Gücün varsa ayakta kalabilirsin. Siyasi, iktisadi ve askeri gücün, uluslararası etkinliğin yoksa mağdur olmaya ve edilmeye mahkum olursun. Bu tespitin son örneği Ukrayna’dır. Tarihe bakıldığında da durum farklı değildir. Değişen sadece zaman, bilim ve tekniktir. İnsan hep aynıdır. Boşuna “tarih tekerrürden ibarettir” denilmemiştir.
 
Ukrayna’da birlik ve bütünlük kalmadı. Devlet yönetimini dinleyen yok, dolayısıyla anarşi, terör ve başıbozukluk kol gezmeye başladı. Devlet; başta can ve mal güvenliği olmak üzere kişi hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla düzeni sağlamak konusunda birincil vazifesini yerine getiremez duruma düşmüştür. Oysa olması gereken, toplumsal mutabakatla kamu kudreti kullanımı yetkisi verilen devletin düzeni sağlamasıdır. Bu beklentiye karşılık veremeyen devlet, özellikle vatandaşlarının da bölünmüşlüğü nedeniyle zayıflamaya, sonuçta parçalanmaya ve belki parçalanma öncesi ülkesinde ayrı yapılanmaların oluşmasına ses çıkarmamaya mahkum olacaktır.
 
Bu görüş, devlet ve gücünü sorumsuz veya dokunulmaz, halkın üstünde görmek değildir. Devlet, bir gerçektir ve zorunluluktur. Devlet, toplumu oluşturan, ortak değer ve yararlarda birleşen insanların oluşturduğu bir mutabakattır. Devlet, bireyin hak ve hürriyetlerini korumak amacıyla kural koyan, uygulayan ve sorunları çözdüğüne inanılan farazi bir varlıktır.
 
Devletin güçlü olmadığı yerde, beklenti sadece desteğini ümit ettiğiniz uluslararası örgütler ve yabancı devletler olacaktır. Onların düşüncesi, belki iç karışıklık yaşayan bir ülkenin birliği ve bütünlüğünün korunması olarak gözükse de, değişik sebeplerle bu düşüncenin eyleme dönüşmesi, hatta eyleme ve müdahaleye dönüşse bile çok daha tehlikeli sonuçlara yol açması mümkündür. Bu noktada, yabancı devletlerin çıkar beklentilerini ve çatışmalarını ayrıca hesaba katmak gerekir. Dünya düzeni budur. Süreç tabiat kanunlarına göre ilerleyecektir. Güçlü olursan ayakta kalırsın.
 
Toplumsal mutabakatla kamu kudretini kullanma yetkisine sahip kılınan Ukrayna Devleti, bırakın birliği ve bütünlüğü için tehlikeli gördüğü Rusya ile meselesini konuşmayı, kendi insanları ile bile anlaşamamaktadır. Devlet olmak ve ayakta kalmak ayrı bir meziyettir. Kökleşmek, vatandaşlarınızla anlaşmak, birlik ve bütünlüğün ne kadar önemli olduğunu kavramak için önce ulus olmak gerekir. Bu nedenle, her zaman “ulus ruhu” kavramının çok önemli olduğunu söyledik. “Hukuk devleti” ilkesi, elbette bir ülke ve milletin vazgeçemeyeceği değerdir. Bütün mesele, ortak menfaatleri paylaşan bireylerin “vatandaş” sıfatı ile ülkesini ve devletini benimseyip sevebilmesidir. Bireyler “vatandaş” sıfatını iki şekilde kazanabilir. Birinci kazanım doğuşla olandır ki, o ülke ve devletin ayrılmaz parçası olur, öyle hisseder ve yaşarsın. Bu bağ kopmaz ve koparılamaz. Bu konuda arızalar çıksa, devletin bireylere yönelik kısıtlamaları olsa bile, bireyler bu sorunlarını devlet yönetimini muhatap alarak çözmeye çalışırlar. “Vatandaşlık” sıfatının sonradan kazanılması da mümkündür. Bu bağ suni gibi gözükse de, devletin güçlü bir hukuk devleti niteliği taşıması halinde, devlet ile vatandaşlığı kazanan birey arasında kurulan bağın sağlamlaştığı görülecektir.
 
Ukrayna Devleti Kırım konusunda ciddi bir sorun yaşamış, bu sorunu çözemediği için Ülkesinin diğer yerlerinde de parçalanma riski ile karşı karşıya kalmıştır. Güçlü olamadığınızda, “vatandaş” olduğunu düşündüğünüz insanlarınızla bağınızı sağlamlaştıramadığınızda, maalesef iç ve dış dinamikler ülkenin birliği ve bütünlüğü aleyhine plan ve projelerini hazırlayıp uygulamaya koyacaklardır.
 
