Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki ilişkiler yönünden, Suriye’de yaşanan iç savaşın sebep olduğu göçmen krizi önemli bir yer tutmaktadır. 2011 yılından bu yana üç milyonu aşkın Suriyeli mülteciye kapılarını açan Türkiye, son beş yılda yıllık ortalama 5 milyar dolar ve toplamda 25 milyar dolarlık bir harcama yaparak (kamu, STK ve özel sektör) mülteci sorununa en fazla kaynak aktaran ülke konumuna gelmiştir. Bu dönemde aktarılan kaynak, uluslararası alanda BM, AB gibi kuruluşlar nezdinde oluşturulan fonlar düzeyindedir. Buna karşılık göçmen akımını iç güvenlikleri ve sosyo-ekonomik politikaları çerçevesinde ele alan AB ülkeleri, hadisenin insani boyutunu göz ardı eden bir yaklaşım sergilemiştir.  

Suriye iç savaşının yarattığı travmalara, dramlara yönelik farkındalık, ne yazık ki, Aylan bebeğin ölümü gibi sembol haline gelen, vicdanları rahatsız eden olaylarda bile kısa süreli olmuştur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 14 üncü maddesinde yer alan “herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır” tümcesinin, maalesef günümüz dünyasında pek bir anlamı bulunmadığı görülmüştür. Bununla birlikte Türk Hukukunda bu insanların sığınma hakkının güvence altına alındığı ifade edilmelidir. Nitekim 04.04.2013 tarih ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 62 nci maddesi ile, Avrupa ülkeleri dışında meydana gelen olaylar sebebiyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen kişilere şartlı mülteci statüsü tanıyarak, bu durumda bulunan pek çok mazlumun Türkiye’de kalmasına imkan sağlamıştır. Hatta Yasanın 63 üncü maddesi uyarınca, mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemeyen, ancak menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde; a) Ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, b) İşkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak, c) Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşacak, olması nedeniyle menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen kişiler de ikincil koruma statüsü altında ülkede barınma imkanına sahiptir. 

Keza 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91 inci maddesi ile bu maddeye dayanılarak çıkarılan 13.10.2014 tarih ve 2014/6883 sayılı Geçici Koruma Yönetmeliğinin geçici 1 inci maddesinin birinci fıkrası gereği; Suriye Arap Cumhuriyetinden ülkemize gelen Suriyeliler ile vatansızlar ve mültecilerin geçici koruma kapsamına alındığı, böylece açık sınır politikası ile ülke topraklarına kabul, geri göndermeme ilkesi ve gelen kişilerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanmasının yasal güvenceye bağlandığı belirtilmelidir. Bu düzenlemeler göç olgusunun insani yönüne verilen ağırlığı ortaya koymaktadır.

Geri Kabul Anlaşması

Türkiye, AB ile imzaladığı geri kabul anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, artan yasa dışı göçmen sorununun çözümüne yönelik, AB ile karşılıklı işbirliğini başlatmış ve bu çerçevede üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmeye yönelik ilk adımları atmıştır. Kuşkusuz geri iade uygulaması sorunun insani yönü itibariyle yasa dışı göç sırasında yaşanan ölümlerin, mağduriyetlerin bir daha yaşanmaması ya da bu vakıaların en aza indirilmesi açısından önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. 

Geri kabul anlaşmaları, esas itibariyle, bir ülkede veya sınırları belirlenmiş bir grup ülkede yasadışı olarak bulunan kişilerin anlaşma yapılmış kaynak ülkeye veya en son transit geçiş yaptıkları ülkeye geri gönderilmesini düzenlemektedir. Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması, mütekabiliyet temelinde, Türkiye’de veya AB’ye üye ülkelerden birinde, ülkeye giriş, ülkede bulunma veya ikamet etme koşullarını sağlamayan veya sağlayamaz duruma düşen kişilerin Anlaşma’da belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde ilgili ülkeye geri gönderilmesini amaçlamaktadır.

