Aşağıda, 21.10.2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na yeniden sunulan Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı’nın bazı hükümleri incelenecektir.

Geçici maddeleri ile birlikte toplam 13 maddeden oluşan Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı’nda; “Devlet sırrı” niteliği taşıyan bilgi ve belgeler ile diğer gizli bilgi ve belgelerin neler olacağına, bunların ne şekilde belirleneceğine, korunacağına, açıklanacağına ve bunlara ilişkin yükümlülüklerine yer verildiği görülmektedir.


Tasarının “Devlet sırrı” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında; “Devlet sırrı niteliğindeki bilgilerle ilgili tanıklık” başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.47/1’de yer alan “Devlet sırrı” tanımının tekrarlandığı, ancak hükme “öğrenilmesi” kavramının eklendiği, tanımda somutluk bulunmadığı ve soyut anlatımla yetinilip, hangi bilgi ve belgelerin “Devlet sırrı” niteliğinde sayılacağı yetkisinin, her somut durum açısından Devlet Sırrı Kuruluna bırakıldığı ve bu konuda “Devlet Sırrı Üst Kurulu” adı ile kurulacak bir makamın da nihai yetkili sayıldığı, buna göre hangi bilgi ve belgelerin “Devlet sırrı” sayılacağına dair karar ve tasarrufların tümü ile yürütme organına bırakıldığı görülmektedir.


Tasarı; “Devlet sırrı” kavramı üzerinde devam eden belirsizliği ve soyutluğu kaldırmayı, hangi bilgi ve belgelerin Devlet sırrı olup olmadığı konusunda tartışmaya son vermeyi hedeflemiş ve hangi bilgi ve belgelerin Devlet sırrı sayılıp sayılmayacağı hususlarında merkezi bir kurulu yetkili kılmıştır.


Tasarının 3. maddesinin 2. fıkrasında; Tasarıda yer alan “Devlet sırrı” tanımının, demokratik toplum düzeni, “hukuk devleti” ilkesine aykırı şekilde yorumlanamayacağı ve uygulanamayacağı ifade edilmiştir. Bununla birlikte Tasarının “Amaç” başlıklı 1. maddesi ile “Devlet sırrı niteliği taşımayan gizli bilgi ve belgeler” başlıklı 4. maddelerinde yer alan ibareler ile 3. maddenin 2. fıkrasında belirtilen hükmün çeliştiği görülmektedir. Öncelikle Tasarının “Devlet sırrı” kavramının ötesine geçmesi ve buna ek olarak “Devlet sırrı niteliği taşımayan gizli bilgi ve belgeler” ibaresine soyut olarak yer vermesi ve Tasarının 4. maddesinde bu ibarenin tanımını geniş tutması, hem Tasarının 3. maddesinin 2. fıkrası ile ve hem de TCK m.326 ila 339’da tanımlanan suçlarda yer alan hukuki yararlar, bunun yanında yeterli öngörülebilirliği ve bilinirliği taşımaması nedeniyle de “kanunilik” ilkesi ile çelişmektedir.


Tasarının 4. maddesinin kabulü, esasında TCK m.326 ve devamında tanımlanan suçlarla uyumludur. Çünkü TCK m.326 ve devamında tanımlanan suçlarda, mutlak ve dar “Devlet sırrı” kavramına yer verilmediği, Devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından bunu aşan hukuki yararlardan bahsedildiği görülmektedir. Gerek bu açıdan ve gerekse TCK m.326 ve devamında tanımlanan suçların maddi unsurlarını belirleyebilmek için, Tasarının 4. maddesinin öngörülmesi esas itibariyle isabetli olmuştur. Ancak isabetsizlik, 4. maddenin soyutluğu ve bir başka hükümle daha somut hale getirilmemesidir.


