Okuyup öğretmen olmak vardı yaa! Acaba yeniden sınava mı girsem? Offf… içimdeki dırdırcı ben, hiç susmuyor. Hele ki bir gün önce yaşadığım olaydan sonra.. !

Bir icra dosyasından dolayı borçlu olan vatandaş, ilk gelişinde oğlu ile birlikte gelmiş, zaman içerisinde ödeme sözü vermiş, gün almış, ödeme günü gelip çattığında ise ya­nında getirdiği evladının hastalandığını, ilerleyen günlerde hastanede yattığını, artık kendisine verilen sürenin sonun­da ise çocuğun öldüğünü, cenazesinden dolayı gelemediği­ni anlatıp durmuştu.

Ben de insanım. Küçücük bir çocuğun hikâyesiydi anlatılan. Günlerce hastanede yatması, amansız hastalığı ve nihayetinde ölümü…

Çok etkilenmiş gözyaşlarımı tutamamıştım.

Günler geçti. Ve borç ödenmedi. Başka çarem kalmamış, evine hacze gitmek zorunda kalmıştım. Eşi evdeydi. Başsağlığı diledim. Çocuğun ölümüne ne kadar üzüldüğümü, lakin vazifem gereği bu işi yapmak zorunda olduğumu anlattım. Yüzüme garip garip baktı. Söylediklerime anlam veremedi. Her şeyi anlamıştım…!

Ne çocuk ölmüştü, ne de hastalanmıştı. Bana anlatılan bü­tün hikaye bir yalandan ibaretti. Kızgın ve öfkeliydim. Ama en çok da kendime.. Aldatılmış, kandırılmış, iyi niyetimin kurbanı olmuştum. Cahilliğime tecrübesizliğime yanıyordum.

Nasıl bu kadar saf olabilmiştim. Hazmedemiyordum olanları. Akşamdan bu yana gözüme bir saniye olsun uyku girmemişti. Bir sağa bir sola dö­nerken kendime olanca hakareti reva görmüştüm. İnsanlara olan güvenimi, inancımı kaybetmiştim. Bu mesleğin bana göre olmadığından da emindim artık. O günlerde bir kısım meslektaşlarımızla şehir stadyumun­da yaptığımız 45 dk’lık sabah yürüyüşleri, yeni bir güne başla­manın ön hazırlığı, hukuki problemlerin, yeni çıkan yasaların tartışma konusu edildiği, dolu dolu geçen zaman dilimi haline dönüşmüştü benim ve bir kısım arkadaşlarım için.

Ne zaman hastalansam ya da strese girsem muhakkak deli­cesine spor yapma isteği belirir bende. Yürümek değil koşmak isterim. Ya da kendimden başlayarak tüm dünyayı temizleye­bilmek. İşte yine bu duygularla başladım güne. Oldukça hızlı girmiştim stadyuma. Bir yandan yürürken diğer yandan kendimle kavga ediyordum.

Bu arada gözlerim diğer arkadaşlarımı arıyordu… Yaklaşık 10 m kadar ileride Hüseyin Bey’i gördüm. Benden önce gelip birkaç tur atmış olmalıydı. Kendisi benim gibi onlarca avukata mesleki an­lamda ilmiyle ve tecrübesiyle rehberlik etmiş büyüğümüzdü.

NE OLDUĞUNU SORDU
O da beni görünce yavaşlayarak bana katılma ihtiyacı hisset­mişti. Zira o gün attığım her adım, bir öncekinden daha sert ve daha hızlı idi. Kendime olan öfke ve kızgınlığım yüzüme yansımıştı. Ben ki; en zor anında dahi yüzünden tebessümü eksik olmayan, kolay kolay öfkelenmeyen biriydim. Halim­deki garipliği anlamış olacak ki ne olduğunu sormadan ede­medi.

