CENAP ÇAKMAK
DOÇ. DR., OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ  


Önce Rusya’ya katılma ve referandum kararı alan Kırım Parlamentosu, sonrasında da referandum düzenlenmeden bağımsızlık yönünde bir tercihte bulundu. Giderek büyüyen krizde Kırım Parlamentosu aktif özne görüntüsü verirken olayları perde gerisinden kontrol ettiği açık olan Rusya ise özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası hukukta ortaya çıkan boşlukları kullanarak etki alanını genişletici adımları kararlı ve soğukkanlı bir biçimde atıyor. Kırım’ı ilhak etme gibi bir düşüncelerinin olmadığının altını çizen Rusya, tartışma konusu Rus kökenli halk ya da gruplar olduğunda harekete geçeceği yönünde de açık bir tavır ortaya koydu. Buna göre Rusya, Rusların haklarının ihlal edildiğini düşündüğü herhangi bir durumda, gerekli gördüğü önlemleri alma hakkını saklı tuttuğunu ima etmiş oldu.

Bu birçok açıdan oldukça ciddi bir duruma işaret ediyor. Ciddi Rus nüfus barındıran eski Sovyet cumhuriyetleri için bu yaklaşımın ifade ettiği risklerin yanı sıra Rusya’nın kendi etki alanının sınırlarının belirsizliği de özellikle Batı dünyasına yöneltilmiş önemli bir meydan okuma olarak da görülebilir. Kosova krizinde, yaşadığı istikrar sorunları ve geçiş dönemi sancıları nedeniyle Batı dünyasının hamlelerine etkin bir karşılık veremeyen, ancak bu krizde yaşadığı travmayı da bir türlü unutmayan Rusya, geçen zaman içinde başta ABD olmak üzere Batı dünyasının önde gelen aktörlerine karşı önemli başarılar elde etti. Gürcistan’a müdahale ederken ve Suriye’de biraz da inatlaşma olarak görülebilecek bir tutumla kendi tercihini dikte ettirirken Rusya son derece kararlı hareket etti. Son Kırım-Ukrayna krizinde de yine Soğuk Savaş sonrası dönemde liberal Batı dünyasının gözdelerinden biri olmaya aday bir devlet ile ilgili olarak Rusya son sözü kendisinin söyleyeceğini ve Ukrayna’nın kendi etki sahası içinde olduğunu teyit etmiş oldu. Dolayısıyla bugün Batı dünyası, kendi değerleri ile ve siyasî ve güvenlik kurumları ile buluşturmayı hedeflediği devletlere inandırıcılığını gösterme adına ciddi bir sınavla karşı karşıya. Ukrayna fiilî olarak bölünürken ve başta Kırım olmak üzere Rus nüfusun yoğun olduğu diğer bazı bölgelerde Rusya’nın etki ve kontrolü giderek artarken Batı dünyasının alacağı tavır ve vereceği karşılık Batılı aktörlerin etki ve güçlerinin sınırlarını da tayin edici nitelikte olacak.

Ancak denilebilir ki Kırım krizinin en önemli etkisi, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan ortak güvenlik sisteminin geri dönülemez bir şekilde hasara uğramasına neden olması. Devletlerin kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiği anlamına gelen güvenlik ikilemini kısmen de olsa gidermeyi hedefleyen bu yeni yaklaşım, kuvvet kullanma tekelini BM Güvenlik Konseyi’ne vererek bir açıdan, teker teker bütün devletlerin güvenliklerinin uluslararası toplumun güvencesinde olduğu fikrini hayata geçirmeyi hedefledi. Ancak birçok başka uluslararası hukuk düzenlemelerinde olduğu gibi, bu düzenleme de kaçınılmaz bazı boşlukları da beraberinde getirdi. Her şeyden evvel, uluslararası sistemin anarşik yapısı nedeniyle bu yaklaşım, devletlerin yaşadığı güvenlik ikilemini tam anlamı ile ortadan kaldıramadı. İkincisi, kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olarak BM şartının 51. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa hakkı, zaman içinde sözü edilen boşluğun boyutlarını genişletti. Her ne kadar meşru müdafaa çerçevesi belirli sınırlamalar ve koşullar ile netleştirilmeye çalışılmış ise de devletlerin, kuvvet kullanma yasağının bir istisnasına hukuken sahip olması ortak güvenlik sisteminde ciddi bir aşınmayı da beraberinde getirmiş oldu.

