“Düşünmeyi ısrarla reddettikten sonra varlığının ne anlamı olabilir ki güzel kardeşim?” dedi yanındakine.

“Dünyanın bunca çilesi beni bulmuşken, sabah akşam ay sonunu getirmek için belim bükük çalışırken, çoluk çocuk evde benden ekmek beklerken ben nasıl düşünebilir, yahut buna zaman ayırabilirim ki.” dedi kirli elleriyle sigara tüttüren, soru soranın gözlerinin içine anlamsızca bakarak. Ardından bakışlarını uzaklara dikerek ve derin bir iç çekerek devam etti: “Düşünmek bunun için yeterli vakti ve imkânı olan, benim gibi geçim derdi olmayanlara ait bir eylemdir beyim. Hem herkes düşünürse sonumuz nice olur? Benim neyi, nasıl düşünmem gerektiğini söyleyenler ne iş yapar? Hem ben işten arta kalan kısıtlı vakitlerimde hiç işim yokmuş gibi oturup düşünecek olsam kafayı yerim. Bu sebeptendir ki akşam eve gelip, televizyonu açıp aklımı birkaç saatliğine başka diyarlara yollasam fena mı? Benim yerime düşünen ve beni düşünen birileri vardır elbet. O yüzden var git işine. Girmek istediğin beynime misafir kabul etmiyorum. Aklıma türlü şeyler sokup da kırdırma beynimdeki hapishanenin zincirlerini. Beni önce beynimdeki, sonra hayatımdaki şu hapishanede yalnız bırak. İki dakikalık sigara molam var, onu da berbat etme.”

“Yanılıyorsunuz” dedi yanında oturan. “Hem de çok yanılıyorsunuz.” “Şu iki dakikalık kısa sürede potansiyel bir düşünceli olduğunuzu fevkalade gösterdiniz. Düşünmek, zannettiğiniz gibi soylulara özgü bir davranış biçimi değildir. Bu kutsal eylem her bir insanın en temel vazifesidir. Bu nedenledir ki; var olmak ile düşünmek birlikte anılır olmuştur. İfadelerinizde haklılık paylarınız yok değil. Kimilerinin sizde olduğu gibi çok fazla geçim derdi olmayabilir, yahut düşünmeye bolca vakitleri olabilir. Ancak bu kimseler düşünmesi gereken temel şeyleri düşünmez, başının üzerindeki aklı beyhude kullanırlarsa o kimselerin hakiki manada düşündüklerinden bahsedilemez. Bu anlamda her düşünüş gerçek bir düşünüş olamaz. Hem olaya sizin bakış açınızdan bakacak olursak, dünya tarihinin zenginler ve refah sahiplerinin düşünce tarzları ile şekillendiğini kabul etmemiz gerekir ki, bu da yanılgılı bir tutum olacaktır. Şunu unutmayın ki kardeşim; hakiki düşünce er ya da geç zihinlere egemen olmuş, hükümranlığını ilan etmiştir. Düşünmek için illa ki boş vakit arama kardeşim. Çalışırken düşün, yürürken düşün, ama yeter ki bu soylu eylemden kopma. Düşünmenin ekmekten sudan az kalır yanı olduğunu sanma. Sakın ha başkasının senin yerine düşünmesini bekleme. Ya herkes de senin gibi düşünüp benim yerime beni düşünen birileri vardır fikriyle hareket ediyorsa ne olacak? Maazallah herkes birinin düşündüğü zannına kapılınca yaşadığımız şu hayatta düşüncesizlik egemen olur da, farkına varamayız. Yahut herkes yerine kendini düşünen bir kimse ortaya çıkar da, kendi ellerimizle düşünme gibi emsalsiz bir eylemi o kimsenin şahsına terk etmiş oluruz. Ardından zihinlerimiz esir alınır, akla kelepçe vurulur da iş işten geçer. Sana elinde olan ama farkında olmadığın, varlığıyla seni daha çok kederlere boğacak olsa da, emsali olmayan bir pırlanta hediye ediyorum ve şimdi gidiyorum. Haydi kal sağlıcakla.”

