Yazıda, saklanan maddi hakikate ve vicdani değere vurgu yapılması amaçlanmıştır.

“Soykırım” kavramı ilk defa, 2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı sonuçlarının ardından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 09.12.1948 tarihinde kabul edilip, 12.01.1951 tarihinde yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” ile tanımlanmıştır. Hukuka aykırı fiillerin soykırım suçunu oluşturup oluşturmadığı, bu Sözleşme ile Uluslararası Ceza Hukukunun kapsamına girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu Sözleşmeyi tanımıştır.

Bu Sözleşmenin “Soykırım oluşturan eylemler” başlıklı 2. maddesinde göre; milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen insan öldürme, insana zarar verme, grubu ortadan kaldırmaya yönelik yaşam şartlarını değiştirme, grup içinde doğumları engelleme veya gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletme eylemleri soykırım sayılır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz bağlayıcı olarak taraf olmadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü’nün “Soykırım” başlıklı 6. maddesinde de benzer bir tanıma yer verilmiştir. Roma Statüsü’nün 7. maddesi, insanlığa karşı suçları ayrıca düzenlemiştir. 

Dünyanın birçok coğrafyasında, komşumuz Irak ve Suriye ile nerede ise tüm Ortadoğu Coğrafyasını kasıp kavuran ve Kuzey Afrika’yı saran şiddet ve gözyaşı kan dondurucu seviyede. Türkiye Cumhuriyeti’ni de ciddi şekilde tehdit eden şiddet sarmalı, sayısız Müslümanın hayatını veya sağlığını kaybetmesine yol açmaktadır. İnsanlar; hayatlarını, sağlıklarını, evlerini, ailelerini, yurtlarını ve doğup büyüdükleri topraklarını kaybetmek zorunda bırakılmaktadırlar. Herkese göre bunun birçok sebebi ve açıklaması olabilir. Ancak tüm bunlar bir gerçeği değiştirmemektedir ki, o da insanların hayatlarını, geleceklerini ve umutlarını kaybettikleridir. Dünyanın yalnızca seyretmekle yetindiği bu dramda emperyalist güçler, türlü açıklamalarla ve pervasızca planlarını icraya devam edip, insan hayatını hiçe saymaktadırlar.

Bu vahim tablonun yol açtığı sonuçların sorumluluğu ve bu sorumluluğun kapsamı; yalnızca göçmen kaçakçılığına aracılık edenlerle, bundan maddi kazanç sağlayanlarla, göçmen kaçakçılığını organize eden örgütlerle, binilmemesi gereken bot, tekne ve kayık gibi deniz araçlarına göçmenleri bindirerek veya bu araçların batıp yolcularının boğulacağını bildikleri halde elverişsiz araçları kullananlarla, taşıyabileceği yükten fazla yolcu taşıyarak tekne veya bot battığında bir başka deniz vasıtasıyla olay yerinden kaçanlarla, bunların doğrudan veya olası kastla insan öldürme suçundan sorumlu tutulmaları ile sınırlandırılamaz.

Kimse; karnı doyarken, canı, ailesi ve malı güvende iken ülkesini ve toprağını keyfe keder terk etmez. Bu terk bir sonuçtur ve bu kaçış sırasında bu insanları öldürenler veya ölmelerine veya yaralanmalarına sebebiyet verenlerin cezai sorumlulukları zaten vardır. Temel sorun, bu insanların yerlerini ve yurtlarını kaybetmelerine sebebiyet verenlerin ve bunların destekçilerinin sorumluluklarının işletilip işletilemeyeceğidir.

Akdeniz’in ve Ege’nin sularına gömülen, hayatlarını kaybeden, “insan” muamelesi görmeyen, kendisini “Batı Medeniyeti” olarak takdim edip, yerlerini yurtlarını kaybetmelerine neden oldukları insanlara yardım elini uzatmayan, bu insanların yaşadıkları coğrafyada dökülen kan ve gözyaşını durdurmak yerine, silah satarak ve şiddeti besleyerek yangını körükleyen, çıkardıkları ateşi söndürmek yerine alevlendirenleri ve buna da Büyük Orta Doğu Projesi veya Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan emperyalist güçlerin sorumlulukları hiç olmayacak mı? Dünyanın adaleti ve vicdanı bu mudur? Sadece sonuçları düşünerek, tetikçilik yapanlardan veya maddi çıkar uğruna ruhunu cüzdanında unutup insanları denize gömenlerden mi hesap sorulacak? Sorulsun da, böylece vicdanlar rahatlayacak mı? Bu eylemlere, sebeplerine, azmettiricilerine ve türlü maksatlarla insanların hayatlarını karartanlara soykırım suçlaması yapılmayacak da, neye ve kime yapılacak? Bu sorumluluk yalnızca, kaçak botla veya tekne ile taşıdıkları insanları denize gömenlere mi yüklenecek? Bu eylemlere sessiz kalan, işlenmelerine göz yuman, önlem almayan, mağdurlarına sahip çıkmayanlar, kasten insan öldürme suçunun ihmali davranışla işlenmesinden sorumlu olmayacaklar mı?

Kanaatimce bunun adı, ya soykırım veya insanlığa karşı suçtur. Çünkü milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen insan öldürme, insana zarar verme, grubu ortadan kaldırmaya yönelik yaşam şartlarını değiştirme, grup içinde doğumları engelleme veya gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletme eylemleri soykırım sayılır. Siyasi, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimini oluşturan insanlara karşı yaygın veya sistematik saldırıların bir parçası olarak  işlenen kasten öldürme, yaralama, işkence veya göçe zorlama eylemlerine insanlığa karşı suç denir. Bu eylemlerden; müşterek failler, azmettiriciler ve yardım edenler sorumlu tutulmalıdırlar.

Son söz; kıyıya vuran, denizde sürüklenen cansız bedenlerin ve umutsuz çığlıkların sahiplerine ve muhtemel sahibi olacak insanlara karşı Dünyanın bu kadar duyarsız, tepkisiz ve ilgisiz kalması, aleni işlenen cinayetlerin normalleşmesi, herhalde sözün ve insanlığın bittiği nokta olarak görülmelidir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)