Türk Medeni Yargılama Hukuku’nda kural olarak “taraflarca getirilme ilkesi” benimsenmiştir. Bu ilkenin anlamı, dava malzemesinin (hükme esas teşkil edecek vakıaların ve delillerin) toplanması yetkisinin hakime değil, taraflara ait olduğudur. Bu ilke uyarınca hakim, taraflarca getirilen dava malzemesini, “getirildikleri şekilde” hükme esas almakla yükümlüdür. Söz konusu ilke, 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK/Kanun) 25. maddesinde de yerini almıştır. Bu maddeye göre; “Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunda belirtilen durumlar dışında hakim, kendiliğinden delil toplayamaz.”

Ancak bu hüküm, tarafların, dava malzemesini getirirken tamamen özgür olduğu anlamına gelmemektedir. Bu özgürlüğün sınırını, bir başka deyişle dava malzemesinin “taraflarca getirilme ilkesi”nin sınırını, “tarafların dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğü”nü düzenleyen HMK md. 29 oluşturur. HMK md. 29’a göre; “(1) taraflar dürüstlük kuralına uygun hareket etmek ve (2) davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler”.

Eski (1086 Sayılı ) HUMK’ta yer almayan ve tamamen yeni bir düzenleme olan sözkonusu 29. maddenin birinci bendi, taraflara, yargılama süresince hükme esas teşkil edecek vakıa ve delilleri sunarken “dürüst davranış”  yükümlülüğünü getirmekte, aynı maddenin ikinci bendi ise taraflara dürüstlük kuralının bir alt uygulaması olan “doğruluk ödevi”ni yüklemektedir.

HMK md. 29/1’de yer alan dürüst davranış yükümlülüğü, Medeni Kanun’un 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralının Medeni Yargılama Hukuku’ndaki yansımasıdır. Bu genel kurala göre; herkes haklarını kullanırken ve borçlarını ifâ ederken dürüstlük kuralına uymak zorundadır. Dürüst davranış yükümlülüğüne 6100 Sayılı HMK’un çeşitli maddelerinde de rastlamak mümkündür. Örneğin; HMK 101/1. bendinde; “eski hale getirme davasında giderlerin, masrafları kötüniyetle arttıran karşı tarafa yüklenmesi”; HMK md. 182’de “kötüniyetli ıslah durumunda mahkemenin ıslahı dikkate almadan karar vermesi, karşı tarafın uğradığı zararın tazmin edilmesi ve para cezası verilmesi”, HMK md. 327’de “dürüstlük kuralına aykırılık sebebiyle yargılama giderlerinden sorumluluk; davanın uzamasına sebebiyet verme veya taraf olamayacağı halde husumette yanıltma halinde yargılama giderleriyle sorumluluk”, HMK md. 329/HMK md. 351/md.368’ de “kötüniyetli davalının veya haksız yere dava açan kötüniyetli davacının yargılama giderleriyle birlikte karşı tarafın vekiliyle aralarında anlaştığı vekalet ücretini ve ek olarak belli miktarda adli para cezasını ödemeye mahkum edilmesi”, HMK md. 220’de “tarafın, ibrazı istenen belgeyi ibraz etmemesi halinde karşı tarafın beyanlarının belgenin içeriği konusunda esas alınması”,  HMK md. 213’te “haksız yere sahtelik iddiasında bulunan kişinin kötüniyetli olması halinde celse harcına ve talep halinde diğer tarafın uğradığı zararları tazmin etmeye mahkum edilmesi” gibi…

Dürüst davranış kuralının bir alt uygulaması olan ve aynı maddenin ikinci bendinde düzenlenen “doğruluk ödevi”nde ise, taraflardan davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmaları beklenir. Ancak bu ödev, taraflara “hakikate ulaşma yolunda icrai nitelikte hareket yükümlülüğü” getirmemektedir. Bir başka deyişle, HMK md. 29/2’nin kapsamı, tarafların gerçeği bularak hakime sunması değildir. Bu madde kapsamında taraflardan beklenen;

  • Karşı tarafın sunduğu ve özellikle hükme esas teşkil edecek vakıa ve delilleri bilerek inkar etmemek,
  • Doğru olmadığını bildiği (hükme esas teşkil edecek) vakıa ve delilleri sunmamak,
  • Hakimin yanlış kanaat edinmesine sebep olacak şekilde vakıa ve delilleri gizlememektir.


