cezasına mahkum edilen hükümlünün, her iki suçtan (öldürme ve yağma) hangisi daha ağır cezayı öngörüyor ise o suça ilişkin zamanaşımı süresinin değil, her bir suç hakkında tespit edilen sonuç ceza üzerinden belirlenecek zamanaşımı süresinin, yalnızca o suç hakkında uygulanması gerekecektir.
 
Bir başka örneğe göre, sanık suç örgütü kurup yönetme, nitelikli yağma, kasten insan öldürme suçuna teşebbüs, kasten yaralama, hürriyeti tahdit, nitelikli dolandırıcılık, güveni kötüye kullanma ve tehdit suçlarından mahkum olmuştur. Yukarıda açıkladığımız düşünce dikkate alındığında TCK m.68/4’ün, mahkumiyet kararında geçen her bir suçun kendi içinde barındırdığı farklı türlerden hangisinin ceza zamanaşımı süresi uzunsa yalnızca o sürenin dikkate alınıp, bunun diğer suçlar için tayin edilen cezaların zamanaşımını etkilemeyeceği, yani her bir suç için öngörülen cezaların kendi içlerinde ceza zamanaşımı hesaplarının yapılacağı, diğer suçların ceza zamanaşımı bakımından ceza zamanaşımı en uzun olanı takip etmeyeceği düşünülmelidir.
 
Aksi düşünceye göre, esas olan hükümlünün cezasını çekmesini ve bu şekilde adaletin yerine gelmesini sağlamaktır. Bu sebepledir ki, hem ceza zamanaşımı süreleri uzun tutulmuş ve hem de soykırım ve insanlığa karşı suçlarda ceza zamanaşımı süreleri öngörülmemiştir.  Yine TCK m.68/3'e göre, "Bu Kanunun İkinci Kitabının Dördüncü Kısmında yazılı yurt dışında işlenmiş suçlar dolayısıyla verilmiş ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis veya on yıldan fazla hapis cezalarında zamanaşımı uygulanmaz". Çünkü hedef, mahkemelerce verilip kesinleşen ceza kararlarının infazının sağlanmasıdır. Bundan dolayı, TCK m.68/4’ün yukarıda ifade edilen şekilde anlaşılmaması gerekir.
 
Hükümde net olarak, “Türleri başka başka cezaları içeren hükümler, en ağır ceza için konulan sürenin geçmesiyle infaz edilmez.” hükmüne yer verildiği görülmektedir. Her ne kadar hükmün gerekçesinde bir açıklama bulunmasa da, bu hükmü kesinleşen cezaların mümkün olduğu kadar infazını destekleyecek şekilde anlamak gerekir. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine yorum ve uygulama yapılmaması gerektiği doğrudur. Ancak bu düşünce, kanun hükmünün açıkça izin verdiği konular yönünden savunulamaz.
 
TCK m.68/4 de, birden fazla suçtan dolayı mahkumiyet kararını barındıran kesinleşmiş mahkeme kararında öngörülen cezaların infazında, birbirinden ayrı, aynı veya benzer suçlar için olması arasında fark gözetilmeksizin ceza zamanaşımı en uzun sürenin, tüm suçlar için tatbik edilen cezalar için de bağlayıcı olacağı şeklinde anlaşılmalıdır ki, beğenilsin veya beğenilmesin Kanun hükmü bu manayı taşımaktadır.
 
Bu düşünceye katılmak mümkün değildir. Çünkü TCK m.68/4’ün, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine olacak şekilde bir mahkumiyet kararında geçen birden fazla suç için öngörülen cezadan hangisinin infaz zamanaşımı süresi uzunsa diğerlerinin onu takip edeceğine dair bir anlam taşıdığı savunulamaz. Bu fikrin savunulabilmesi için, “Birden fazla suç için ceza içeren hükümler, bu suçlardan en ağır ceza için öngörülen sürenin geçmesiyle infaz edilemez.”hükmünün TCK m.68/4’de yer alması gerekirdi.
 
“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13 karşısında, Anayasaya uygun şekilde çıkarılmış kanunun açık hükmü olmadıkça kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı sınırlandırılamaz, bu hürriyet ve hakkın aleyhine yorum ve uygulama da yapılamaz.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-----------------

[1] Sulhi Dönmezer, Salih Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, Cilt 3, 12. Basım, Beta Yayınevi, İstanbul, 1997, s.282-283.
[2] Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Cilt 2, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.2313.
[3] Oktay Erdoğan, İnfaz Hukuku, Acar Basımevi, İstanbul,2008, s.916.
[4] Sulhi Dönmezer, Salih Erman, a.g.e., s.283.