Aklı başında olan her insan barış ister. Kanın dökülmediği, can ve mal güvenliğinin sağlandığı, eşit ve özgür bir ülkede yaşamayı istemeyecek insan yoktur. Aksi olursa, o bireye “normal insan” gözü ile bakılamaz. Türk Milleti’nin her bireyi; etnik ve dini temelli farklılığa dayanmayan Türkiye Cumhuriyeti’nin “can suyu” olduğunu bilir. Kaide; yirmi beş başlıkta toplanan hukukun evrensel ilke ve esaslarına inanmak, güvenmek, bunlara göre kanun çıkarmak ve uygulamaktır. Demokrasi, cumhuriyet ve adalet, toplumun tüm katmanlarının ve vatandaşların vazgeçilmezidir.

Çözüm Sürecine; “kalıcı barış”, “eşit insan”, “can ve mal güvenliği”, “istikrar” ve “ekonomi” kavramları esas alınmak suretiyle girildiği söylendi. Kimisi de, Yeni Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesi, yeni dizayn, emperyalist devletlerin bitmek tükenmek bilmeyen hedefleri için Türkiye Cumhuriyeti’nin Çözüm Sürecine girmek zorunda bırakıldığını savundu.

Gerekçesi ne olursa olsun Çözüm Süreci, Çözülme Sürecine dönüşmemelidir.

“Hukuk devleti” ilkesinin geçerli olduğu bir yerde hukuki alt yapısı olmayan veya zayıf olan bir sürecin veya projenin olağan hukuk düzeninde yaşama ve ayakta kalma şansı, daha da önemlisi sorumlulukları ortadan kaldırma gücü yoktur. 16 Temmuz 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6551 sayılı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun hükümleri, Çözüm Süreci ile ilgili ortaya çıkabilecek hukuki sorunların çözümü için yeterli değildir.

6551 sayılı Kanunun “Kararlar ve yerine getirilmesi” başlıklı 4. maddesine göre; “(1) Bu Kanun kapsamında verilen görevler, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirilir.

(2) Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri kapsamındaki görevleri yerine getirilen kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmaz”.

“Kanunsuz emir” başlıklı Anayasa m.137 yürürlükte olduğu ve görüşülen tarafın “suçlu” sayıldığı durumda, ceza normları tarafından suç olarak tanımlanıp karşılığında ceza öngörülen fiillerin hukuka uygun hale dönüştürülmesi mümkün olamaz. Bu kapsamda, 6551 sayılı Kanunun 4. maddesinin 2. fıkrası yeterli olmayacaktır.

Bir hukuk devleti, terör örgütü olduğu yargı kararı ile tescillenmiş, kurucusu ve liderinin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olduğu durumu yok sayamaz ve görmezden gelemez. Anayasasının her yerinde “hukuk” kavramı yazılı olan bir ülkede, hukuki meşruiyet taşımayan temel üzerine yeni yapı kurulamaz.

Bu şartlarda meşruiyet ancak afla mümkün gözükmektedir. Suç ve ceza siyasetinde istikrarla bağdaşmayan ve geçmiş kötü tecrübeler karşısında “af” nasıl çıkacak, kimi ve hangi dosyaları kapsayacak, toplumsal tepkinin önüne nasıl geçilecek, suça göre yapılacak kısmi aftan yararlanamayanların durumu nasıl açıklanacak? Gerçekten bu ve benzeri soruların cevapları ciddi zorluklar içermektedir. “Siyasi suç” diyerek, eline kan bulaşmış, “bölücülük” düsturu ile sözde ulvi amaçlar için suç işlemiş hükümlüleri affettiğinizde, diğer hükümlüleri nasıl ayıracaksınız ve 4616 sayılı Kanunun kötü tecrübesinden sonra bu durumu topluma nasıl anlatacaksınız? Hukuka ve adalete olan inançsızlık ve güvensizlik, “yeni bir başlangıç” adı ile çıkarılacak af sonrasında sağlanabilecek mi? Bunun aksine suçlar mı artacak?

