James Mackay

Geçen hafta Lefkoşa’da yürüyüş yapan ultra-milliyetçi gençlik grubu ELAM (Rum halk cephesi) üyeleri, kenarda durup olan biteni seyreden iki Asyalı’ya saldırdı. Nijeryalı bir adam dövüldü ve hareket halindeki bir arabanın önüne atıldı. Bu, son dönemde yabancı işçilere ve öğrencilere yönelik şiddet olaylarının sadece bir tanesi. En vahim örneğiyse 15 yaşındaki Afrikalı kökenli Kıbrıslı bir öğrencinin 40 sınıf arkadaşının saldırısına uğraması ve öğretmenlerin saldırıyı öylece seyretmesiydi. Bu yıl başında da Larnaka’daki Filistin cemaat merkezi yerle bir edildi, ırkçılık karşıtı KISA örgütünün merkezinin duvarlarınaysa sürekli svastika çiziliyor.

Polisin umrunda bile değil
Bunun çok bildik bir sebebi var: Kamuoyundaki genel anlayış eksikliği. Öğretmenler sendikası kız öğrenciye saldıranların cezalandırılmasına engel oldu ve Kıbrıs polisi ırkçı saldırıları kayda geçirmeye bile o kadar gönülsüz ki, beyaz olmayan birçok göçmen artık şikayetçi bile olmuyor. Televizyon ve radyolardaki tartışma programlarını dinlediğinizde, toplumun geniş kesimlerinin tutumu açıklık kazanıyor: ‘İ xeni’ (yabancılar) zaten hiç burada olmamalı ve bu yüzden başlarına gelenleri hak ediyorlar.
1960’lar ve 70’lerde çok sayıda Kıbrıslı’nın daha iyi bir hayat arayışıyla başka ülkelere göç ettiği düşünüldüğünde, ironik bir manzara bu. Gerçekten de bazı tahminlere göre, Kıbrıs diyasporası adada kalan nüfustan daha kalabalık. Britanyalı milletvekili Denis MacShane’in geçen hafta bir makalede dile getirdiği gibi, Kıbrıslılar Londra’da, Başbakan David Cameron’ın Türkiye’yle daha yakın ilişki kurma arzusuna taş koyabilecek kadar güçlü bir seçmen tabanı teşkil eder hale geldi.
Elbette artan göçle başa çıkmaya çalışan sadece Kıbrıs değil. Fakat Afrika, Asya ve geçirgen Yeşil Hat’ta coğrafi yakınlığı nedeniyle Kıbrıs Avrupa’da hem yasal, hem de yasadışı göç oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri.1

Etnik hattın geçmişi uzun
Bununla birlikte Kıbrıs’ın iltica etmek isteyenlere, ekonomik sebeplerle göç edenlere ve daha basit bir ifadeyle, beyaz olmayan herkese karşı tutumunda eşi bulunmaz ölçüde taş kalpli bir yan var. Düşük suç ve işsizlik oranları, bütün komşu ülkelerden daha yüksek kişi başına yıllık gelir ve adanın sözgelimi 1915’te Ermeni soykırımından kaçak mülteciler gibi yabancıları asırlarca hoş karşılayan tarihi göz önüne alındığında durum daha da çarpıcı hale geliyor.
Kendi etnik grubunun dışından gelen insanlara böylesine kötü muamele edilmesinin en büyük nedeni Kıbrıs sorunu ve halihazırda masada bu meseleyi halledecek hiçbir çözüm yok. Mevcut durumun miladını Türkiye’nin 1974 işgaline, aynı yıl cunta destekli Kıbrıslı Rumların düzenlediği darbeye, Türkiye’nin 1964’teki bombalı saldırılarına, Kıbrıslı Rumların 1963’te anayasayı yırtıp atma teşebbüsüne
veya basitçe Britanya’nın sömürgeci böl-yönet stratejisine bağlayabilirsiniz, fakat neye bağlarsanız bağlayın gerçek şu: Kıbrıslılar hatırladıklarından çok daha uzun zamandır etnik hatlarla bölünmüş durumda. Lefkoşa’yı ortasından bölen Yeşil Hat’taki kum torbaları ve dikenli teller bunun
en güçlü hatırlatıcısı sadece. 

Türk ve Rum’dan başkası yok...
1974’ten beri uluslararası toplum Kıbrıs’la ilgili ‘iki toplumlu çözümler’ hakkında konuşuyor. Her iki taraf da Rumlar ve Türkler için iki ayrı yönetimin yanı sıra iki tarafın eşit temsil edileceği merkezi bir meclise resmi olarak ‘evet’ diyor. Giderek artan sıklıkta konuşulan bir başka olası çözümse, iki devlet halinde kalıcı bölünme. Üçüncü taraflar, yani BM, AB, Britanya, Yunanistan ve Türkiye başka hiçbir çözüm olasılığının tartışılmasına izin vermiyor.
Ulusal tartışmaya sadece iki etnisitenin katılmasına izin vermek, ‘ancak onlar kaybederse kazanırız’ mantığına dayalı bir düşünce tarzını teşvik ediyor. Her iki taraf da kendisini ihtilafın tek kurbanı olarak göstermek için elinden geleni yapıyor ve bu minvalde son derece abartılı bir dil kullanıyor.

Çok kültürlülüğe alan kalmıyor
Bütün kurban kompleksleri gibi, Kıbrıs’ın kurban kompleksi versiyonu da, son dönemde çok kültürlü hale gelen bir ülkenin incelikli bir idraki için alan bırakmıyor. 1950’lerde azınlıkları izin verilen iki gruba resmen bağlama zorunluluğuyla yüz yüze kalan Kıbrıslı yetkililer meseleyi dinsel aidiyetler üzerinden çözmeye karar verdi. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Romanlar ‘Türk’ yapıldı, Katolik Marunilerse ‘Rum’. Bugünün giderek artan Budist, Hindu, Yahudi nüfuslarıyla nasıl başa çıkabilirler?
Bu insanların ataları niye ‘Rum’ veya ‘Türk’ olmaya mecbur bırakılsın?
Bugünlerde adadaki en ciddi adaletsizliğe yerli olmayan halkların maruz kaldığının kabul edilmesi için dış baskı yapılmazsa, Kıbrıslılar haklıyı kendisinden ibaret sayan kurbanlar gibi davranmaya devam edecek. (3 Ağustos 2010)

(the guardian)