Derin derin düşünmek ve bir yol bulmak istiyorum barışa, aydınlığa ve hayra doğru. Bu yol üzerinde birlik içinde olsun istiyorum tüm yaratılmışlar. Karanlığı delen bir güneş gibi doğmalı zulümlerin üstüne ve yağmur olup yağmalı taş kesilmiş kalplere. Bir define arıyorum, içinde ne para ne makam ne de şöhret olsun; ben, kaybettiğimiz birlik inancını, tarihten gelen ideallerimizi yeniden keşfetmeyi diliyorum.


Içinde nefretin olmadığı bir dünya, nefrete dair bütün niyet, söz ve davranışların iyilik ve hayır yolunda kaybolup gittiği bir toplumda yaşamayı arzuluyorum.


Bu itibarla bu haftaki yazımda, Peygamber efendimize yönelik saldırıyı da dikkate alarak  ifade özgürlüğü ve bu çerçevede ‘nefret söylemi’ kavramı üzerinde durmak istiyorum.


İfade özgürlüğünü düzenleyen Avrupa Insan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinin ilk fıkrası bu özgürlüğü korurken, ikinci fıkra bu hakkın nasıl ve hangi nedenlerle sınırlanabileceğini düzenlemiştir. Yani ifade özgürlüğünün, diğer sebeplerin yanında ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güveliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi sebebiyle sınırlandırılabileceği düzenlenmiştir.


Tam olarak kriterleri belirlenmemiş olsa da bu nedenlerden birisi nefret söylemidir. Nefret söylemi, “yabancı düşmanlığı, ırkçı nefret, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her türlü ifade biçimi” olarak tanımlanmaktadır. Nefret söylemi içeren ifadelerin kapsamı ve sınırlandırma rejimi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (Mahkeme) vermiş olduğu kararlar ile şekil almaktadır. 


Herşeyden önce şu husus vurgulanabilir; Mahkeme, yazı veya konuşmanın bütünü dikkate alındığında şiddetin övülmediğini ya da nefret, intikam, karşılıklı suçlama veya silahlı direnişe tahrikin söz konusu olmadığını tespit ettiğinde, müdahalenin gereksiz olduğunu düşünmektedir.

Tekrar tekrar yüksek tonda belirtmekte bir sakınca görmüyorum; hoşgörüsüzlüğe tahrik eden veya haklı gösteren veya hoşgörüsüzlüğü yayan ifadeler hiçbir bahane ile korunmamalıdır. Yine; bir birey veya bir kamu görevlisi veya nüfusun bir kesimine karşı şiddete tahrikin mevcut olduğu haller kesinlikle savunulmamalı ve özgürlük kapsamında değerlendirilmemelidir.
Örneğin Mahkeme, haftalık bir dergide yayımlanan bir makalede kullanılan ‘katliam’, ‘canavarlık’, ‘cinayet çetesi’, ‘boğazlamak’ gibi kelimelerin kullanılmasını nefret söylemi ve şiddetin yüceltilmesi saymıştır (Sürek v. Türkiye (no.1), no. 26682/95).  


Aynı şekilde, bir yazarın ya da editörün muhalefeti yaftalamak ve onlarla silahlı çatışmayı teşvik etmek için yapmış olduğu çabalar, Mahkeme tarafından nefret söylemi olarak kabul görmüştür (Halis Doğan v. Türkiye, no. 4119/02; Kızılyaprak v. Türkiye (no.2), no 9844/02).


Yine, ABD’deki ikiz kule saldırılarını destekleyen bir dergide yayınlanan karikatür bakımından da, karikatürün, binlerce sivile karşı işlenen şiddeti onayladığı ve mağdurların hatırasına saldırdığı gerekçesiyle Sözleşme’nin 10. maddesi karşısında koruma görmeyeceği vurgulanmıştır (Leroy v. Fransa, no. 36109/03).