Önceki gün yaşadığım haciz olayını, borçlunun borcunu ödememek için çocuğu üzerine insafsızca kurduğu senaryoyu, kısacası başımdan geçenleri bir çırpıda ona anlattım. Yetmedi isyanlarımı dile getirdim. Ve dedim ki “Ben bu işi yapamıyo­rum!” O, her zamanki, ağır ve sakin tabiatıyla dinledi beni. Doğal olarak üzülmüştü halime. Olaylara bakış açısı benden oldukça farklıydı.

Yılların verdiği tecrübe ile pişmiş, yoğrulmuştu bu mesleğin içerisinde. Binlerce insan tanımış, bir o kadar hikâye dinlemiş, problemler çözmüştü. Anlattıklarıma yorum getir­mek yerine yüzüme gülerek baktı ve dedi ki; -Sakin ol! İstersen kendini bu kadar yargılamadan, Hakkın­da verdiğin hükmü infaz etmeden bir de benim hikâyemi din­le.

Ne de olsa ben seni dinledim. Ve başladı bana iki İsmail’in hikâyesini anlatmaya.. “-Bundan yıllar önceydi. Tutuklu olan bir müvekkil ile gö­rüşmek üzere çarşı merkezinde bulunan Osmaniye Kapalı Ce­zaevine gitmiştim. Oldukça sıcak bir gündü. Dışarıdaki hava­ya inat soğuk ve dondurucu etkisiyle insanın üstüne üstüne gelen cezaevinin karanlık koridorlarında ilerlerken geçmişi ve geride bıraktığım yılları sorguluyordum….

25 yıl olmuştu bu mesleğe başlayalı iyisiyle kötüsüyle geçen tam 25 yıl. Ne hikayeler dinlemiş ne farklı hayatlara tanıklık etmiştim bu soğuk duvarlar ardında. İlerleyen yıllar içerisinde şehrin en iyi ceza avukatlarından biri olmuştum. “Tuttuğunu koparır” diyorlardı benim için. Ama bedeli vardı. İyi avukat olmak kolay değil… İyi bir ceza avukatı olmak; hayatın büyük bir bölümünü işte buralarda, bu koridorlarda eskitmek demek. Müvekkiline gü­venmek, sana anlatılanlara inanmak, acılarına ortak olmak, öğ­rendiğin her şeye sonuna kadar sadık olmak, gizemli hayatlara dair tüm sır perdelerini sıkı sıkı kapatarak kendi benliğinde küllenmesine fırsat vermek demek.

Önce insan olmanın sonra da avukatlık etiğinin gereğidir bu.. Ama öyle durumlar, öyle hadiseler var ki zaman zaman inanmakta dahi güçlük çektiğimiz. Dilini bağlasan vicdanın susmaz.. İnsanı yaşadıkça sorgu­layan, sorguladıkça yaralayan gerçekler vardır onların içinde. Koridorlardan geçerken duyduğum her ses ürküntü veri­yordu bana .. Nihayet görüşme odasına ulaştığımda, görevlinin uzattığı ziyaret defterini imzalayarak avukatlara ayrılan yere geçtim.

Ki­minle görüşmek istediğimi söyledim. Bildirdiğim isimle birlikte mahkûm koğuşlarına anons geçilmişti. Beklemeye başladım. Yaklaşık 4 metrekare alanı olan bu küçük odaya bir masa ve iki sandalye ancak sığmıştı. Odanın kapısı koridora açılıyordu. Penceresi yoktu. O gün her zamankinden farklı olarak koridor arkamda kalacak şekilde oturmuştum. Adettendir, bizim bura­larda çay servisi yapılır. Kokusu gelmeye başlamıştı bile. . Bir anda omzuma birinin dokunduğunu hissederek irkildim. “Hoş geldin Hüseyin Efendi diyordu geçmişten gelen bir ses – Korkmadım desem yalan olur. Ayağa kalkarak arkamı dönmek istedim. Kim olduğunu merak etmiştim. Kalkmamı engellemek için kuvvetlice bastırdı omzuma. Sesinin tonunu ayarlamaya çalışarak kendisine karşı ani bir tepki vermemi engellemeye çalışıyordu. Sen de kimsin? Dedim.

