İşlendiği iddia edilen suç tarihlerinden sonra belirli bir sürenin geçmesine kadar mahkemenin kesinleşmiş hükmü ile suçun ve fail veya faillerinin ortaya çıkarılamaması halinde takipsiz bırakılması anlamını taşıyan dava zamanaşımı, maddi hakikate ve adalete ulaşılmanın sınırlı bir süreye bağlanamayacağı ve engellenemeyeceği iddiası ile sürekli eleştirilmektedir. Dava zamanaşımını savunanlar ise, suçun işlendiği iddiası karşısında kamu otoritesinin sessiz kalamayacağı ve keyfi davranamayacağı, iddianın ve sorumlularının araştırılıp ortaya çıkarılmasında sınırsız bir süre olamayacağı, maddi hakikate ve adalete ulaşılmada azami sürelerin belirlenmesi gerektiği, bu nedenle de suça konu eylem ile fail veya faillerin araştırılmasında sınırlı süre kabul edilmesinden sakınca doğmayacağı ve bunun maddi hakikatin üstünün örtülmesi anlamına gelmeyeceği görüşüne katılmaktadırlar.

Belirtmeliyiz ki; dava zamanaşımı fikrine yakın dursak da, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların yanında özellikle kasten insan öldürme, cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarının nitelikli hallerinde dava zamanaşımının kaldırılması fikri savunulabilir. Özellikle bu suçların ağırlığı, suçun ve faillerinin karanlıkta kalması, suçun zamanla ortaya çıkma ihtimali karşısında, korunan hukuki yararın öneminin “dava zamanaşımı” kavramına sıkıştırılmaması ve üstünlüğünün gözetilmesi gerektiği söylenebilir. Her durumda dava zamanaşımı sürelerinin daha da uzatılması gerektiği, bu açıdan üst sınırı beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını öngören suçlarda sekiz yıllık temel zamanaşımı süresinin kısa olup, uzatılması, örneğin en az on yıl olarak tayin ve tespitinde isabet olacağı ileri sürülebilir. Çünkü temel süreyi kesen veya durduran bir neden ortaya çıkmadıkça, dava zamanaşımının dolma ihtimali pek muhtemeldir.

Tartışma konumuz, aynı soruşturmaya ve kovuşturmaya konu suçtan dolayı birden fazla fail (müşterek fail, azmettiren veya yardım eden sıfatlarından birisini üstlenen) yönünden dava zamanaşımının nasıl hesaplanacağının ortaya koyulmasıdır.

Esasında, bu konuda 765 sayılı mülga Ceza Kanunu ile 5237 sayılı Ceza Kanunu arasında bir fark yoktur. Dava zamanaşımı şahsa, yani faile bağlı olmayıp, fiille ilişkilendirilmiştir. Bir başka ifadeyle dava zamanaşımı süresi, dava zamanaşımını kesen sebepler yönünden mutlaka fiille ve dava zamanaşımını durduran sebeplerin kişisel olanları hariç olmak üzere yine fiille alakalıdır. Temel dava zamanaşımı süresi, kesme nedenlerinden birisinin gerçekleşmesi ile başlayan yeni süre ve kişisel nedenler hariç dava zamanaşımının durması, her bir şüpheli veya sanık yönünden ayrı hesaplanmayıp, süre hesabı suça konu eylemin işlendiği tarihten itibaren başlar, kesme nedeniyle birlikte o an belirli olan veya olmayan şüpheli veya sanıklar yönünden yeniden başlar ve nihayet her kesmeden sonra temel süreye ilave edilen yarı sürenin dolması ile dava, yani suç zamanaşımı gerçekleşir. Zamanaşımının durması için de, kişisel durma nedenleri hariç dava zamanaşımının hesaplanmasında benzer usul tatbik edilir. Buna, dava zamanaşımının sirayeti, yani dava zamanaşımının mutlaklığı denir ki, dava zamanaşımı her şüpheli veya sanık yönünden bireysel, yani nisbi uygulanamaz.

Mülga Ceza Kanunu incelendiğinde; m.102’de dava zamanaşımı sürelerinin, m.104 ile 105’de kesme nedenlerinin, m.107’de durma nedenlerinin tanımlandığı ve m.106’da da dava zamanaşımının sirayetinin net bir şekilde açıklandığı görülmektedir.

Mülga TCK m.106’ya göre; “Bir suçtan dolayı yapılan ve müruru zamanı kesen muameleler o suçlarda her ne suretle olursa olsun iştiraki olup da aleyhlerinde takibat veya tahkikat yapılmamış olan kimseler hakkında dahi müruru zamanı keser”.