Tasarının 4. maddesine göre; “Devlet sırrı niteliği taşımayıp da, açıklanması veya öğrenilmesi halinde ülkenin ekonomik çıkarlarına, istihbarata, askeri hizmetlere, idari soruşturmaya ve adli soruşturma ve kovuşturmaya zarar verebilecek nitelikteki veya yetkili makamlar tarafından gizlilik derecesi verilmiş bilgi ve belgeler, gizli bilgi ve belgeler olarak kabul edilir”.


Maddenin gerekçesinde, hükmün tekrarı ile yetinildiği ve ayrıca bir açıklamada bulunulmadığı görülmektedir. Bir bilgi ve belgenin üzerine “gizli” ibaresinin yazılı olması, o bilgi ve belgeyi kendiliğinden Devletin güvenliği için korunması gereken gizli bilgi ve belge haline getirmez. Gizli bilgi ve belgenin iki temel şartı vardır; ilki, bilgi ve belgenin Devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması ve ikincisi de, bu gizliliğin korunması gerekliliğidir. Bilgi ve belgenin gizliliği; Devletin isteği ile veya isteği dışında son bulmuşsa, bu durumda gizli bilgi ve belgeden bahsedilemez. Bilgi ve belgenin gizliliği; TCK m.326 ve devamı maddelerinde tanımlanan suçlardan birisi ile son bulmuşsa, failin ceza sorumluluğu yoluna gidilecektir.


Tasarının 5. maddesinde, ikili veya çok taraflı uluslararası sözleşmelere bağlı Devlet sırrı veya bu niteliği taşımayan gizli bilgi ve belgelerle ilgili bir hükme yer verildiği görülmektedir. Bu hükümde, Devleti aşan ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan gizlilik hali düzenlenmiştir. Bu gizlilik, “Milletlerarası anlaşmaları uygun bulma” başlıklı Anayasa m.90’a uygun hareket etmek şartıyla mümkün olabilir.


Tasarının 6. maddesinde, Devlet Sırrı Kurulu ve Devlet Sırrı Üst Kurulu hakkında hükümlere yer verildiği görülmektedir. Devlet Sırrı Kurulu, bilgi ve belgelere Devlet sırrı niteliği verme yetkisine sahiptir. Bu Kurulun; Başbakanlık Müsteşarının başkanlığında, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı müsteşarlarından oluşması öngörülmüştür. Hangi bilgi ve belgelerin Devlet sırrı sayılacağına ilişkin olarak Kurula; Başbakan, Genelkurmay Başkanı, bakanlar ve Milli Güvenlik Kurulu doğrudan teklif verebilir. Diğer kamu kurum ve kuruluşları ise; kendi görev alanlarına giren bilgi ve belgelerin Devlet sırrı olarak belirlenmesini istediklerinde, bağlı, ilgili veya ilişkili bulundukları bakanlıklar vasıtasıyla Kurula teklif verebilirler.


Cumhurbaşkanlığına ait bilgi ve belgelerin Devlet sırrı niteliği, “Devletin başı” sıfatı ile Cumhurbaşkanının takdirine bırakılmış ve Kurul bu konuda yetkilendirilmemiştir. Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanlığına ait bir bilgi ve belgenin Devlet sırrı sayılmasını ve açıklanmamasını takdir edebilir. Bu durumda ilgili bilgi ve belge, “Devlet sırrı” muamelesi görecek ve Türk Ceza Kanunu hükümleri buna göre uygulanacaktır. Bu hükmün, Ceza Muhakemesi Kanunu m.47/4 ile uyumlu olduğu söylenebilir. CMK m.47/4’e göre;“Cumhurbaşkanının tanıklığı sözkonusu olduğunda, sırrın niteliğini ve mahkemeye bildirilmesi hususunu kendisi takdir eder”.Tasarıda, Cumhurbaşkanlığına ait bilgi ve belgenin niteliğinin tayin ve takdiri, bunun Devlet sırrı sayılıp sayılmaması yetkisinin tümü ile Cumhurbaşkanına bırakıldığı, Cumhurbaşkanının Devlet sırrı nitelendirmesi yaptığı bilgi ve belgelere Kurulun veya herhangi bir yargı merciinin müdahale edemediği anlaşılmaktadır.