6100 Sayılı HMK’un 29. maddesi, taraflara getirdiği yükümlülükler sebebiyle, yargılama sürecinin gereksiz yere uzamaması ve böylece hakimlerin âdil bir hükme ulaşma konusunda desteklenmesi açısından atılan iyi bir adımdır. Bu madde ile, HMK’un sadece yukarıda anılan çeşitli hükümlerinde özel olarak düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı davranışlar değil, bu davranışlar haricinde kalan kötüniyetli davranışların da hukuk düzenince “istenmediği”vurgulanmış olmaktadır.

Ancak bu noktada sorun, HMK md. 29’un ne ölçüde caydırıcı olduğudur. Zira, aynı maddede herhangi bir müeyyideye yer verilmemiştir. Buna bağlı olarak, HMK md. 29’daki dürüstlük kuralı yükümlülüğüne aykırı olan ve HMK’ta özel olarak yaptırım altına alınmamış kötüniyetli davranışların yaptırıma tâbi olmadığı, sözkonusu maddenin mevcut haliyle sadece doğru davranışı hatırlatma konusunda ahlaki bir yükümlülük yüklediği sonucuna ulaşılmaktadır. Kanun düzenlemesi; HMK md. 29/2’de düzenlenen ve dürüstlük kuralının bir alt uygulaması olan doğruluk ödevi açısından daha da yetersizdir. Zira, HMK md. 29/2’ye (doğruluk ödevi) aykırı davranış halinde uygulanacak yaptırım anılan maddede hiç düzenlenmediği gibi, bu hususa ilişkin örnek sayılabilecek özel haller ve yaptırım içeren herhangi bir madde de Kanun’da yoktur.

Bu durum,

  • HMK md. 29/1 (dürüst davranış yükümlülüğü)’nün Kanun’da belirtilenden daha değişik davranış versiyonları ile ihlal edilmesi veya,
  • HMK md. 29/2 (doğruluk ödevi)’nin ihlal edilmesi halinde,

sözkonusu kötüniyetli davranışlardan zarar gören karşı tarafın genel hükümlerden çare aramasına sebep olmaktadır. Buna bağlı olarak, tarafların “dürüst davranış ve doğruyu söyleme yükümlülüğü”ne aykırı davranmaları sonucunda diğer tarafın uğradığı zarar, mevcut mevzuata göre, ancak Borçlar Kanunu’ndan hareketle karşılanabilmektedir. Zira, Borçlar Kanunu md. 49/2’ye göre; “Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Bu durum, her kararında olmasa da, Yargıtay tarafından da benimsenmiştir; “Yargı mercileri önünde sav, savunma hakkı meşru vasıta ve yollardan yapılarak hakkın arkasına kötüniyetle sığınıp ahlaka aykırı davranışlarla ve karşı tarafı zararlandırmak amacıyla kullanılmış ise doğan zararın giderilmesi gerektiğinde kuşku ve şüphe olmamalıdır”.  (HGK 1.10.1997 T. 4-327 E. 765 K.) .

Bu noktada akla gelebilecek ilk soru, kötüniyetli bir davranış sonucunda diğer tarafın uğradığı zarar genel hükümler vasıtasıyla karşılanabiliyorsa HMK md. 29 için ek bir yaptırımdüzenlemesine ihtiyaç olup olmadığıdır.  Elbette ki; bu sorunun cevabında, HMK md. 29’un düzenlenme amacı bir bütün olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Zira, anılan madde, sadece bireysel zararların karşılanmasına değil,

  • yargının adil şekilde ve süratli işleyişinin sağlanması,
  • hakimlerin âdil bir sonuca ulaşmada emek ve zaman açısından desteklenmesi,
  • yargılamanın her iki taraf için de ek bir külfet veya zarara sebep olmasının engellenmesi

amaçlarına da hizmet edecek kilit bir hükümdür.  Bu sebeple, anılan maddenin, düzenlediği yükümlülüklere ilişkin bir yaptırımı içermesi gerektiğine kuşku yoktur. Bu yaptırım, hukuk davası açısından elbette ki karşı tarafın uğradığı zararın tazminiyle birlikte adli para cezasını da içermelidir. Zira, dürüstlük kuralı ve doğruyu söyleme yükümlülüğüne aykırı davranış, sadece karşı tarafı zarara uğratmamakta, yargılama sürecini gereksiz yere uzatarak yargılama sistemini de olumsuz yönde etkilemektedir.