Bir devletin, kendi vatandaşlarını korumak amacı ile başka bir devletin toprak bütünlüğünü ihlal etme pahasına da olsa tek taraflı olarak güce başvurabileceği ile ilgili örnekler, meşru müdafaa izninin kötüye kullanılmasının önemli bir örneği olarak verilebilir. Her ne kadar bu gerekçe ile yapılan müdahalelerin uluslararası hukuka aykırılığı iddia edilebilir ise de önemli olan, bu gerekçenin bir devlet pratiğinin temelini oluşturmaya başlamış olmasıdır. Bugün de Kırım’da Rusya’nın aynı gerekçeye sığındığını gözlemliyor olmamız ortak güvenlik sisteminin karşı karşıya olduğu krizi göstermesi bakımından önemlidir. Yine özellikle İsrail’in elinde manipülatif bir forma bürünen önleyici müdahale doktrini de meşru müdafaa gerekçesi ile kuvvet kullanmanın çerçevesine yeni bir boyut kazandırdı. Bilindiği gibi bu doktrin, Bush’un Irak’a müdahalesinin de temelini oluşturuyordu.

Kosova müdahalesinde dile getirilen insanî müdahale gerekçesi de ortak güvenlik sistemini ciddi anlamda yaralayan gelişmelerin önünü açtı. Her ne kadar izole bir olay olarak ele alındığında Kosova müdahalesinin gerekli ve hatta meşru olduğu söylenebilirse de yeni bir pratiğin ortaya çıkmasına neden olması bakımından Kosova müdahalesinin geri dönülemez ve tamir edilemez bir sorunun taşlarını döşediği ileri sürülebilir. Rusya’nın Gürcistan’a askerî müdahalede bulunurken, Gürcistan hükümetinin halkı koruma sorumluluğunu ihlal ettiği gerekçesini ileri sürdüğünü hatırlatmak gerek. Yani Rusya Gürcistan örneğinde, insanî müdahalenin yeni ve daha sevimli formu olan koruma sorumluluğuna atıfla, tek taraflı olarak kuvvet kullanma seçeneğine başvurarak BM’nin yıllar boyunca inşa etmeye çalıştığı ortak güvenlik sisteminde ciddi bir gedik daha açmış oldu. Rusya’nın Kırım’a müdahalesinde buna benzer bir gerekçenin kullanıldığını da görüyoruz. Her ne kadar açıkça “dışarıdan” bir müdahale yapılmadığını savunarak siyasî pozisyonunu henüz net bir şekilde ortaya koymuyorsa da Rusya, krizin devamı halinde özellikle Doğu Ukrayna’daki Rusların korunmaması veya korunamaması halinde bunun kendisi için müdahale gerekçesi olabileceğini ifade ediyor.

Rusya’nın pozisyonunu güçlendiren en önemli faktörlerden bir tanesi de elbette ki Kırım’da yapılan referandum. Tek taraflı bağımsızlık ilanı, Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) Kosova kararında da belirtildiği gibi uluslararası hukuka aykırı değil ise de uluslararası toplumun mevcut bir üyesinin toprak bütünlüğünün bozulması anlamına gelebilecek bir siyasî tasarruf bu toplumun diğer üyeleri tarafından tanınmayacaktır. Ancak bunu temin etmek üzere BM Güvenlik Konseyi’nde Batılı devletlerin almak istediği bağlayıcı karar Rusya tarafından engellendi. Hemen ardından da Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasını ifade eden referandum sonuçları geldi. Bugün bu iki gelişme birlikte ele alındığında Kırım’ın kendi geleceğini tayin ettiği iddia ediliyor.

Bu gerekçelerin uluslararası hukuk açısından geçerli olmadığı ve yaşananın aslında bir işgal olduğu açık ise de burada sorun, uluslararası hukukun ortak güvenlik ile ilgili geliştirdiği mekanizmaların devletlerin pratikleri ile yıkılmaya yüz tuttuğu gerçeğidir. Her ne kadar Kırım’ın ilhak edilmesi ya da Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılarak bağımsız bir devlet haline gelmesi uzak bir ihtimal ise de Rusya’nın bu özerk cumhuriyette ve Ukrayna’nın Rus-yoğunluklu bölgelerinde fiilî kontrol sağlaması hem uluslararası hukukun hem de uluslararası sistemin dikkate alması gereken önemli bir problemin varlığına işaret ediyor. Bu elbette tek başına Rusya’yı hedef tahtası yapacak bir sorun değil. Fakat Gürcistan’da etkin kontrol sağlayan Rusya için Kırım’da da benzer bir başarı hem siyasî ve hem de hukukî ciddi sonuçlar doğurucu nitelikte.