“Düşünmediğim zaman yaşamadığım zamandır.” demiş Hollandalı ressam Rembrantd. Bu sözüyle yaşamakla düşünmeyi bir tutmuş, adeta düşünmeyen bir insanın yaşamadığını ifade etmek istemiştir. Gerçekten de akıl ve bu kapsamda düşünme insana bahşedilmiş en büyük ayrıcalıktır. İnsan başka türlerden farklılığını bu vesileyle anlar. Ünlü filozof Sokrates düşüncesiz bir yaşamın insana yakışmayacağını ifade etmiş, Epikharmos ise; “İnsan düşünce ile görür ve duyar; herşeyden yararlanan, herşeyi düzene sokan, başa geçip yöneten düşüncedir. Geriye kalan herşey kör, sağır ve cansızdır.” diyerek düşünmenin insan için vazgeçilmez bir eylem olduğunu belirtmiştir. Düşünmek ruhun kendi kendine konuşmasıdır. (Eflatun) Düşünce; rüzgar, bilgi; yelken, insanlık da kayığın kendisidir. (A.W. Hare)

Düşüncenin gücü yadsınamaz bir gerçektir. Tarih boyunca düşünce nice hasımlarına galebe çalmıştır. Her bir insan farkında olsa da olmasa da kendi şahsi özelliklerine göre az ya da çok düşünce gibi saklı bir hazineye sahiptir. Ancak tarih göstermektedir ki, bu hazineyi yerinde kullanan insan sayısı oldukça azdır. Kimileri bu hazineyi çarçur etmiş, kimileri hazinesini hırsı uğruna harcamış, kimileri ise bu eşsiz hazine ile dünyada kötülüğün hükümranlığına çalışmıştır. Bu soylu eylem tarih boyunca yok edilmeye uğraşılmış, her daim cehalet ile savaşmaya mecbur bırakılmıştır. Zaman zaman herkesin aynı düşünceyi paylaşması için türlü katliamlar yapılmış, ancak August Strindberg’in de dediği gibi; düşünceler kılıçla bastırılamamış, eninde sonunda galip gelen taraf olmuştur. Tarih “İki şey dünyaya hükmeder; biri kılıç, diğeri düşünce. Kılıç eninde  sonunda düşünceye yenilir.” diyen Napoleon Bonaparte’ı haklı çıkarmıştır.

Yaşadığımız şu çağda düşünmeye ekmek kadar, su kadar muhtaç olmamıza karşın, insan varlığını ortaya koyan bu eylem adeta yok denecek kadar azalmış, zihinler boşalmış, boşalan zihinlerin içi beyhude şeylerle doldurulmuş ve hala da doldurulmaya çalışılmaktadır. Zihinleri boşaltan ve içini kendi istediği şeylerle doldurmaya çalışanlar yahut bunların araçları her yerdedir. Ne yazık ki; çok büyük bir çoğunluk düşünmekten alıkonurcasına çalıştırılmakta, bu çoğunluğun düşünmesinin önüne engeller konulmakta, bu çoğunluğa çalıştığı zaman diliminden başka çok az bir serbest zaman kalmakta, insanlara bu serbest zamanda özgür olduğu hissi verilerek esasen bir takım dayatmalarla hayatları yönlendirilmektedir. Medya aracılığıyla insanların zihinleri uyuşturulmakta, her biri potansiyel bir fikir üretme adayı olan zihinler kesilip yontularak, zihinlere aynı biçim verilmeye çalışılmaktadır. Oysa ki bir yerde herkes aynı düşünüyor ise o yerde hakiki manada düşünme eyleminin olup olmadığı sorgulanmaya muhtaçtır. “Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir.” (W. Lippmann) “Hepimizin aynı düşüncede olması iyi değildir, yarışları yaptıran düşünce ayrılıklarıdır.” (Mark Twain) Başkalarının düşüncelerine göre hareket edeceksek kendi düşüncelerimizin ne anlamı kalır? (Oscar Wilde)  

