(…) Nerde kanun nerde nizam nerde adalet / Sanmayın sözlerim birer hakaret / Buna da alışırız biraz daha gayret / Bu yalan dünyanın çivisi çıkmış
Engin Ergen

ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA!

Pusulasız bir halde girdik yeni yüzyıla. Daha ilk aylardan başlayarak, dünyanın hepten çivisinin çıktığını düşündüren kaygı verici olaylar meydana geliyor; üstelik bunlar birçok alanda birden gerçekleşiyor – entelektüel dünyanın, finans dünyasının, iklimin, jeopolitiğin, etiğin çivisi çıkmış durumda. Şurası da bir geçek ki arada sırada yararlı dönüşümlere de tanık olunuyor; o zaman da açmaza sürüklendiklerini fark eden insanların, öyle ya da böyle, sanki bir mucize eseriyle bu açmazdan çıkmanın yollarını bulacağına inanmaya başlanıyor. Ama bunun hemen sonrasında bambaşka, daha karanlık, daha sıradan insani itkileri açığa vuran başka kargaşalar açığa çıkıyor ve türümüzün manevi yetersizliğin eşiğine varıp varmadığı sorgulanıyor yine; tabii eğer hala ilerlemeyi sürdürüyorsa; ya da birbiri ardında sıralanan onca kuşağın kurmaya çabaladığı şeyi yeniden tartışma konusu edebilecek şekilde gerilemeye başlamadıysa…

Alıntıladığım bu sözler Amin Maalouf’a ait. ‘Çivisi Çıkmış Dünya-Uygarlıklarımız Tükendiğinde’ isimli hacmi küçük, içeriği büyük kitabında yazıyor bunları. ‘Yüzüncü Ad’, ‘Semerkant’, ‘Afrikalı Leo’, ‘Ölümcül Kimlikler’ gibi sıra dışı kitapların yazarına bu cümleleri kurduran duygu ve düşünceler,  ne yeni bir bin yıla geçerken yaşanılan ve hissedilen akıl dışı sıkıntılar, ne de değişimden ödü patlayanların ya da değişimin hızından korkanların, çok eski zamanlardan bu yana ileri sürdükleri ve hiç durmadan tekrar ettikleri lanetler. Aksine bunlar, aydınlanma çağının sıkıntıya girdiğini, zayıfladığını, kimi ülkelerde ise sona ermek üzere olduğunu düşünen, bir zamanlar özgürlüğün dünyanın tamamına egemen olacağına inanan, şimdi ise dünyanın özgürlük karşıtı bir anlayışa doğru sürüklendiğini, fanatizmin, şiddetin, dışlamanın, ötekileştirmenin, kutuplaşmanın, umutsuzluğun giderek artmasına endişeyle tanıklık eden bir aydınlanma taraftarının, özgürlük tutkununun, pusuda bekleyen yok oluşa karşı direnen bir yaşam sevdalısının, yani Amin Maalouf’un endişeli gözlem, öngörü ve tespitleri.

Amin Maalouf’a göre her geçen gün daha kötüye giden bu tablonun en önemli nedeni, Berlin Duvarının yıkılmasıyla başlayan, dinle bağlantılı olanlar başta olmak üzere aidiyetlerin iyiden şiddetlenmesi, yirminci yüzyıla egemen olan ideolojik kavganın yerini kimlik ve aidiyet kavgalarının alması. Küreselleşmenin küreselleştirdiği cemaatçilik kültürü, bu kavganın hem nedeni, hem de sonucu. O nedenle, Amin Maalouf, bu durumu iletişim araçlarının küreselleşmesine bağlıyor ve şöyle yazıyor: ‘İletişim araçlarının küreselleştiği bir zamanda dinsel aidiyetlerin yükselişi, insanların “küresel kabileler” halinde gruplaşmalarını sağladı…

Amin Maalouf bu tespitinde çok da haksız değil. Bu tespitin doğruluğunu anlamak için günümüzün en önemli iletişim araçlarından olan twitter, facebook, instagram gibi sosyal ağları izlemek yeterli. Zira bu ağlarda en hareketli hesap sahipleri, o ya da bu küresel kabilenin üyeleri. Bu ağlarda dinsel, kimliksel aidiyetlere ilişkin paylaşımlarda bulunanlara saygısızlık yapmak, onların hepsini toptancı bir anlayışla kabile veya cemaat yapısı içinde kategorize etmek istemem elbette. Aksine bu çerçevede paylaşımda bulunmayı ifade ve düşünce, din ve vicdan özgürlüğü kapsamında görür, değerlendirir ve istisnasız hepsine saygı duyarım.

Benim karşı olduğumu husus, bu aidiyetler altında başka aidiyetlere sahip bulunanları, görüş, düşünce ve inancı farklı olanları dışlamak, ötekileştirmek, onlara karşı düşmanca hisler beslemek. Bana göre yanlış ve tehlikeli olan bu anlayıştır. Zira yurttaşlık düşüncesini yadsıyan bu tür bir cemaatçilik anlayışı üzerine, ne demokrasi inşa edilebilir, ne de uygar bir siyasal sistem tesis edilebilir. Örnek mi? Mesela Irak, mesela Suriye, mesela Pakistan, mesela Afganistan, mesela Lübnan.