Bu hükme göre, bir soruşturma veya kovuşturma sırasında her bir şüpheli veya sanık yönünden dava zamanaşımı hesaplanamaz. Suçun işlendiğinin kabul edildiği tarihten itibaren başlayan zamanaşımı kesme sebebi bir şüpheli veya sanık bakımından gerçekleştiğinde, suça konu eylemle ilişkilendirilen diğer şüpheli veya sanık için de suça konu fiile bağlı olarak dava zamanaşımı kesilip tekrar işlenmeye başlar. Hatta o an adı hiç dosyaya girmemiş, henüz ortaya çıkarılmamış ve ulaşılmamış fail varsa, temel zamanaşımını kesen neden fiile bağlı olduğundan, adı ileride dosyaya giren ve kendisi bakımından temel zamanaşımının dolduğunu zanneden şüpheli veya sanığı da dava zamanaşımın kesen eski neden kapsayacaktır. Kısaca, dava zamanaşımı kişiye değil fiile bağlıdır.

Gerek mülga kanun ve gerekse aynı konuyu düzenleyen 5237 sayılı Kanunun 66. ve 67. maddelerini; dava zamanaşımını fiile bağlayan, sirayeti kabul eden, aynı soruşturma ve kovuşturma yönünden her bir faili dava zamanaşımının hesabında ayrı değerlendirmeyen kanunlar olarak kabul etmek gerekir.

Ancak temel dava zamanaşımı süresi dolmadan bu süreyi kesen bir neden ortaya çıkmayıp bu arada da temel süre dolduğunda, artık önceden adı dosyaya giren veya sonradan ortaya çıkan failler yönünden uzatılmış dava zamanaşımının tatbiki mümkün olamayacaktır.

Eski kanun yönünden kesme nedenleri; mahkumiyet hükmü, yakalama, tutuklama, davetiye veya zorla getirme yazıları, şüpheli veya sanığın sorguya çekilmesi veya adli makamlar huzurunda ifadesinin alınması, şüpheli hakkında son soruşturmanın açılması kararı veya iddianamenin yazılması olarak öngörülmüş idi (m.104/1). Yeni kanunun 67. maddesinin ikinci fıkrasında bu nedenler; şüpheli veya sanıklardan birisinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, şüpheli veya sanıklardan birisi hakkında tutuklama kararı verilmesi, iddianame düzenlenmesi (kanaatimizce CMK m.191/3-b’de zikredilen “iddianame yerine geçen belge” de aynı etkiye sahiptir) veya sanıklardan bir kısmı hakkında mahkumiyet kararı verilmesi olarak sıralanmıştır.

Bu sebeplerden birisi nedeniyle dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Birden fazla kesme nedeninin bulunması halinde son neden dikkate alınır ve toplam süre temel dava zamanaşımının en fazla yarısına kadar uzayabilir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun konu ile ilgili 20.03.2012 tarih, 2011/11-241 E. ve 2012/114 K. sayılı kararında; dava zamanaşımının nedenleri sayılırken kullanılan “şüpheli veya sanıklardan birinin”, “şüpheli veya sanıklardan biri hakkında”, “sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa” ibarelerinden dolayı “dava zamanaşımının sirayeti” ilkesinin yeni Kanunda da benimsendiği ifade edilmiştir. Kararda atıf yapılan bilimsel görüşlerde de, bir suçtan dolayı ortaklardan birisi hakkında dava zamanaşımı kesilmişse, yani birisi ile ilgili tasarruftan dolayı zamanaşımı kesintiye uğramışsa, bu durumun iddiaya konu suçun diğer ortaklarını da etkileyeceği fikrinin kabul edileceği görülmektedir.

Kanaatimizce, dava zamanaşımı ve zamanaşımını kesen sebepler ile durmanın kişisel olanları hariç dava zamanaşımı ile ilgili kuralların aynı iddia yönünden o an belirli olan veya olmayan tüm failleri kapsadığı, bu açıdan sübjektif değil objektif ölçütün geçerli olacağı tartışmasızdır.

Sonuç olarak; uygulamada her bir şüpheli veya sanık yönünden yapılan ayrı zamanaşımı hesaplarının, dava zamanaşımını kesen sebepler yönünden isabetli olmadığını, suç tarihinden itibaren dava zamanaşımının fiile bağlı olarak ortak hesaplanması gerektiğini, bir faille ilişkilendirilmek suretiyle ortaya çıkan zamanaşımı kesme sebebinin diğer faili etkilemeyeceğini, çünkü onun yönünden dava zamanaşımı kesme nedeninin gerçekleşmediği fikrinin kabul görmeyeceğini, bu nedenle suça konu fiilden bağımsız ve şahsa bağlı olarak yapılan dava zamanaşımı hesaplarının doğru olmayacağını ifade etmek isteriz.


Kaynak: Haber7.com