Gazali’ye göre “Akıl susunca düşünce durur. Düşünce durunca hareket durur. Hareketsizlik ise çürümenin eşiğidir.” Bu sözden hareketle; şayet bir toplumda akıl tahttan indirilmiş, bu vesileyle düşünce bertaraf edilmişse o toplumda hareket ve devinim olmayacak, hareket olmayan yerde bereket de aranmayacak, böylelikle toplum dalından koparılıp da bekletilen meyve misali çürümeye doğru hızla yol alacaktır. Günümüzde gelişmiş medeniyetlere bakıldığında tarih boyunca bu medeniyetlerin hür düşünceye ulaşmak için türlü zorluklardan geçtikleri görülmektedir. Bu medeniyetler aklın hükümranlığında, hür düşünce ve her görüşe saygı ortamında hakiki manada gelişmeyi sağlamışlar, bu sayede de müreffeh bir toplum oluşturmuşlardır. Bu kapsamda bir toplumun gelişmesi için özgür düşünce olmazsa olmazdır. Her bir birey başkasının düşüncesine bağlı kalmaksızın zihin süzgecinden geçirdiği kendi doğrularını rahatlıkla söyleyebilmeli, bunu yaptığı için kendisi gibi düşünmeyenler tarafından linç edilmemelidir. Her bir birey bağlı olduğu şahsın düşüncesinin kendi düşüncesi olmadığının, böyle yaparak aslında düşünmediğinin bilincinde olmalı, kendi düşüncelerini bulmak için zihnini yoklamalıdır. Aksi halde hiçbir zaman düşünmüş olmayacak, yalnızca birtakım düşünceleri dile getirmiş olacaktır. George Orwell’ın deyimiyle; “Bağlılık düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir.” “En hayret verici görüşlerden biri, bir insanın bağımlı insanlardan bağımsız fikirler beklemesini hayal etmesidir.” (Sigmund Graff)

“Tarihin en eski yasalarından biri de şudur: Lüksler zamanla ihtiyaç haline gelir ve yeni zorunluluklar ortaya çıkarır. İnsanlar belli bir lükse alıştıklarında bir süre sonra onu kanıksarlar. Onu yaşamlarında hep bulundururlar ve bir süre sonra onsuz yaşayamaz hale gelirler.” (Yuval Noah Harari) Günümüz dünyasında bu sözün ne kadar isabetle söylendiği  izahtan varestedir. Her gün dört köşeli ekranlardan zihinlerimize binlerce reklam ilmek ilmek dokunmakta, gözümüzün dokunduğu her şey bizi yeni şeyler satın almaya itmekte, adeta eşya tüm benliğimizi ele geçirmektedir. İnsanlar onca emek vererek kazandıkları paraları aslında ihtiyaç duymadıkları şeylere harcamakta, zorunluluk olarak gördükleri lüksler için sürekli borç döngüsüne girmekte, kazanıp tüketme anlayışı içinde bir ömür sürmeye mecbur bırakılmaktadır. Çoğu insan satın aldığı eşya uğruna en nadide varlığı olan düşünme eylemini sattığının bilincinde dahi değildir. Onca maddenin arasında hapsolan insan beyni çabalayıp da bu keşmekeşten kurtulamaz ise bir süre sonra aklına zincir vurulmakta, başkalarının düşünceleriyle yönlendirilmektedir. Böylece düşünmeyenlerin, düşünmekten nefret edenlerin, herkes gibi düşünmeyenlerin dışlandığı ve düşündükleri başkalarının düşüncesi olan bir toplum ortaya çıkmaktadır. İnsan bir şekilde içine girdiği bu düşüncesizlik döngüsünden yine düşünceyi kendisine siper ederek kurtulabilecektir. Düşünmek insana acı verse de, ruhunda derin yaralar açsa da bir toplumun kurtuluşu hayata aklı ve  düşünceyi egemen kılmakla mümkündür. Unutulmamalıdır ki; “Gerçek mahkumlar cezaevlerinde yatanlar değil, elini kolunu sallaya sallaya dolaşırken düşüncelerini beyinlerinde hapsedenlerdir. (F. Nafiz Çamlıbel)

Düşünceli günler dileğiyle, esen kalın.      

Av. Mehmet ÇAKIR