Kurulun bilgi ve belgelerin nitelendirilmesine ilişkin kararlarına karşı dava açılması halinde, Tasarının 6. maddesinin 5. fıkrasına göre kurulacak Üst Kurulun nihai görüş vermekle yetkili kılındığı görülmektedir. Üst Kurul; Başbakanın başkanlığında, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri bakanlarından oluşacaktır. Bu hükmün, maddi hakikat ve adalet açısından gerekli olacak bilgi ve belgelere ulaşması gereken yargı erkine yetki tanımamaya çalıştığı görülmektedir.


Hükümde geçen “nihai olarak görüş bildirmek” sözünden ne anlaşılması gerektiği de ayrı bir sorundur. Üst Kurulun bildireceği nihai görüş bağlayıcı ise, bu durumda bilgi ve belgelerle ilgili yargıya başvurmanın anlamı bulunmamaktadır. Bu düşüncenin kabulü mümkün değildir. “Hukuk devleti” ilkesine bağlı olan bir toplumda, kişi hak ve hürriyetleri açısından önem taşıyan konularda “Devlet sırrı” nitelendirmesi ile yargı yetkisinin kullanılmasının engellenmesi ve dolayısıyla maddi hakikate ve adalete ulaşılamaması düşünülemez.


Bu nedenle, “Devlet sırrı niteliğindeki bilgilerle ilgili tanıklık” başlıklı CMK m.47 ve “İçeriği Devlet Sırrı niteliğindeki belgelerin mahkemece incelenmesi” başlıklı CMK m.125 düzenlenmiştir. Ceza yargılaması bakımından özel bir kanun olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, Kurul veya Üst Kurulca verilecek kararlar uyarınca uygulanmasının önüne geçilmesi doğru değildir. Devlet sırrı niteliği taşımayan diğer gizli bilgi ve belgeler hariç olmak üzere, Kurulca veya Cumhurbaşkanı tarafından Devlet sırrı olarak nitelendirilen bilgi ve belgeler ile bunlara ilişkin tanık beyanlarına, CMK m.47 ve 125’e bağlı kalarak ulaşılmalıdır.


Tasarının 4. maddesinde düzenlenen Devlet sırrı niteliği taşımayan gizli bilgi ve belgelerin, Tasarının 6. maddesi kapsamına girmeyeceği ve Kurul veya Üst Kurulca bu konuda karar alınmasına gerek olmadığı, ancak “Devlet sırrı” dışında kalan gizli bilgi ve belgelerin bu özelliklerinin gözönünde bulundurulması lüzumu da gözardı edilmemelidir.


Tasarının 7. maddesinde; ilgili bilgi ve belgelere Devlet sırrı niteliğinin süreli veya süresiz olarak verilebileceği, ancak bu sürelerin 75 yılı geçemeyeceği ifade edilmektedir. Hükümde, bu sürelerin Kurul tarafından her zaman değiştirilebileceği veya kaldırılabileceği yer almaktadır. Sürelerin uzunluğu veya kısalığı, değiştirilme ve kaldırılma koşulları, nihai sürenin ne olacağı hususu, “hukuk devleti” ilkesine bağlı kalmak kaydıyla kanun koyucunun takdirindedir.


Tasarının 8. maddesinde, Devlet sırrı ve Devlet sırrı niteliği taşımayan bilgi ve belgelerin mahkemelere verilmesi usulünün düzenlendiği görülmektedir. Gerek Kanun Tasarısına ve gerekse 8. maddeye, Devlet sırrı niteliği taşımayan bilgi ve belgelerin alınması isabetli olmamıştır. Bu bilgi ve belgelere ilişkin düzenlemeler; CMK m.47 ve 125’de olduğu gibi, Devletin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları ile ilgili gizli bilgilere karşı işlenen suçlar da TCK m.326 ve devamında tanımlanmıştır.