Lübnan’lı olan ve ‘mezhepçiliğin’ kendi ülkesi Lübnan’ı paramparça ettiğini, gençliğinde cemaatçiliğin bir Ortadoğu kalıntısı olduğunu sandığını ama bugün bu olayın küresel ölçekte ve kalıntı olmaktan çok öte bir durumda bulunduğunu ifade eden Maalouf, bu iğrenç düşüncenin bütün insanlığın geleceğini kirletebileceği endişesini taşıdığını da eklemeyi ihmal etmiyor.

Zengin bir demokrasi kültürü ve deneyimi olan ABD, demokrasinin ihraç edilemeyeceğini bilmesine rağmen, demokrasi getirmek bahanesiyle işgal ettiği Irak’a ne getirmiştir? Amin Maalouf’un son derece isabetli tespitiyle, sadece “Irak’ı kalıcı biçimde düşman aşiretlere bölen bir kota sistemi” getirmiştir. Ne yazık ki, bu oyun sadece Irak’ta değil, daha önce ve halen Pakistan’da, Afganistan’da oynanmış, şimdilerde ise Suriye’de oynanmaktadır. Oysa bu ülkelerin demokrasiden daha önce ve daha çok ihtiyacı olan şey siyasal istikrar ve güvenliktir.

Bütün bu ülkelerde öyle ya da böyle var olan istikrara çomak sokan, bu ülkeleri mezhepçilik ve tarikatçılık bataklığına sürükleyen, böyle yapmak suretiyle hem bu ülkelerde, hem de Orta Doğu’da son derece ciddi bir güvenlik ve insan hakları sorunu yaratan ABD ve onunla işbirliği yapan İngiltere ve İsrail’dir. Amin Maalouf’a göre ‘bunu yapmak utanç kaynağıdır, ayıptır. Bilmeden yapıldıysa, üzüntü vericidir; hayasız bir hesapla yapıldıysa, suçtur.’ Bütün bunların bilinmeden ve iyiniyetle yapılmadığı, aksine Büyük Ortadoğu Projesi adı altında son derece bilinçli olarak, planlanarak, emperyal amaçlarla ve Orta Doğuya yeniden şekil vermek için yapıldığı açıktır.

Hemen hepimize dünya artık güvenli bir yer değildir dedirten, binlerce masum insanın ölümüne neden olan, güvenli bulmadıkları için insanlara kendi yurdunu terk ettiren, insan olarak hepimizi üzüntüye boğan ve isyan ettiren bütün bu olumsuzlukların ve kötüye gidişin bizim ülkemizi ilgilendiren tarafı tehlikenin şimdi bizim kapımızı çalmasıdır. Irak’ta, Suriye’de tezgahlanan ve her iki ülkeyi de bölünmeye, toprak bütünlüğünü kaybetmeye götüren süreç, nasıl halkı dinci ve ırkçı bir siyaset üzerinden cepheleştirmeyle başlamış ise, aynı oyun ne yazık ki Türkiye’de de, Sünni İslamcılık inancı ağırlıklı cemaatler ittifakı, Kürt-Türk ayrımı, laik-laiklik karşıtı cepheleşme üzerinden tezgahlanmış durumdadır.

Bu oyuna gelmeme konusunda, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun demokrat düşünceli, sağduyulu, yurtsever bütün yurttaşların uyanık olması, kendisi gibi düşünmeyenleri dışlamaması ve ötekileştirmemesi, herkesin kişisel ve toplumsal onuruna, kültürel ve tarihsel onuruna, dilsel ve dinsel onuruna saygılı olması, hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde nefret diline başvurmaması, dini ve ırkı siyasete alet etmemesi, edenlere izin ve itibar göstermemesi gerekir.

Azıcık tarih bilgisi ve bilinci olan her yurttaş, Türkiye’yi, Irak, Suriye, Pakistan, Afganistan, Lübnan, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerden ayıran, Türkiye’yi, başları beladan kurtulmayan bu ve diğer Ortadoğu ülkelerinden farklı kılan en önemli kurumun laiklik olduğunu bilmesi gerekir. Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği en temel ilkemiz olan laiklik, sadece düzene, rejime ve sisteme ilişkin alanda biçimsel demokrasinin işlemesi ve hukukun şeklen var olması ile sınırlı değildir. Aksine laiklik, toplumsal yaşamı bir arada tutan, toplumun demokrasi, hukuk ve özgürlükler temelinde bir arada yaşamasını ve varlığını sürdürmesini sağlayan en temel kabulümüz ve ortak değerimizdir.

Çivisi çıkmış dünya’da, çivisi çıkmış ülkelerden birisi olmamak için laiklik ilkesinin dışında dikkate almak ve uygulamak zorunda olduğumuz hususlardan bir diğeri de,  iç politikada olsun, dış politikada olsun, Büyük Atatürk’ün bize vasiyeti olan ‘Dünyada Sulh, Yurtta Sulh’ ilkesinden taviz vermemektir.