Sayın Cumhurbaşkanı “Başbakan” olduğu sırada, “ne sebeple olursa olsun cana kastedenlere af bizim gündemimizde olmaz, olamaz” dediğine göre, bunun “siyasi-adi suç” ayırımı nasıl yapılacak? Sözde siyasi maksatla öldürülen, şehit edilen vatan evlatlarının hesabını kim verecek? “Siyasi kişilik” olarak gösterilip, başkalarını suç işlemeye azmettirenler, bu yolda örgüt yönetenler, örgütün sevk ve idaresini yapmak suretiyle öldürme ve yaralama eylemlerine katılanlar nasıl affedilecek? Zor iş, hem de oldukça zor iş. Bir taraftan üniter yapıyı ve hukuk düzenini korumak, diğer taraftan herkesin farklı anlayıp yorumladığı Çözüm Sürecinde sonuca ulaşmak kolay gözükmemektedir. Bunun için, toplumsal mutabakat ve samimi istek olmalı, elbette hukuki altyapıda da eksiklik bulunmamalıdır.

Kanaatimizce iş bu noktaya gelmişse; örgüt koşulsuz silah bırakmalı, insanlar evlerine dönmeli ve Türkiye Cumhuriyeti’nin her yerinde eşit hukuk düzeni kurulmalıdır. Bunun yolu Yeni Anayasa ve aftan geçmekte ise bunlar konuşulmalıdır. Ancak bu görüşmelerde, mevcut Anayasanın ilk üç maddesi tartışmaya açılmamalıdır. Aksi halde, kimse birbirini kandırmasın, Çözüm Sürecinde mutlu sona ulaşamaz.

B planı ise, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının can ve mal güvenliği adına, doğruyu-yanlışı birbirine karıştırmadan hukuk düzenini tesis etmektir.

Gerçekten samimiyet varsa ve kalıcı barış isteniyorsa, bu vatanı benimseyen ve sahiplenen herkes sorumluluk bilinci ile hareket etmeli, Devlete silah çekmeyi ve Devleti tehdit etmeyi bırakmalı, tüm toplumun ve bireylerin hak ve hürriyetleri için çabalamalıdır.

“Barış ve demokrasi” diyenlerin, diğer taraftan “özerklik”, “federasyon” ve “bağımsızlık” sözlerini dillerinden düşürmemeleri, Çözüm Sürecinde ne derece samimi olduklarının sorgulanmasını gerektirmektedir.

Çözüm Sürecinin başında; Abdullah Öcalan’ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi, mümkünse yurt dışı kaynaklı bağımsız izleme komitesi ve sonrasında da silah kullansın veya kullanmasın koşulsuz af talepleri arasında yer almakta idi. Bu noktada sorun, sadece dayatma değildir. Ortada devam eden bir savaş var, ateşkes ilan edilmiş de barış içinde karşılıklı görüşmelerin yapıldığı ve bir izleme komitesi tarafından bu görüşmelerin takip edildiği bir ortamın oluşturulmaya çalışılması, gerçek çabanın kişi hak ve hürriyetleri için mi, yoksa başka maksatlarla mı yapıldığı sorusunu uyandırmaktadır. Elbette izleme komitesi gibi, Hükümete ve Devlete güvensizlik içeren ve ortada iki taraflı eşit güç varmış algısını oluşturan bir yöntem kabul edilemez.

Mesele kişi hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesi ise, herkes elini taşın altına samimi bir şekilde koymalıdır. Ancak bunun ötesi olup da Çözüm Süreci başka noktalara götürülecekse, bunun da Ülke ve Millete fayda getirmeyeceğini belirtmek isteriz.


Son söz;
6551 sayılı Kanun m.2/1-ç’ye göre; “(1) Hükümet, çözüm süreci kapsamında aşağıdaki hususlarda gerekli çalışmaları yürütür. (…)
ç) Bu Kanun kapsamında yapılan çalışmalar ile alınan tedbirlere ilişkin kamuoyunun doğru ve zamanında bilgilendirilmesini sağlar”.

İnsanların kafası karışık, Çözüm Süreci ile ilgili net bilgiler alınamıyor. Çözüm Sürecine duyulan güvenin sağlanıp inancın artırılabilmesi için, kişi hak ve hürriyetlerinin geliştirilmesi ile ilgili kanun ve uygulama çerçevesinde ulaşılması düşünülen hedeflerin ne olduğu, Çözüm Sürecinin ne zaman ve ne şekilde sonlanacağı, toplumsal uzlaşma ve kalıcı barışın hangi şartlarda sağlanacağı, hukuki altyapının ne şekilde tesis edileceği, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk Milleti’nin yararlarının gözetilmesinden taviz verilmeyeceği, sorunun ayrışma veya farklılaşma ile değil, birlik ve beraberlikle çözüleceği konuları net bir şekilde kamuoyuna açıklanmalıdır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)