Güzel bir ilkedir ve kulağa hoş gelir. Herkes; dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Esasında bu ilkenin üzerine söylenecek söz de yoktur. Sorun, kağıt üzerinde yazılı bu ilkenin ne kadar uygulanabildiğidir.

Devlet politikalarına veya yönetimine egemen olan güç, halk, millet adına ne denirse densin, “eşitlik” ilkesini kendi kurallarına ve ölçütlerine göre yorumlar. Almanya, Fransa, İtalya, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ve Avrupa Konseyi de olsa bu kaide değişmez. Bazı durumda sert ve bazı durumda gevşek yorum yapılmak suretiyle “eşitlik” ilkesi gözetilir. Yazılı metinde ne yazarsa yazsın durum böyledir. Dinini dilediğin gibi yaşayamazsın ve dilini de konuşamazsın. Egemen güç öyle ister. Şimdi bu anlayışı bırakıp “haydi eşit olalım” dersen, genele ters düşersin ve dışlanırsın.

Amerika Birleşik Devletleri “özgürlükler ülkesi” olarak tanımlanıp, kişi hak ve hürriyetlerinin üst düzeyde yaşandığı yer olarak bilinir. Birçok yönü ile bu tespitin doğru olduğu söylense de, ABD’de devam eden ırk, din ve renk sorununun bulunduğu görülmektedir. ABD polisinin, beyazlara olağan davrandığı halde, siyahlara sert muamelede bulunduğunu, silah ve zor kullanmada aşırıya gittiğini, yani orantısız güç kullandığını ve ölümle sonuçlanan fiiller işlediğini, bunlara tepki olarak bazı bölgelerde iç huzursuzluğun çıktığını ifade etmeliyiz. Uzun yıllar kölelik sorunu ile uğraşan, 20. yüzyıla doğru hukuk zemininde bu soruna çözüm getirebilen, fakat bu sorunla 1960’lı yıllara kadar ciddi şekilde uğraşan ABD, kesin ayırımcılık yasağına rağmen hala “siyah-beyaz” sorunu ile yaşamaya devam etmektedir.

Ülkemizde ise, kadın-erkek eşitliğinde yaşanan sorunların en çarpıcı örnekler arasında yer aldığını söylemeliyiz. Kadınların, gerek haklardan yararlanma ve fırsat eşitliği, gerekse de baskı ve şiddete maruz kalma, iktisadi özgürlük ve yaşam alanına müdahale konularında ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunduğu bir gerçektir.

Yaşanan sorunlara çözüm bulunabilmesi için “eşitlik” ilkesini tanımlayan 1982 Anayasası m.10’da, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması amacıyla pozitif ayırımcılığa yer verilmiştir. Bu hükme göre, “Kadın ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz”. Anayasanın bu normu sorunlara çözüm getirdi mi? Hayır.

Gerçekten de "pozitif ayırımcılık" adı ile bilinen, yani kadın ve erkek arasında tam bir eşitliğin sağlanması, hayata geçirilmesi ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasında kadın lehine yapılacak düzenlemelere dayanak olması için, 2004 ve 2010 yıllarında “Kanun önünde eşitlik” başlıklı Anayasa m.10’a iki ek yapıldı. Bizce gerek yoktu ve pek de işe yaramadı. Çünkü kağıt üzerinde eşitlik değil, fiili durumda ne yaşandığı önemli idi. Ayrıca, bu tür “kadın ve erkek eşit değil” anlamına gelebilecek kurallar yerine, Anayasa m.10'nun cinsiyet farkı gözetilemeyeceğini söyleyen  ve herkesin eşit olduğunu ifade eden ilk hali daha isabetli idi. Kadın, “insan/birey” olduğu için korunmalı, farklı cinsiyetten ve korunmaya muhtaç olduğu için değil. Bir başka önemli nokta ise, kuralların hayata geçirilmesi ve uygulayıcıların bakış açıları ile toplumun kültürüdür. Kural var, zaten vardı, ama uygulama ve zihniyet ne durumda? En iyi kuralı koysanız da, önemli olan uygulamada ne olduğudur.