Bu arada bana otur işareti yaparak karşıma geçti. Hatırlamadın mı yoksa beni. Bu arada diğer elinde unuttuğu çayı masaya bırakarak devam etti.. Ben İsmail. Öteki İsmail. Tam 5 yıl, 3 ay 25 gün oldu bu­radayım. Senin ve sözlerine inandığın müvekkilin yüzünden. Sana onlarca haber gönderdim, gelmedin. Allah büyük,. İşte karşımdasın. Korkma! Sana bir şey yapacak değilim. Sadece konuşmak derdimi anlatmak istiyorum. İnsanın üstüne üstüne gelen bu duvarlar ardında yaşamak nasıldır bilir misin? E bile­mezsin tabii ki, yaşamadan bilemezsin. Suçluysan, sorun yok. Geçen her gün cezanı çektiğin için arındığını hissedersin. Vic­danın rahatlar. Ama gerçekten suçsuzsan benim gibi?

Haksız yere Katil damgası yemek, feryadını duyuramamak, Sesinin duvarları aşamadan sana yeniden dönmesi, en sevdiklerinin dahi sana şüpheyle bakması nasıldır bilir misin? O gün de söyledim sana. Ben suçsuzum. 5 yıldır burada, sebepsiz yere yatıyorum. Mustafa’yı ben öldürmedim. Seni al­dattılar. Sen de aldandın. Bana değil, senin İsmail’e inandın. Ben öteki oldum senin için. İyice eğilerek gözlerini gözüme dikti. Sessizdi feryadı. Yangındı. İyi bak gözlerime. Yalan söylemediğimi sen de göreceksin. Bunları sana söylemem neticeyi değiştirmeyecek biliyorum. Artık sen de beni kurtaramazsın ama, vicdanın bundan son­ra seni de benimle birlikte mahkûm edecek.

Ben şimdi sana değil vicdanına sesleniyorum. “-Beni suçsuz yere 5 yıldır çoluğumdan çocuğumdan ayrı bıraktın. İnsanların gözünde haksız yere katil ettin. Ölen benim kayın biraderimdi. Aile­mi birbirine düşürdün. Eşim çocuklarım beni tanımaz oldu. İşimi gücümü kaybettim. Artık kaybedecek hiçbir şeyim kal­madı. Ben söylemem gerekeni söyledim. Bundan sonra seni vicdanınla baş başa bırakıyorum. Ve sizi Allah’a havale edi­yorum. .” Dedi ve bir süre sustu. Ve sonra ayağa kalktı.

Eliyle yapacak bir şey yok artık der gibi bir işaret yaparak sessizce odadan ayrıldı. Bir anda boşluğa düştüm. Ne düşüneceğimi ne yapacağımı bilememiştim. Neyse ki tam da bu sırada tu­tuklu şahıs gelmişti. Oldukça hızlı bir şekilde görüşmeyi ya­parak cezaevinden ayrıldım. İki gün sonra. Cesaretimi toplayarak arşivden dosyayı çıkardım. Yaklaşık 5 yıl önce gerçekleşmişti bu olay. Sanıklar İsmail V. ve İsmail C. yani müvekkil İsmail ve öteki İsmail. Bir yandan dosyayı ka­rıştırırken hadisenin seyri de gözümde canlanmaya başlamıştı. “Üç arkadaş, İsmail V. İsmail C ve Mustafa birlikte tarlaya gi­derler. Mustafa İsmail V’nin kayınbiraderi. Aralarında herhangi bir sebepten dolayı kavga çıkar. Tartışma, küfür hakaret derken karşılıklı birbirlerine şiddet kullanmaya kadar gider…

Bir silah sesi duyulur ve Mustafa kanlar içerisin de yere yığılır. İsmail ve öteki İsmail ne yapacağını bilemez vaziyette şaşkındırlar. Olay yerinden kaçarak uzaklaşmaya çalışsallar da bir süre sonra jandarma tarafından ya­kalanırlar. Jandarma İsmail ve öteki İsmail’i gözaltına alır. Her ikisi de vermiş oldukları ifadelerde diğerini suçlayarak kendilerini inkar ederler.

