Basın toplantısında ileri sürdüğüm düşünceler ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına yazdığım karşı oyum birbirinden farklı iki ayrı konudur.

Şöyle ki; Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Grup Komutanlığı'nca, jandarma sorumluluk alanında oluşabilecek olayların önlenebilmesi açısından, telefon detay kayıtlarının alınması ve karar gereğinin anılan komutanlıkça yerine getirilmesi mahkemeden istenmiş; vaki talep Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimliği'nce kabul edilmiş, bu karara yönelik itiraz da sözü geçen mahkemece reddedilmiştir.

Tüm ülkeyi kapsayacak şekilde iletişimin tespitine karar verilmesinin mümkün olmadığı dikkate alınmaksızın, itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığını ileri süren Adalet Bakanlığı, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 309'uncu maddesi uyarınca anılan kararın bozulmasını Yargıtay'dan talep etmiş; Yargıtay 9'uncu Ceza Dairesi 4.6.2008 tarihli ve 874-7160 sayılı kararıyla "Amacı ne olursa olsun hiçbir kuruma, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan insanlar şüpheli görülerek ülke genelini kapsayacak şekilde yetki verilemeyeceği, CMK'nın 250'nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemesi üyelerinin kendi yargı çevreleri ile ilgili karar vermeleri gerektiği, sınırsız bir yetki verilmesi suretiyle iletişimin tespit edilerek dinlenilmesi mümkün bulunmadığından, Ankara 11'inci Ağır Ceza Mahkemesi kararının CMK'nın 309'uncu maddesi uyarınca bozulmasına" karar vermiştir.

Aynı konuda aynı mahkemece Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün talebi üzerine ülke çapında telefon detay kayıtlarının alınması yönünde verilen kararlar olmasına rağmen Adalet Bakanlığı'nın, CMK'nın 309'uncu maddesi uyarınca bu kararlara karşı kanun yararına bozma isteminde bulunmaması kamu idaresinin güvenilirliğini ve yansızlığını zedelemiştir.

Yargının yönetiminden birinci derecede sorumlu bulunan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bir üyesi olarak, aynı konuda farklı uygulamalara itiraz etmem ve Yargıtay kararlarının uygulanmasını istememden daha doğal bir şey olamaz.

Muhalif kaldığım Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları, yukarıda bahsedilen karardan tamamen farklıdır. Dolaylı dinlemelerin delil kabul edilemeyeceğine ilişkin çoğunluk görüşüne "Hakkında mahkemece alınmış dinleme kararı bulunan kişinin bu telefonundan başka biri ile konuşması sırasında yapılan tespitler, konuşan ve karşısındaki kişi yönünden yasak delil niteliğinde olmayıp, CMK'nın 138/2'nci maddesinde düzenlenen tesadüfen elde edilen delil niteliğinde kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle" muhalif kaldım.

Görüldüğü üzere; basın toplantısında ileri sürdüğüm görüşler ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarına muhalefet gerekçem, birbirinden tamamen bağımsız iki ayrı konudur. Bu nedenle, birbiri ile çelişmeyen her iki düşüncemin de arkasındayım.

Hakkında mahkemece alınmış dinleme kararı bulunan kişinin, bu telefonundan başka biri ile konuşması sırasında yapılan tespitler, konuşan ve karşısındaki kişi yönünden herhangi bir suç unsuru taşımıyor ise, bunların soruşturma ve kovuşturma dosyalarında yer alması da yasal olmayıp, özel yaşamın gizliliğini ihlâl niteliğindedir.

Bu konulardaki görüşlerim son derece açık olduğu ve bu şekilde kayıtlarda bulunduğu hâlde, tutarsızlık içinde bulunuyormuşum algısını veren haberiniz, gazetenizin şahsıma yönelik olarak sürdürdüğü, hiçbir insaf ve iyi niyet ölçüsü ile bağdaşmayan yıpratma ve yıldırma amaçlı kampanyanın devamı olup; ciddî ve güvenilir yayıncılık ilkeleri ile de bağdaşmamaktadır.

Her türlü yasal hakkım saklı kalmak kaydıyla, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 14'üncü maddesi uyarınca bu cevabımın ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayınlanması ricasıyla, çalışmalarınızda başarılar dilerim. 16.10.2009

ALİ SUAT ERTOSUN

(Sayın Ali Suat Ertosun'un Zaman Gazetesinde yayınlanan tekzip metnidir.)