2011 yılından sonra bugüne kadar Türkiye üç milyonu aşkın Suriyeli mülteciye ev sahipliği yaparken, AB 2015 yılında yaşanan mülteci akınından sonra, belirlenen sembolik sayıda mülteciyi kabul etmiş, bu dönemde mülteci sorunu, AB ülkelerinin iç güvenliğini ve toplumsal yaşamını ilgilendiren bir numaralı sorun haline gelmiştir. AB, mülteci akını ile baş edemeyeceğini anlayınca Türkiye ile 16 Aralık 2013'te Ankara'da imzaladığı Geri İade Anlaşmasının uygulanma tarihini öne çekme arayışı içine girmiştir. Zira, anlaşma, TBMM’de kabul edilmesinin ardından 1 Ekim 2014'te yürürlüğe girmiş, ancak anlaşmada geri iade uygulaması için üç yıllık geçiş dönemi öngörüldüğünden, bu uygulamanın öne alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 

Düzensiz göç ve insan kaçakçılığı ile mücadele amacıyla Türkiye ile AB arasında 18 Mart 2016 tarihinde Brüksel’de varılan mutabakatta, Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine geçen göçmenlerin Türkiye’ye iadesi ve iade edilen her bir göçmene karşılık, kayıtlı Suriyeli sığınmacılardan birinin AB ülkelerine gönderilmesi öngörülmüştür. İade prosedürü 4 Nisan 2016'da uygulamaya konulmuş, Anlaşma bütünü itibariyle 1 Haziran 2016 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kapsamda Türk vatandaşlarına Ekim 2016'ya kadar vize serbestisi sağlanması konusunda da mutabakata varılmıştır.

Anlaşma uyarınca, yasadışı yollarla AB ülkelerine giden veya bu ülkelerde bulundukları sırada yasadışı duruma düşen (örneğin, vize süresini geçiren) Türk vatandaşları ve Türkiye üzerinden Anlaşma’ya taraf diğer ülke veya ülke grubuna geçiş yapmış üçüncü ülke vatandaşlarının Anlaşma’da belirlenen şartlar ve kurallar çerçevesinde Türkiye tarafından geri alınması ile yine yasadışı yollarla AB ülkeleri üzerinden ülkemize gelen veya Türkiye’de bulundukları sırada yasadışı duruma düşen AB üyesi ülkeler ve üçüncü ülke vatandaşlarının Anlaşma’da belirli şartlar ve kurallar çerçevesinde ilgili AB ülkesine iade edilmesi öngörülmüştür. Anlaşmanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, iki taraflı olarak geri kabul ve iade süreçleri işlemektedir. Bununla birlikte, anlaşmanın bir diğer ayağını oluşturan, vatandaşlarımıza AB ülkelerine girişte vize muafiyeti sağlanması, henüz hayata geçirilmiş değildir. 

Sınırlarımızdaki Göçmen Hareketliliği 

Geri kabul anlaşmasında Türkiye’nin önemli yükümlülüklerinden birini de, göç ve göçmen politikalarının güçlendirilmesi, sınır güvenliğinin etkin bir şekilde korunması, yasadışı göçün önlenmesi konusunda AB ile işbirliği ve karşılıklı yardım çerçevesinde gereken tedbirlerin alınması oluşturmaktadır. Anlaşmanın yürürlüğe girmesini müteakip, Türkiye’den Avrupa ülkelerine kaçak yollardan geçen göçmen sayısında önemli bir düşüş yaşandığı gözlemlenmiştir.

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre, Türkiye’de yakalanan düzensiz göçmen sayısı 2013 yılında 39.890 iken, 2014 yılında bu sayı 58.647, 2015 yılında ise 146.485’tir. Görüldüğü gibi, 2015 yılında Suriye’deki iç savaş ve istikrarsızlığa bağlı olarak Türkiye’deki düzensiz göçmen sayısında büyük bir artış yaşanmıştır. 2015 verilerine göre yakalanan 146.485 göçmenden 73.422’si Suriye, 35.921’i Afgan, 7.247’si Irak, 5.464’ü Mynmar, 3.792’si Pakistan, 2.857’si Gürcistan, 1.978’si İran, 1.445’i Eritre, 1.393’ü Özbekistan, 1.241’i Türkmenistan uyrukludur. İfade edelim ki, Pakistan, Gürcistan, İran gibi menşe ülkelerden kaynaklanan göçmenlik olgusunun temeli ekonomik sosyal problemlerdir. 