Görüldüğü üzere Mahkeme ifade özgürlüğünü sınırsız kabul etmemekte, benim de çok önem verdiğim gibi; hoşgörüsüzlüğe dayanan, kin ve düşmanlığı yayan, teşvik ve tahrik eden veya haklı göstermeye çalışan her türlü ifadeye yaptırım uygulamak ve hatta bunları engellemek gerektiğini özellikle vurgulamıştır.
Bu alanda yazımın başında da bahsettiğim bir başka başlık ise dinsel kin ve nefret içeren nefret söylemleridir. 
Yakın zamanda ne yazık ki bu başlık altında değerlendirimesi gereken bir karikatür vakası ile daha karşılaştık. Charlie Hebdo isimli bir Fransız dergisinde Peygamber efendimiz ile ilgili, kutsal değerlere saygı kavramından bihaber bir karikatür yayımlandı. Aslında bu karikatür, anılan derginin, Peygamber efendimiz ile ilgili yayımladığı ilk karikatür de değildir bunu da belirtmekte fayda görüyorum. Daha önce 2007 ve 2011 yıllarında yayımladığı sayfaları ile de bu dergi, asıl amacının mizah olmadığını anlatmak istemiştir adeta.


Yıllardır, mizah şemsiyesinin altına sığınarak, yüce dinimizin kutsal değerlerine saldıranlara ve hatta Peygamber efendimizin ulaşılamaz temizliğine kara çalmaya çalışanlara ve bunu da ifade özgürlüğü ile irtibatlandıranlara acıyorum.


Kendi memleketimizde dahi bazı bilinçsiz çevrelerce anılan söylemlerin alkışlanabildiğini gördüğümüz halde, Mahkeme bu hususta, kamusal bir tartışmaya hiçbir katkısı olmayan, başkaları için ucuz saldırı olarak görülebilecek ifadelerden kaçınmak gerektiğini vurgulamıaktadır (Otto-Preminger-Institut, no. 13470/87). Mahkeme buna ilaveten, ifade özgürlüğünün kullanılmasının çeşitli ödevler ve sorumlulukları da beraberinde getirdiğini haykırmaktadır. Bu sorumluluklar arasında başkalarına zarar verecek nitelikteki söylemlerden ve saygısızlık edecek davranışlardan kaçınılması gereği de sayılmıştır. 


Üzerine basarak söylüyorum, dinsel barışı sağlama ve insanların kendi dinlerine haksız bir saldırı yapıldığı duygusuna kapılmalarını önleme adına devletler gereken yaptırımlara rahatlıkla başvurabilmelidir. Bu çerçevede, büyük hayranlık ve sevgi duyulan dini hedef alan aşağılayıcı eleştirilerin yaptırıma tabi tutulması da son derece yerinde ve gereklidir. 


Işte AIHM, bu konudaki değerlendirmelerinde, getirilen kısıtlamanın ve yapılan müdahalenin olayların koşulları dikkate alındığında «sosyal bir ihtiyacı» karşılayıp karşılamadığını ve «öngörülen meşru amaçla orantılı» olup olmadığının tespit etmeye çalışmaktadır. 


Peygamber efendimiz ile ilgili önemli bir kararda Mahkeme, “..laiklik ilkesine oldukça bağlı olan Türk toplumunda dini öğretilerin eleştirilmesi bir derece hoş görülse de; inanan insanlar aşağıdaki parçalardan ötürü kendilerini haksız ve ağır saldırıların hedefinde hissedebilirler…” ifadesinde bulunmuş ve Peygamberimiz hakkında söylenmiş o ağır ifadeleri kararına yansıtmıştır (i.A. v. Türkiye, no. 42571/98). Ben bu ifadeleri burada yinelemeyi kendime yakıştıramıyorum. 


Sonuç itibariyle, Mahkeme, sözkonusu müdahale ile Müslümanlar tarafından kutsal sayılan bazı hususlara yapılan saldırıların önlenmesinin amaçlandığını dikkate almış ve bu noktada alınan tedbirlerin « sosyal bir ihtiyaca» karşılık geldiğini ifade etmiştir.


Yaşadığımız son olayda, Peygamber efendimiz özelinde dinimizin kutsal değerlerine saygısızlık edildiği konusunda sanırım kimsenin bir kuşkusu bulunmamaktadır. Bu saldırıların dinimizin doğuşundan itibaren devam ettiği de hepimizce bilinmektedir. Yüce dinimize saldıranlar da kuşkusuz ki layık oldukları noktaya elbette ulaşacaklardır. Biz inananlar ise, “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisini kalbine yazmış birer yolcuyuz şu alemde, varsın kutsalımıza el uzatsınlar, bizler Hak yol ne gösterirse elbet o yolda yürüyeceğiz.. Sözlerimi burada tamamlarken tüm dostlarıma sağlıklı ve huzur dolu bir hafta diliyorum...