Tasarının 8. maddesinin 1. fıkrası ilginç bir hükme yer vermiştir. CMK m.47 ve 125’le çelişen bu hükümde, mahkemelerce talep edilen Devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi ve belgelerin Devlet Sırrı Kurulu’nun gerekçeli kararı ile verilmeyebileceği ifade edilmiştir. Bunun kabulü mümkün değildir.


Maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi için, en azından “hukuk devleti” ilkesini de gözeterek kovuşturmayı yapan mahkemenin Devlet sırrı niteliği taşısa da dava konusu eylemle ilgili bilgi ve belgeleri inceleyebilmesi gerekir. Bu inceleme yapılmadığı takdirde; sanığın veya mağdurun haklarının korunmaması, maddi hakikate ve adalete ulaşılamaması sorunu ortaya çıkacaktır ki, bu da dürüst yargılanma hakkını gölgeleyecek ve hak ihlalini gündeme getirebilecektir.


Devlet sırrı kapsamına giren bilgi ve belgelere soruşturmada ulaşılamayacağını, çünkü Tasarı m.8/1’de yalnızca “dava” kavramına yer verildiğini ifade etmek isteriz. Bu düzenleme doğru mudur? Bizce değildir. Bir kamu davasının açılıp açılmaması ile ilgili başlatılan soruşturma ve hazırlanacak iddianame için önem taşıyan bilgi ve belgelerin soruşturmayı yürüten cumhuriyet savcısı veya yapılacak bir düzenleme ile en azından sulh ceza hakimi tarafından incelenmesi mümkün kılınmalıdır. Bu kabul, Devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi ve belgelerin öğrenilmesi veya aktarılması amacına hizmet etmez.


Yakın geçmişte “Kozmik Oda” adı ile bir tecrübe yaşandığı, fakat siyasi içerik taşıyan, bugün de ciddi eleştirilere muhatap olan ve hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen bir soruşturmada veya siyasi içerikli bazı soruşturmalardan hareketle, maddi hakikate ve adalete hizmet edecek delillere ulaşılmasının engellenmesi doğru olmayacaktır. Bir kötü tecrübenin bahane edilerek, “hukuk devleti” ilkesinin özünü sarsacak yasal değişiklik ve uygulamalar yerinde görülemez. “Devlet sırrı” kavramının kabulü, bu kavramdan hareketle Devlet ve Ülke güvenliğinin, iç veya dış siyasal yararlarının korunup gözetilmesi amacıyla yasal düzenlemelere gidilmesi doğrudur, fakat bu düzenlemeler maddi hakikatin ve adaletin üstünün örtülmesinin gerekçesi yapılamaz.


Tasarının 8. maddesinin 1. fıkrasının 2. cümlesinde; Devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi ve belgenin talep eden mahkemeye verilmemesi halinde, bu durumun davada ilgili kişi aleyhine sonuç doğurmayacağı şekilde bir hükümle hafifletilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu hükme göre, “Ancak, verilmeyen bilgi ve belgeler davada ilgili aleyhine sonuç doğurmaz”.


Bu hükümde; her ne kadar Devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi ve belgenin 
haberi veya bu bilgi ile ilgili bir yazı dayanak alınarak dava açılsa da, Kurulca bu bilgi ve belgenin mahkemeye gönderilmemesi kararlaştırılmışsa, bu bilgi ve belgeden dolayı yargılanan kişinin aleyhine hareket edilemeyeceği ve karar verilemeyeceği ifade edilmektedir. Tasarı, bu verilmemeden dolayı ortaya çıkabilecek mağduriyeti, maddi hakikate ve adalete ulaşmayı gözardı etmiştir.