Sahil Güvenlik Komutanlığı verilerine göre, 2014 ve 2015 yıllarına ilişkin tüm denizlere ait düzensiz göç verileri şu şekildedir: 2014 yılında düzensiz göç olay sayısı 574 iken, 2015 yılında bu sayı 2.430; 2014 yılında düzensiz göçmen sayısı 14.961 iken, 2015 yılında bu sayı 91.611; 2014 yılında hayatını kaybeden göçmen sayısı 69 iken, 2015 yılında bu sayı 279, 2014 yılında yakalanan organizatör sayısı 106 iken, 2015 yılında bu sayı 190’dır. 

2016 yılı içerisinde (25 Kasım 2016 tarihine kadar), Ege denizindeki düzensiz göç olay sayısı 758, düzensiz göçmen sayısı 33.618, hayatını kaybeden göçmen sayısı 187, yakalanan organizatör sayısı 89’dur. Tüm denizlere ilişkin istatistiklere bakıldığında ise, 2016 yılına ilişkin (25 Kasım 2016 tarihine kadar), düzensiz göç olay sayısı 811, düzensiz göçmen sayısı 36.178, hayatını kaybeden göçmen sayısı 187, yakalanan organizatör sayısı 105’tir. 

Söz konusu verilere bakıldığında, Türkiye üzerinden 2014 yılında başlayan yasadışı göç dalgası, 2015’te büyük bir ivme kazanmış ve Türkiye ile AB arasındaki geri kabul anlaşmasının yürürlüğe girmesinden sonra, yasa dışı göçle mücadelede önemli tedbirler alınarak, kaçak göç vakıaları en aza indirilmiştir. 

Öte yandan, Uluslararası Göç Örgütünce (IOM), 2016'da şu ana kadar Akdeniz'den Avrupa'ya geçen sığınmacı sayısının 345 bin 676'e ulaştığı bildirilmiştir. Geçtiğimiz günlerde BM Cenevre Ofisi'nde düzenlenen basın toplantısında Uluslararası Göç Örgütü Sözcüsü Joel Millman tarafından yapılan açıklamada, 23 Kasım itibariyle Akdeniz'de yaşamını yitiren sığınmacı sayısının 4 bin 663 olduğu ve geçtiğimiz yılın aynı döneminde bu sayının 3 bin 574 olduğu belirtilmiştir. Millman, çoğunluğu Yunanistan ve İtalya olmak üzere 2016'da 345 bin 676 sığınmacının deniz yoluyla Avrupa'ya ulaştığını aktararak, şu ana kadar Yunanistan'a 171 bin 463, İtalya'ya ise 168 bin 579 sığınmacının ayak bastığını ifade etmiştir. 

Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine geçen kaçak göçmen sayısında 2015’e göre önemli bir azalma meydan gelmişse de, AB’nin sığınmacı sorunu halen devam etmektedir. Türkiye ile yapılan geri kabul anlaşması meselenin daha fazla büyümesine büyük ölçüde engel olmuştur. Ancak farklı ülkeler üzerinden de sığınmacı akını devam etmektedir. 

Türkiye’nin, göçmen krizinin kaynağının oluşturan Ortadoğu ülkelerine komşu olması, göçmenlerin geçiş güzergahı olarak kullandığı Ege Denizi, Akdeniz ve Karadeniz’e kıyısının bulunması, hem bu sorunun odağında yer almasına sebebiyet vermekte, hem de çözümün kaçınılmaz bir tarafı olmasını sonuçlamaktadır. Hiç kuşkusuz, meselenin iç güvenlik ve sosyo ekonomik boyutundan ziyade, insani yönünü ön planda tutması gereken AB’nin, insan haklarını, insan onurunu önceleyen temel felsefesini bu konuda da hayata geçireceği yeni bir politika içine girmesi, bölgedeki krizin nihai çözüme kavuşturulmasına zemin hazırlayacaktır.



(Bu köşe yazısı, sayın  Prof. Dr. A. Caner Yenidünya tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)