FEHMI HÜVEYDI
El-Şuruk’ta (2 Nisan 2013) yayımlanan makale kısaltılarak tercüme edilmiştir.

Kararın gerekçesinde yargıç Mübarek’i akladı, bununla da yetinmeyip otuz yıl boyunca yasalara aykırı gelmekten de aklamak için de gönüllü oldu. Bu durum ancak 25 Ocak devrimi sonrası birçok yargı kararında siyasallaşmanın etkileri bağlamında açıklanabilir. Anayasa Mahkemesinin Halk Meclisini iptal etmesi tamamen siyasiydi. Elbette genelleştirmenin hata olacağına dikkat çekmeliyim. Zira önyargı ve kutuplaşma içine giren yargıçlara karşın bu önyargılara kapılmayan ve kor ateşi elinde tutan, ayartmalardan kaçınan, kendilerine sunulan her şeyle tarafsız ve onurlu bir ilişki kuran yargıçlar da var.

Yargının siyasallaşması Mübarek döneminin ürünü değil ve 1952 Temmuz devriminin başlarına uzanan kökleri var. Devrimin subayları bazı ileri gelen hukukçulardan yardım istemişlerdi. Başlarında ise siyasi hayatta önemli aktör olan ve parlamentonun dönüşü yasağını savunan Dr. Abdurrezzak Senhuri ve müsteşar Süleyman Hafız Bek vardı. Ta ki bu ikisi devrimin subaylarıyla ayrı düşene kadar. Bunun üzerine 1954’te devlet meclisi başkanı olan Senhuri darp edilmişti. Hukukun siyasete boyun eğdiğinin ilk mesajlarıydı bunlar. O vakitler bu durum anlaşılabilirdi. Zira demokrasi ve parlamenter hayatın yokluğu, partilerin kapatılması ve hür subayların krallığı kaldırması sonrası toplumda mülkiyetinin sınırlandırılması, ekonominin devletleştirilmesi, kamu sektörünün kurulması ve basın üzerinde iktidar vesayetinin dayatılması gibi köklü değişime gitme eğilimi karşısında yargının yeni devletin otoritesinden uzak kalması mümkün değildi. Hür subaylar ile devlet konseyi arasında 1954 ve 1955 yıllarında yaşanan sert mücadeleler bunun önemli göstergeleriydi. 1969’daki yargı katliamı ise zirveydi. Yargının Temmuz devrimi ve sonrasıyla olan yolculuğunu müsteşar Tarık El Bişri ‘Bağımsızlık İle Kuşatma Arasında Mısır Yargısı’ kitabında inceliyor. Bişri, Nasır döneminde yargının durumuyla ilgili olarak devrimin o vakitler yargıyı kuşattığı ancak doğrudan kontrol altına almadığını belirtiyor. Bu yüzden devrim yargının bağımsızlığını korudu ancak yasama erkini ele geçirerek yargıyı sınırlayan yasalar çıkardı. Ayrıca ordu konularında yargının müdahalesini engelledi. Sedat ve Mübarek dönemlerinde durum farklıydı. Zira demokrasinin yokluğu ve Nasır döneminde tek partinin iktidarı gölgesinde şekilci açılıma, liberalizme ve siyasi çoğulculuğa geçiş uyumsuzdu zaten. 

Türk deneyimi konuyu zihinlere daha net şekilde yerleştiriyor. Askeri yönetim yarım asırdan fazla süre boyunca ordu, yargı ve medya olmak üzere üç temel organa dayanarak iktidarını sürdürdü. Ordu biri post modern dört darbeyle hükümetleri değiştirmek istediği zaman yargı, özellikle de siyasi güçler ve İslamcılarla hesaplaşmasıyla ilgili farkı uygulamalarında hukuki gerekçe sağlama aracı oldu. Türkiye ile Mısır şartları arasındaki önemli farklılıklardan biri Türkiye’de iktidar partisinin büyük halk desteğine ve zaman geçtikçe artan parlamenter çoğunluğa sahip olması. Mısır’da durum öyle değil. Sorunu derinlemesine ele alırsak yargının tarafsızlığını ve adilliğini tekrar kazanmasının biraz zaman alacağını görürüz. Bu zaman, ayartmaya karşı dirençli, boyun eğmeyi reddeden, hukukun egemenliğine ve kurumsal devlete inanmış yeni bir yargı neslinin çıkmasına kadar sürecektir.