Esasında Tasarının 8. maddesi; faili koruduğu gibi, gerçeğin ortaya çıkmasını da engelleyebilecek kuvvettedir. Bir suç işlediği iddiasıyla yargılanan sanık, gerek kendi hakları ve gerekse mağdur ile toplumun hakları açısından dürüst yargılanmalıdır. Bir yargılamada, Devlet sırrı ve hatta Devlet sırrı niteliği taşımamakla birlikte gizli sayılan bilgi ve belgenin mahkemeye verilmemesi sebebiyle delil yetersizliğinden veya suçu işlemediği sabit olduğundan sanığın beraatına karar verildiğinde, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.13’ün güvencesi altında bulunan etkili başvuru hakkı nasıl korunmuş ve sağlanmış olacaktır? Bu da, Tasarının gündeme getireceği ayrı bir hukuki sorun olarak göze çarpmaktadır.


Tasarının 8. maddesinin 2. fıkrasında; Devlet sırrı kapsamına girmeyen gizli bilgi ve belgelerin mahkemelere verilmesinin düzenlendiği görülmektedir. Mahkemeler; Devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi ve belgelere göre, bu kapsama girmeyen belgelere daha kolay ve herhangi bir kurul, kurum ve kuruluşun izin veya kararına bağlı olmaksızın ulaşabilecektir.

Tasarının 8. maddesinin 3. fıkrasında, daha ilginç bir hükme yer verildiği görülmektedir. Maddenin üçüncü fıkrasında; Devlet sırrı olan veya olmayan gizli bilgi ve belge farkı gözetilmeksizin madde kapsamına giren bilgi ve belgelerin taraflara inceletilmesinin mahkemenin takdirine bağlı olduğu, inceleme izninin de yalnızca dava konusu uyuşmazlığı açıklığa kavuşturan nitelik taşıyan bilgi ve belgelerle sınırlı olacağı ve mahkemece inceletme izninin verilmemesi durumunda, bu bilgi ve belgelerin davada ilgili aleyhine sonuç doğurmayacağı belirtilmiştir. Hükümde geçen bilgi ve belgelerin, 8. maddenin ilk iki fıkrasına göre mahkemelere gönderilen “Devlet sırrı” niteliği taşıyan veya gizli bilgi ve belgeler olduğu unutulmamalıdır.

Ceza davalarında mahkemeye gönderilen bilgi ve belgeler tarafların incelemesine sunulacağı halde, bu yöntemin diğer dava türlerinde kısıtlanabileceği anlaşılmaktadır. Ancak Tasarı, ceza davaları konusunda da kısıtlama yöntemini benimsemiş ve konu ile ilgili CMK m.125’in uygulamasını kabul etmiştir.


Tasarının 8. maddesinin 5. fıkrasında; Devlet sırrı veya Devlet sırrı niteliği taşımayan bilgi ve belgelerin mahkemelere verilmemesi konusunda Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerinin saklı olduğundan bahsedilerek, bir anlamda CMK m.47’nin dikkate alınması gerektiğine işaret edilmiştir.


Tasarının 8. maddesinin 6. fıkrasında, Cumhurbaşkanlığının bilgi ve belgelerinin mahkemeye gönderilmesi hususunda takdir ve değerlendirmenin Cumhurbaşkanına ait olacağı ve bu yetkinin Cumhurbaşkanının görevine giren ve bu sebeple Cumhurbaşkanlığının bilgi ve belgelerinden kabul edilen Devlet sırları ile bu sırlar dışında kalan gizli bilgi ve belgeleri kapsayacağı unutulmamalıdır.


Tasarının 9. maddesinde, mahkemelere ve cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmesine karar verilen bilgi ve belgelerin nasıl korunacağına, yetkisiz kişilerin bu bilgi ve belgeleri ele geçirilmesinin veya açıklanmasının önüne geçilebilmesi için gerekli tedbirlerin alınması gerektiğine işaret edilmiştir. Belirtmeliyiz ki; Tasarının 8. maddesinde “dava” kavramına yer verilip soruşturmadan söz edilmediği için, 9. maddede geçen “cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmesine karar verilen bilgi ve belgelerin” ibaresinden ne anlaşılması gerektiği net değildir. Tasarının 8. maddesi ile 9. maddesi arasında gündeme gelen bu çelişki giderilmelidir.