Eşitlik bir ilkedir, bize göre aynı zamanda herkesin uyulmasını ve uygulanmasını talep edeceği bir haktır. Esasında eşitlik, insan yaşamının her anında olmalıdır. Bu açıdan, eşitliğin haktan da öte olduğu, hiçbir şekilde geri alınamayacağı ve kısıtlanamayacağı söylenebilir. Gerçi uygulamada, tam bir fiili eşitliği görmek mümkün değildir. Pozitif hukuk; hukuki eşitliğe, yani aynı şartları taşıyanlar arasında fark gözetilemeyeceğine, fakat şartları ayrı olanlar arasında da zorunluluk olmadıkça bir ayırım yapılamayacağına inanır. Buna“hukuki eşitlik” denilmektedir.

“Eşitlik” ilkesi; eşit haklara sahip olma ve eşit muamelede bulunulma hakları konusunda yaşanan ve bir nebze “hukuki eşitlik” ilkesi ile aşılmaya çalışılan, fakat henüz aşılamayan bu sorunun çok ötesinde, iktisadi alanda yaşanan eşitsizliklerle de yıpranmış ve gerçek anlamını bulamamıştır. Bu sorun, “iktisadi eşitsizlik” olarak adlandırılabilir. Örneğin, vatandaşı olduğunuz ülkenin kaynaklarından ve imkanlarından eşit yararlanamama, zengin ve fakir arasında giderek açılan uçurum, bu soruna “sosyal devlet” ilkesi ile çözüm bulunamaması, iktisadi açıdan güçlü devletlerin bu sorunu şimdilik kaydı ile ötelemesine rağmen, hukuk ve iktisadi alanda sorunlarını çözememiş ülkelerde gelir dağılımı eşitsizliğinin fazlası ile hissedilmesi, beraberinde “iktisadi eşitsizlik” sorununu gündemin tepesine yerleştirmiştir.

“Eşitlik” ilkesi konusunda yaşanan ve en bilinen sosyal sorun ise, kendisini insanların yaşam biçiminde ve inançlarında gösterir. İslam dinini yaşamak isteyen Müslümanın İsviçre’de cami yaptırması veya çocuğunun gittiği okulda Türkçe müfredatla öğrenim görmesini istemesi mümkün gözükmemektedir. Oysa yukarıda tanımını verdiğimiz insanı esas alan “eşitlik” ilkesine göre, din ve dil ayırımı gözetilmeksizin herkes eşittir, bu eşitlik sayesinde hak ve hürriyetlerden de aynı düzeyde yararlanır. Bu tespite rağmen egemen güç, tüm insanların eşitliği üzerine kurulan bu teorik sözün pratiğe dönüşmesine izin vermez.

O halde egemen güç kim? Görünürde millet, halk, toplum, gerçekte ise gücü elinde tutandır; kamu otoritesi (bazen çoğunluk olabilir) ve ona hakim veya onunla barışık veya onun yanında yer alan veya yer almak zorunda kalandır. Bu hep böyle oldu, görünüşe göre böyle de olacak. Önemli olan; eşitliğe, hukuk güvenliği hakkına, asgari insan hak ve hürriyetlerine ne kadar yaklaşılabildiği ve insanların çoğunluğunun mutlu edilip edilemediğidir. Etik ve dürüst davranış, gücün kendi lehine kullanılmaması, ayrıcalık, dokunulmazlık elde edilmek suretiyle hukukilik denetiminden kaçınmama, “eşitlik” ilkesinin sağlanıp korunmasının temelini oluşturur. Hadise budur ve gerisi lafügüzaftır.
Bir esas nokta da, hukuk önünde eşitlik, adalet ve yargıya güvendir. İnsanın; evinde huzurlu uyuması, işyerinde rahat çalışması, yanlış yapmadıkça kamu otoritesinin kendisine dokunmayacağını, yanlış yapanın ise korunmayacağını bilmesi ve bunlara inanması çok önemlidir. İşte gerçek eşitlik budur. Yargıya ve adalete inanmak, inanıp saygı duymaktır. Kuralların keyfi olmaması, kurallara uyulması ve uymayanlar hakkında da öngörülen yaptırımların eşit uygulanması, gerçek bir demokratik hukuk devletinin temel direğidir.

Eşitlik; sadece baskın olanın veya çoğunluğun inancına göre yaşamak değil, her türlü inanç sahibinin ve hatta inancı olmayanın istediği gibi yaşam sürdürmemesini, baskı görmemesini, küçük görülmemesini, küçük düşürülmemesini, dışlanmamasını, korunmasını ve inancına göre yaşayabilmesi imkanlarının sağlanması ile hayata geçirilebilir.