Savcılık her iki sanığın da tutuklanmasına karar verir. Suç aleti olan silah kayıptır. Bulunamaz. İsmail V; Hüseyin Bey’in müvekkili… Suçsuz olduğunu söyle­yerek, kendisini savunmasını ister. Yargılamanın devam ettiği üç yıl boyunca her iki sanığın da tutukluluğu devam eder. Netice de Hüseyin Bey’in müvekkili İsmail suçsuzluğuna karar verilerek be­raat eder. Öteki İsmail ise 25 yıla mahkum olur. Üç yıl boyunca suçunu inkar ettiği için de lehine olan hükümler uygulanmaz.

Veri­len karar Yargıtay’ın onamasından geçerek kesinleşir. Tutuklulukta geçen süre içerisinde ve mahkumiyetten sonra da defalarca haber gönderir Hüseyin Bey’e.

Lakin Hüseyin Bey etik olmadığı düşün­cesiyle bu görüşmeyi kabul etmez.” Dosya böylece kapanmıştır Hüseyin Bey için. Ve yıllar sonra bu gün. Tozlu raflardan çıkan dosyanın ka­pağı yeniden aralanıyor. İlahi adaletin tecellisi midir ki bu? Acaba, olabilir mi? Ya gerçekten suçsuzsa. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir hayatın bedeli nedir ki? Tüm bu sorula­rın cevabı müvekkil İsmail’in kendisinde saklı. Çağırmalı. Bir de ona sormalı. Ertesi gün, müvekkil İsmail’e haber gönderdim. Birkaç saat içerisinde geldi. Neden çağrıldığını sorarken Gözlerindeki endişe ve korkuyu görmüştüm. Kendisine, üç gün önce yaşadığım olayı ayrıntıları ile anlattım. Ben anlat­tıkça İsmail’in yüz ifadesi değişmeye başlamıştı. Öyle ki yü­zündeki ifadeden gerçeği görür olmuştum. Yılların vermiş ol­duğu tecrübe kişilerin beden dilini okumayı öğretmişti bana. Ama her şeye rağmen inkar etmeyi sürdürmüştü İsmail. “- Mahkeme öyle karar verdi. Kanun benden yana. Suçlu olsam Yargıtay dosyayı onar mıydı.? diyerek kendini savun­du durdu.

Ama öyle bir hali var dı ki söylediklerine kendisi dahi inanmıyordu. — Tamam. Dediğin gibi olsun dedim. Ben sana inanıyorum. Sadece gerçeği bir daha senin ağzından duymak istemiştim. İsmail gitti. Giderken onun yeniden geleceğinden emindim artık.! İsmail ile yapmış olduğum görüşmenin üzerinden iki gün geçti. Duruşmadan çıkıp ofisime geçmiş randevu verdiğim bir­kaç kişiyle görüşmeye hazırlanıyordum. Dışarıdan sesler yük­selmeye başladı. İçeriye giren sekreterim dışarıdaki beyefen­dinin ısrarla benimle görüşmek istediğini, sırada bekleyenler olduğunu söylemesine rağmen dinletemediğini söyledi. Kim olduğunu öğrendiğimde bırak girsin dedim.. Çünkü bekliyor­dum. Tam vaktiydi. Günlerden Cuma’ydı. Sela sesleri yankı­lanıyordu minarelerden. Uhrevi bir ortam. İsmail’in vicdanı feryad ediyor olmalıydı. Hadi. Susma konuş, suçunu itiraf et dediğini duyar gibiydim. İçeriye girdiğinde yüzü kıpkırmızıydı. Hiçbir şey söyleme­meye kararlıydım. Başı öne eğik, gözlerime bakmadan konuş­tu. Bir yandan gözünden akan yaşları siliyor bir yandan da anlatıyordu. “Sen haklıydın Avukat! – evet Mustafa’yı ben öl­dürdüm. O gün üçümüz birlikte iken aramızda tartışma çıktı. Asıl İsmail Ç idi beni tahrik eden. Dayanamadım ateş ettim. Ona değil Mustafa’ya isabet etti. Öldürmek değildi amacım. Ama sen de biliyorsun ki 3 yıl ben de onunla birlikte tutuklu olarak yattım. O günden bu yana o içerde ben dışarıda mah­kum. Onun bedeni benim vicdanım mahkum. “ Silah bulunamamıştı. Sordum. Sakladığı yeri tarif etti. “-Doğru jandarmaya gidiyorum, itiraf edeceğim” dedi..