Tasarının 10. maddesinde, Tasarıda belirtilen koruma yükümlülüklerine aykırı hareket edenler hakkında, “Göreve ilişkin sırrın açıklanması” başlıklı TCK m.258’in uygulanacağı belirtilmiştir. 10. maddede düzenlenen suç mahsus/özgü bir suç olup, suçun faili ancak görevi nedeniyle kendisine verilen veya bu nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken bilgi ve belgeleri korumakla görevli kamu görevlisi olabilir.


Maddenin ikinci fıkrasında; Devlet sırlarına karşı basın, yayın veya internet yoluyla işlenmesi halinde fail hakkında verilecek cezanın yarı oranında artırılacağına dair hükme yer verilmiştir. Bu hükümde, ilginç bir şekilde Devlet sırları kapsamına girmeyen gizli bilgi ve belgelerin korunması yükümlülüğüne aykırı hareket edilmesi öngörülmemiştir. Böylece, ceza artırımı hükmünün Devlet sırrı kapsamına girmeyen gizli bilgi ve belgeler yönünden uygulanamayacağı anlaşılmaktadır.


Devlet sırları ile gizli bilgi ve belgeleri koruma yükümlülüğünü ihlal eden kamu görevlileri hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı ifade edilmekle birlikte, müsteşar, vali, kaymakam ile özel soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi tutulan sanıkların hukuki durumlarının ayrı değerlendirileceği anlaşılmaktadır.


Kanaatimizce görevi nedeniyle Devlet sırlarını veya bu kapsama girmeyen gizli bilgi ve belgelere ulaşan avukat, Tasarının 10. maddesinde düzenlenen suçun faili olamaz. Bu suç, yalnızca kamu görevlileri tarafından işlenebilir. Ayrıca avukata, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu dışında bir yükümlülük yüklenemez.


Tasarının Geçici 1. maddesinde; Tasarının kanunlaşıp yayımı tarihinden önce işlem gören ve yeniden işleme alınması gereken belgelerden, “Devlet sırrı” başlıklı Tasarının 3. maddesi kapsamında belirtilen nitelikleri taşıyan bilgi ve belgelerin, Devlet Sırrı Kurulu tarafından Devlet sırrı niteliği verileceği öngörülmüştür. Buna göre Tasarı, kanunlaşma öncesini ayırmamış ve “Devlet sırrı” kapsamında sayılacak bilgi ve belgelerin tasnifini istemiştir. Ancak bu tasnif Devlet Sırrı Kurulu tarafından yapılmazsa ve ilgili bilgi ve belgeler Devlet sırrı olarak kabul edilmezse, belki ilgili gizli bilgi ve belgeler Devlet sırrı kapsamı dışında kalan gizli bilgi ve belgelerden sayılabilecek, fakat Kurul kararı olmadıkça Devlet sırrı sayılmayacak ve bu yönde bir muamele görmeyecektir.


Sonuç olarak; Devlet sırrı kavramı konusunda sorun yaşandığı, belirsizlik olduğu ve kimin tayin edeceği hususunda netliğin olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bir sırrın Devlet sırrı olup olmadığının tayinini, elbette o sırrın sahibi veya yetkilisi ortaya koyacaktır. Savcı, mahkeme veya hakim olarak bir bilgi ve belgenin Devlet sırrı olup olmadığını bilebilmek elbette mümkün olmayabilir, zaten savcı, mahkeme veya hakimin bu tür bir bilgiye sahip olma yükümlülüğü de yoktur. Bu konu takdir ve değerlendirmeye bağlı olmakla birlikte, kimsenin keyfine de bırakılamaz. İşte bu belirsizliği ortadan kaldırmak için, Devlet Sırrı Kanunu'na ve bu konuda net kurallara ihtiyaç vardır.


Kaynak: haber7.com