Peki bu mümkün olabilir mi? Bizce hayır. Yalnızca baskı derecesi değişir, azınlıkta olan kişiye de belki karışılmaz. Bireyin özel alanı olan ev ve işyerine, kılık ve kıyafetine karışılmaz. Bununla birlikte, dışarıda ibadet edebileceği bireyin önüne engel koyulabilir. Bu engel, “batı medeniyeti” olarak adlandırılan, kişi hak ve hürriyetlerinin üst düzeyde yaşandığı yerlerde de gündeme gelebilir. Bu tür ülkeler, kişi hak ve hürriyetlerine getirdikleri sınırlamalarla ilgili birçok gerekçe sıralayabilirler. Ancak “eşitlik” ilkesi açısından bu gerekçelerin doğru olduğu kabul edilebilir mi? Bizce hayır.

Aynı sorun; cinsiyet, din, ırk, etnik aidiyet ve kimlik bakımından da yaşanabilir. Bu farklılaştırmaya, pozitif hukuk alanında mutlak doğru veya yanlış denilemez. Gücün ve egemenin kendisini koruması, ya bizzat ya da seçtikleri insanlar vasıtasıyla olur. Eşitsizlik; bazı durumda koruma, korkuyu yenme, kaybetmeme veya düzen olarak; bazı durumda ise, ele geçirme, elde tutma, çoğunluğa göre harekete zorlama şeklinde kendisini gösterir.

Doğru olan, birey odaklı korumadır. Bireyin görüşü, ideolojisi ve inancı çoğunluğa veya kamu otoritesini elinde tutan iradeye ters düşse bile hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında koyulan kuralları ihlal etmedikçe kısıtlanmamalı, dışlanmamalı, cezalandırılmamalı ve korkutulmamalıdır. Bir yerlere gelmek, başarmak, kazanmak, insanı bir ırkın, etnik kimliğin, dini inancın veya ideolojinin takipçisi olmaya zorlamakta ise, orada gerçek eşitlik yok demektir.

Belki sözde ve hatta hukuk kurallarında eşitlik vardır, fakat kamu otoritesi ve çoğunluk, bazı durumlarda farklı düşünebilir ki, bireyden çoğunluğa göre hareket etmesini, en azından bu görüntüyü vermesini ve çoğunluğu rahatsız edici davranışlardan kaçınmasını isteyebilir. Esasında bu anlayış ve uygulama, nerede ise tüm toplumlara ve devletlere hakim olmuştur. Sorun; bunun tümü ile ortadan kaldırılması olmayıp, ne kadar az veya çok olduğu, yani hissedildiği üzerinde toplanır.

Bu açıklamalar ışığında “eşitlik” ilkesi; gücü kaybetmeme, elde tutma kaygıları ile sözde ve kağıtta kalmaya mahkum gözükmektedir. Bu mahkumiyetten kurtulmak için, “millet” kimliğini kaybetmemek, bu kimlikten kurtulmayı marifet saymamak, ayrışmayı körükleyen ve faydası olmayan unsurların peşinden inatla gitmemek gerekir. Kanaatimizce, millet olma bilinci etrafında toplanan bireyler arasında ırka, renge, cinsiyete, etnik aidiyete ve inanca dayalı ayırım ön plana çıkamayacaktır. “Eşitlik” ilkesinde yaşanan sorunların birdenbire ve tümü ile çözülmesi belki mümkün değildir. Ancak demokratik hukuk toplumu olma bilincine ulaşmış bir millet, içinde taşıdığı ulus ruhu ve eşitlik inancı ile insanlar arasında yaşanan eşitsizlikleri bertaraf etme kabiliyetine sahip olabilir.

Neyi üretiyorsun, bilim ve teknikte neredesin, din, etnik ve mezhep farkına dayalı çatışmaları, çelişmeleri ve hesaplaşmaları halledebildin mi? Umarım Türk milleti olarak bu sorunları güzellikle aşıp, çözülmenin değil çözümün esas olduğunu, kavga ve ayrışmanın fayda getirmeyeceğini idrak edip, “eşitlik” ilkesi diyerek ortamı sürekli gererek, ulaşılmaz ve yerine getirilemez taleplerle karşı karşıya kalıp bir kısır döngüye girmeyiz.Belki herkesi memnun edebilecek mutlak ve kayıpsız mutluluğa ulaşılamaz. Ancak en iyiye ulaşmak ve mümkün olduğu kadar herkesi kapsayacak mutluluğa ulaşmaya çalışmak, eşit ve adaletli olabilmek için çaba göstermek imkansız değildir. Bunun kararını verecek olan ise insandır.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)