Ra­hatlamıştı. Yüzündeki öfke dolu ifadeden ve kaygıdan eser kalmamıştı. Şimdi n’olacak diye sordu. Anlattım. Ve arkasını dönerek geldiğinin aksine sessizce ofisimden ayrıldı. Öğleden sonra dediği gibi yaparak jandarmaya teslim oldu. Suçunu itiraf ederek, suç deliline ulaşılmasını sağladı. Savcılı­ğa verdiği ifadenin ardından tutuklanarak cezaevine konuldu. İsmail’in vermiş olduğu ifade neticesinde Savcılık tahliye tale­biyle birlikte iade-i muhakeme talep etti. Ve Hüseyin serbest bırakıldı. Yapılan yargılama neticesinde adalet yerini bulmuş­tu. Suçu yıllar sonra da olsa itiraf ettiği için, indirimden yarar­landı. Tutuklu kaldığı süreler de mahsup edilerek İsmail’e 2.5 yıl daha ceza verildi. Öteki İsmail, 5 yılı aşkın bir süre içeride kaldıktan sonra İsmail’in yapmış olduğu itiraf neticesinde serbest bırakılmıştı. Günler sonra yanıma geldi. Teşekkür ediyordu. ”Baba adam­mışsın avukat.Hiç ummuyordum ama sayende özgürlüğüme kavuştum.” diyordu. İlahi adalet tecelli etti dedim sonra, günlerdir kafamı meş­gul eden soruyu sormadan edemedim…”Tamam bu cinayeti sen işlemedin. Lakin bu kadar çok içeride kalmanı neye bağlı­yorsun?” Cevabı oldukça manidar, hatta ibret vericiydi.”- Haklısın Avukat. Ben dersimi aldım. O kavganın çıkmasına neden ol­duğum için hak teala bana da bu cezayı layık gördü.. Anlatırken yorulmuştu Hüseyin Bey.

Sanki o günleri yeni­den yaşamıştı. Konuşmasını bitirirken söylediği birkaç cümle tüm bu olanları açıklamaya yetmişti. Paradigma değişmişti. Artık. Olaylara bakış açım farklılaşmıştı.

Değerli Meslektaşım; Yalnızca sen değilsin kandırılan, aldatılan. Bunlar mesle­ğimizin cilveleri, yaşadıkça daha neler göreceksin. Avukatlık mesleğini icra ederken yaşadığımız olaylardan dolayı dün­den bu güne taşıyacağımız bunca emeğimizi heba ederek, ideallerimizi engelleyecek maniler değil, bizi daha ileriye ta­şıyacak, tecrübe basamakları olmalı. Hem unutma! Hiçbir kimse yoktur ki bu dünyada Başarı merdivenlerini güle oy­naya tırmansın.


Kaynak: Av. Emine Türkmenoğlu Kalkan – Hukuk Anıları Seçkisi – TBB Yayınları