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinin Kırım konusuna siyasi sebepler ve kendi çıkarları dışında neden itiraz ettiğini ve Ukrayna’nın birlik ve bütünlüğünü savunurken bu durumu Uluslararası Hukuk nazarında ne tür bir haklı gerekçeye dayandırdıklarını anlamak mümkün değildir. Bir anlamda kendi ektiklerini biçmektedirler. Birleşmiş Milletler çatısı altında kabul edilen ve “İkiz Yasalar” adı ile bilinen uluslararası sözleşmelere göre, halkların kendi kaderlerini tayin hakları bulunmaktadır. Kırım halkı da geleceği ile ilgili kararını Rusya ile beraber hareket etmek ve birleşmek yönünde vermiştir. Bir an için “bu iş bu kadar basit olamaz, bir devlet bu kadar kolay parçalanamaz” veya “bir devletin herhangi bir bölgesi veya ülkesinde yaşayan topluluğu, ben kendi geleceğimi kendim tayin etme hakkına sahibim, bu sebeple de ayrılıyorum diyemez” şeklinde düşünülebilir. Ulusal ve uluslararası alanda güçlü olduğun müddetçe bu düşünce doğrudur. Bu tespit rahatsız edici olsa bile, uluslararası ilişkiler açısından isabetlidir. Çünkü uluslararası ilişkilere, objektif hukuk kurallarından ziyade gücü takip eden ve sübjektiflik taşıyan hukuk kuralları ve uygulamaları hakimdir.
 
Bu iş böyledir, varsa gücün ayaktasın, vatandaşına kendini sevdirirsen, bağını güçlü tutarsan, ortak menfaatleri paylaşır, aynı bayrak altında toplanır “millet” olabilirsen yaşarsın ve yıkılmazsın. Aksi halde zamanını; dış güçlere, ayrılıkçılara, özerklik yanlılarına lanet okumakla geçirirsin. Ayakta kalmayı ve her alanda güçlü olmayı bilip başaracaksın, yoksa düşman çok. Dünyanın düzeni budur.
 
Herkes barış şarkıları ve türkülerini söylemek, kuşları, böcekleri görmek, savaşmamak, silahı ve silahlanmamayı reddetmek ister. Elbette doğru ve insani olan budur, ancak bu doğru pratiğe dönüşmemektedir. Kimse kimseyi kandırmasın. Etrafınıza bakın. Irak, Libya, Mısır, Suriye, Ukrayna örnekleri ortadadır.
 
Hayatta iki yaşam biçimi vardır. İlki, yaşayıp tecrübe edersin, ikincisi tehlikeyi önceden görüp vazgeçersin. Bizler, kötü örnekleri görüp yaşamamayı, bunun için de gerekli önlemleri almayı tercih etmeliyiz. Üniter yapıyı bozup federatif yapıya geçmek için sizi zorlayabilirler, “özerklik istiyoruz, ne var bunda” diyebilirler. Sonrası ne mi olacak? Coğrafi ve diğer şartları dikkate aldığımızda elbette, ya bağımsızlık veya başka bir ülkeye bağlanma istekleri gündeme gelecektir. Gücün kadar konuşursun. Ülke birliğini ve bütünlüğünü koruyacak gücün, vatandaşlarınla sağlam bağın yoksa, başka güçlerin plan ve programlarını gündem dışı bıraktıramıyorsan, vatandaşına bunun yanlışlığını, bir ve bütün bir hukuk devleti olmanın güzelliğini, yaşanan sorunların ayrılarak değil, bir bütün olarak aşılabileceğini anlatamıyorsan, bu noktada “ulus” yerine “ırk” kavramı ön plana geçmişse, işin gerçekten zor demektir.
 
Şu sözler dudaklardan dökülecektir; “Meclis kabul ederse bölünmeyi tartışıp halkoyuna sunabiliriz. Ancak ben vatandaşların bölünmez ülke bütünlüğünden yana oy kullanacağına eminim”. İşte o an çok geç kalmışsın demektir. Bu geç kalmanın maliyetinin ne olacağını, nelerin kaybedileceğini ve düzenin tekrar sağlanacağını ise yalnızca Allah bilir.
 
Türkiye Cumhuriyeti köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Ülkemizde farklı ırklar, dinler ve kültürler yaşasa da, bizler Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi üzerinde yaşayan ve aynı bayrak altında toplanmış Bir Milletiz. Ülke coğrafyasının her yerinde insanların değişik sebep ve boyutlarda sorunlar yaşadığı doğrudur. Bu sorunları çözmek, aynı ülke ve millet çatısı altında mümkündür. Devletin birey ve millet için var olduğu gerçeği unutulmadığı ve “demokratik sosyal hukuk devlet” ilkesi esas alındığı sürece her sorunun aşılacağı tartışmasızdır.
 
Son söz; Türkiye Cumhuriyeti kıymetli bir hukukçuyu kaybetmiştir.Cumhuriyet Başsavcımız İsmail Alkan’ın mekanı Cennet, ruhu şad olsun.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)