Tehcir Kanunu (Sevk ve İskan Kanunu), 27 Mayıs 1915 tarihinde savaş halinde olan Osmanlı İmparatorluğu’na karşı gelenler hakkında askeri birlikler tarafından gerekli tedbirlerin alınması amacıyla kabul edilen bir kanundur. Asıl adı, “Savaş Zamanında Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler Hakkında Asker Tarafından Uygulanacak Önlemlere Dair Geçici Kanun” olup, 1 Haziran 1915 günü Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun, Osmanlı Ermenileri’ne uygulanıp birçok insanın ölümüne neden olduğundan, zamanla Ermeni gruplar tarafından “Ermeni Soykırımı” veya “Etnik Temizlik” olarak anılmaya başlanmıştır.

Ermeniler, 1915 yılında uygulanan Kanunun sonuçlarının bir soykırım olduğunu Dünya’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne kabul ettirmeyi amaçlamaktadırlar. Elbette bu amaç, sadece o dönemde meydana gelen sonuçların tanınmasından ibaret kalmayacaktır. Ermeniler ve Ermenistan, mutlaka bunun hukuki, siyasi, sosyal ve iktisadi sonuçlarından da faydalanmak isteyeceklerdir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuya bakış açısı nettir; savaş döneminin Osmanlı İmparatorluğu’na verdiği zararları azaltmayı hedefleyen 1915 Tehcir Kanunu’nun amacı kesinlikle etnik bir temizlik değildir. 1. Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçları, Osmanlı İmparatorluğu ve halkı açısından birçok kayba neden olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, Ermenileri bir planın icrası suretiyle etnik temizliğe tabi tutmamıştır. Bu şekilde bir kabul, tarihi gerçeklere aykırıdır.
“Soykırım” kavramı ilk defa, 2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçlarının ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 09.12.1948 tarihinde kabul edilip, 12.01.1951 tarihinde yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile tanımlanmıştır. Hukuka aykırı fiillerin soykırım suçunu oluşturup oluşturmadığı, bu Sözleşme ile Uluslararası Ceza Hukukunun kapsamına girmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, milli, ırki ve dini kitlelerin kısmen veya tümü ile ortadan kaldırılmasının önlenmesi ve bu tür fiiller ile teşebbüs aşamalarının cezalandırılması amacıyla düzenlenen bu sözleşmeye, 23.03.1950 kabul tarihli ve 5630 sayılı “Milli, Irki, Dini Kitlelerin Kısmen veya Tamamen İmhası Suçunun ‘Genocide’ Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşmeye Türkiye Cumhuriyeti’nin Katılmasının Onanmasına Dair Kanun” ile bağlayıcı olarak taraf olmuştur. İşbu Kanun, 29.03.1950 günlü ve 7469 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle yürürlüğe girmiştir.

Bu Sözleşmenin “Soykırım oluşturan eylemler” başlıklı 2. maddesinde göre; milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen insan öldürme, insana zarar verme, grubu ortadan kaldırmaya yönelik yaşam şartlarını değiştirme, grup içinde doğumları engelleme veya gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletme eylemleri soykırım sayılacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz bağlayıcı olarak taraf olmadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’nün “Soykırım” başlıklı 6. maddesinde de benzer bir tanıma yer verilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Soykırım” başlıklı 76. maddesinde, soykırım olabilecek eylemleri sıralamış ve cezasını ağırlaştırılmış müebbet hapis olarak öngörmüştür.

TCK m.76’da “bir planın icrası suretiyle işlenmesi” soykırım suçunun unsuru olarak arandığı halde, bu unsura uluslararası düzenlemelerde yer verilmemiştir. Bu husus, TCK m.76 ile uluslararası sözleşmeler arasında tespit edilebilecek önemli bir farktır.

Yukarıda değindiğimiz hükümler dikkate alındığında, gerek hukuki ve gerekse cezai açıdan 29.03.1950 tarihinden önce gerçekleştiği iddia edilen ve kimilerine göre “soykırım/etnik temizlik” olarak nitelendirilen eylemler nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumlu tutulamaz. Ayrıca soykırım suçu ilk defa, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 09.12.1948 tarihinde kabul edilip tanımlanmıştır. Bundan önce soykırım suçu tanımlanmadığı gibi, “soykırım” kavramı da gündeme getirilmemiştir. Bir eylem veya tasarruftan doğabilecek hukuki ve cezai sorumluluk, ancak bu hususun bağlayıcı bir hukuk kuralı ile kabul edilip yürürlüğe girmesi ile doğabilir. Bir başka ifadeyle, bir hukuk kuralından kaynaklanan sorumluluğun geçmişe etkili uygulanabilmesi mümkün değildir. Hiç kimse, icra edildiği tarihte suç sayılmayan veya hukuka aykırı kabul edilmeyen eylem veya tasarruf ile sonuçlarından sorumlu tutulamaz, çünkü sorumluluk yalnızca ileriye etkilidir.

Özetle; Türkiye Cumhuriyeti önüne koyulan ve dayatılan “Ermeni Soykırımı/Etnik Temizlik” iddiasını hiçbir zaman kabul etmemiştir. Bugüne kadar Ermeni tarafı, uluslararası alanda 1915 Olaylarına “soykırım” statüsü kazandırmak amacıyla her türlü çabayı göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi tezi nettir; 1915 olaylarını “soykırım” olarak değerlendirmek mümkün değildir. 1915’li yıllarda savaşan, içeride ve dışarıda birçok zorluk yaşayan, ayakta kalmaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu, bir planın icrası suretiyle sistematik olarak bir ırkı yok etme ve insanlarını öldürme eylemlerinde bulunmamıştır.

1915 yılında alınan karar ve çıkarılan Kanunu, o dönemin şartlarına ve Osmanlı’nın içinde bulunduğu zorlukları dikkate almak suretiyle değerlendirmek gerekir. Osmanlı, varlığı süresince hiçbir milli, etnik, ırki veya dini grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla hareket etmemiştir. Böyle bir iddianın somut dayanağı ve delili olmadığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun izlediği politikaya da uygun düştüğü de ileri sürülemez.

Esasında tarihçilerin yorumlaması gereken bu konu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuzeydoğusunu kapsayacak şekilde “Büyük Ermenistan” hayali ile yaşayan başta Ermenistan Devleti ve bu işi amaç edinmiş Ermeniler tarafından ısrarlı şekilde siyasi boyuta taşınmıştır. “Doğu Türkiye, Batı Ermenistan’dır” sözünün söylendiği ve gizli bir politika olarak yürütüldüğü bir noktada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeniler ile devam eden sorunun çözümünde samimiyet arayıp bulması çok zordur, çünkü tarafların konuya bakış açıları farklıdır.

Türkiye Cumhuriyeti “acılar ortak yaşanmıştır, acıları paylaşalım” derken, 1915 yılında soykırım suçu ve hatta “soykırım” kavramının bile olmadığını bilen Ermenistan politik planlarını ve taleplerini gündeme taşıma derdine düşmüştür. Trajikomik olan ise, 1915 Tehcir Kanunu ve sonuçları ile ilgili samimiyetini göstermeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermenistan tarafından uluslararası destek elde etmek amacıyla siyasi hamleler yapmakla suçlanmasıdır.

Son söz; kim, hangi tezi ve uluslararası sözleşme ile hukuk kuralını ortaya koyarsa koysun, 1915’i ne şekilde nitelendirirse nitelendirsin, Tehcir Kanunu ve sonuçlarından dolayı hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti’ni sorumlu tutamaz ve bundan dolayı değişik başlıklar altında tazminat ve sair maddi taleplerde bulunamaz.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)