Bu noktada değinilmesi gereken bir diğer husus; dürüstlük kuralı ve doğruyu söyleme yükümlülüğünün hukuki yaptırımla birlikte cezai yaptırıma da tâbi olması gerekliliğidir. Zira, cezai yaptırım, söz konusu maddenin caydırıcı etkisinin arttırılması açısından tek çözümdür.  Bu konuda, mevcut HMK md. 225 ve devamı maddelerdeki  “yemin” kurumuna ilişkin düzenlemeler örnek teşkil edebilir.  HMK md. 225’te davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalar hakkında kişiye yemin teklif edilir. Ancak yemini eda eden kişinin yalan yere yemin etmesi halinde TCK 275 uyarınca 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilmesi mümkündür. Dolayısıyla hukuk davalarında yalan yere yemin halinde, bu suçu işleyen kişi hakkında ceza davası açılabilmektedir. Benzer şekilde, HMK md. 29’da düzenlenen dürüstlük kuralı ve doğruluk ödevine aykırı davranış halinde de cezai yaptırım uygulanarak, söz konusu maddenin caydırıcı etki kazanması sağlanmalıdır.

Tarafların, HUMK md. 29’da düzenlenen yükümlülükler açısından herhangi bir istisnadan yararlanabilecek olup olmadığı da üzerinde tartışılması gereken bir diğer husustur. Bu konuda da, HMK md.225’in devamı niteliğinde olan “yemine konu olamayacak vakıalar” başlıklı 226. maddesi, taraflar için söz konusu yükümlülüklerde yararlanabilecekleri istisnaları belirlemek açısından örnek teşkil edebilir. Anılan maddede; yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması veya kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıaların yemine konu olamayacağı düzenlenmiştir. Buna bağlı olarak; HMK md. 29’da düzenlenen yükümlülükler kapsamına özel hayatın gizliliği alınmayabilir. Bir başka deyişle, özel hayatın gizliliği kapsamında yer alan ve hükme esas teşkil edecek bir vakıa/delil taraflarca gizlenebilir, inkar edilebilir. Ancak HMK md. 226’dan farklı olarak, ceza kovuşturması gerektirecek durumların HMK md. 29’un istisnaları kapsamına alınmasını doğru bulmamak gerekir. Zira, adalet bir bütündür, özel ve kamu olarak ayrılmaz. Buna bağlı olarak, hukuk davası vasıtasıyla cezai sorumlulukların ortaya çıkarılması da hukuk düzenince sağlanmaya çalışılmalıdır. Bu konuda HMK md. 29’da yapılacak yeni düzenleme, HMK md. 226 için de yol gösterici nitelikte olacaktır.

Özel hayatın gizliliğinden başka, HMK md. 29’un istisnası olarak diğer hususlar arasında mesleki ve ticari sırrın ifşâsı sayılabilir. Bir başka deyişle, tarafın, doğruluk ödevini yerine getirirken mesleki veya ticari sırrını açıklama yükümlülüğü olmamalıdır. Bu istisna, yeniliği ve yaratıcılığı teşvik etmek için gereklidir. Ancak bu durumda da mesleki ve ticari sır kavramının ortak tanımı hakimlerce esas alınmalı, bir bilginin mesleki/ticari sır olduğunun taraflarca ileri sürülmesi yeterli olmamalıdır.

SONUÇ:

Her ne kadar HMK md. 29’un varlığı, medeni yargılama hukuku açısından büyük bir adım sayılabilirse de, madde metni, yaptırım içermeyen mevcut haliyle, etkisiz madde hükmündedir.  Zira, taraflara getirilen “dürüstlük ve doğruyu söyleme yükümlülüğü”, yaptırıma bağlanmadığı takdirde “ahlaki davranışı hatırlatma” dan öteye geçemeyecektir.

HMK md. 29’un tamamlanmasında HMK’un “yemin” kurumunu düzenleyen 225 ve 226’ncı maddeleri örnek alınmalı, böylece eklenecek hukuki ve cezai yaptırımla birlikte mevcut maddeye caydırıcı etki kazandırılmalıdır . Buna karşın,  oluşturulacak yeni HMK md. 29’un sınırları açıkça belirlenmeli; mesleki sır, ticari sır ve özel hayatın gizliliği konularında tarafların anılan yükümlülüklere aykırı hareketleri yaptırıma tâbi olmamalıdır.


1-) Karslı, Abdurrahim, Medeni Muhakeme Hukuku Ders Kitabı, 2. Baskı, Alternatif Yay.
2-) Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. baskı, Yetkin Yay.
3-) Umar, Bilge, Hukuk Muhakemelerı Kanunu Şerhi, Eylül 2011, Yetkin Yay.

 
Kaynak: dahaiyiyargi.org