Toplantıya TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Alman Avukatlar Derneği Genel Başkanı Ulrich Shellenberg, Alman Yargıçlar Birliği Başkanı Jens Gnisa, Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Bolu Barosu Başkanı Ferit Atalay, Çankırı Barosu Başkanı Erkan Köroğlu ile tanınmış hukukçular ve TBB yöneticileri katıldı.

Yuvarlak masa toplantısında Hakan Canduran da bir sunum yaptı. Canduran, şunları söyledi:

"Türkiye'de savunmayı temsil eden avukatlık mesleği, uzun zamandır zorlu mücadeleler vererek belirli bir düzeye gelmiştir. Bu mücadeleler sonucunda, Avukatlık Kanunu'nda 2001 yılında yapılan değişiklikle 'avukatların yargının kurucu unsuru olduğu', kanun metnine işlenmiş; böylece yargının sav ve karar ayağının yanında avukatlar tarafından temsil edilen savunmanın, yargının üçüncü ayağı olduğu kabul edilmiştir. Avukatların yargının kurucu unsurlarından biri olduğunun kanun metnine işlenmesi ile birlikte, biz avukatların mesleki anlamda aşmak zorunda olduğu engeller bir nebze azalmıştır.

Ancak 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminden sonra peş peşe çıkarılan Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile aslında Anayasa'da 'geçici ve istisnai bir yönetim aracı' olarak düzenlenen Olağanüstü Hal, 'sürekli ve olağan' hale getirilmek istenmektedir. Bu Kanun Hükmünde Kararnameler ile darbe girişimi gerekçe gösterilerek tasfiye ve tutuklamalar başlamış; akademisyenlere yurtdışına çıkma yasağı konulmuş; Yüksek Öğretim Kurumu'nun baskısıyla dekanlar istifaya zorlanmış; kamu kurumlarında antidemokratik uygulamalar başlatılmış; aralarında avukat, hakim ve savcıların da bulunduğu değişik mesleklerden binlerce insan gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.

Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile hukuk dışı uygulamalar yaratıldığının gözlemlenmesi üzerine, Türkiye Barolar Birliği ve barolar olarak, devam etmekte olan sorgu ve yargılama süreçlerinin hukuk kurallarına uygun yürütülmesi, suçlulara hak ettikleri cezaların iç hukuk ve taraf olduğumuz uluslararası hukuk kurallarına uygun biçimde verilmesi için uyarılarda bulunulmuştur.

Ancak üzülerek gördük ki; uyarılarımıza rağmen hukuka aykırı uygulamalar ile evrensel hukuk kuralları ve ceza hukukunun temel ilkeleri çiğnenmekte; savunma ve adil yargılanma hakkı hiçe sayılmakta; suçlunun suçsuzdan ayrılması zorlaştırılmakta; masumiyet karinesi göz ardı edilerek, hukuki kriterlerin dışına çıkılarak siyasi saiklerle gözaltı ve tutuklamalar adeta bir 'cadı avına' dönüştürülmektedir.

Suçluların cezalandırılması elbette esas amaç olmalıdır. Fakat gerçek adalete ulaşmak; sağlıklı, meşru, şeffaf bir yargılama süreci ve modern ceza hukukunun geliştirdiği temel ilkelerin, temel hak ve özgürlüklerin esas alınması ile mümkün olacaktır.

Ancak maalesef özellikle Olağanüstü Hal kapsamında gerçekleştirilen soruşturma ve kovuşturma işlemleri için getirilen düzenlemeler, ülkemizde bugüne kadar adil yargılanma hakkı kapsamında ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum yasalarıyla getirilen pek çok kazanımı geriye götürmektedir.



Örneğin; normal şartlar altında 24 saat ve toplamda beş günü geçmeyen gözaltı süresi, 30 güne çıkarılmış; savcı ve hakimler tarafından alınması gereken mağdur ve tanık ifadeleri, adli kolluk görevlileri yani polisler tarafından alınabilir hale gelmiş; avukatların, tutuklu müvekkilleri ile yapacakları görüşmelerin bir görevli nezaretinde olması zorunluluğu getirilmiş; tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge ve belge örneklerine el konulmaya başlanmış; hatta bazı gerekçelerle bu görüşmeler yasaklanır hale gelmiştir. Avukatlar hakkında soruşturma ya da kovuşturma bulunması halinde, müdafilik görevinden yasaklanabilmemiz mümkün hale gelmiştir. Soruşturma ve kovuşturmalarda, ifade alma ve sorgu sırasında veya duruşmada en çok 3 avukatın hazır bulunabileceği düzenlemesi ile avukat sayısına sınırlama getirilmiştir.

İçinde bulunduğumuz Olağanüstü Hal sürecinde Kanun Hükmünde Kararnameler ile yapılan değişiklikler dayanak gösterilerek avukatların tutuklu müvekkilleri ile iletişimi kısıtlanmış, görüşmeleri kayıt altına alınmış, görüşme sırasında tutulan notlar kopyalanarak savcılık soruşturma dosyalarına konulmuş, avukatların cezaevlerine kanun metinleriyle girmelerine izin verilmemiştir. Olağanüstü Hal'den kaynaklanan davalara bakan avukatlara, müvekkilleri ile görüşmeleri esnasında farklı davranılmış; keyfi gözaltı kararları verilmiş; ev aramalarında hukuka aykırı davranılmış; gözaltı süreleri uzatılmış; bir anlamda savunma hakkı hiçe sayılmıştır.

İçinde bulunduğumuz bu koşullarda avukatlar olarak, mesleğimizin gereğini yapabilmek için çok zorlandığımızı ifade etmek istiyorum. Fiilen görev yapan 102 bin avukatın her biri, mesleğini yapabilmek için hukuka aykırı bu uygulamalarla mücadele etmek zorunda kalmaktadır.

Kanun Hükmünde Kararnamelerle getirilen düzenlemeler ile savunma mesleği yapılamaz hale getirilmektedir. Bu durum, sadece avukatların değil, bizler tarafından temsil edilen vatandaşların ve sonuç olarak da toplumsal savunma hakkının engellenmesi anlamına gelmektedir.

Bu uygulamalar karşısında barolar olarak bizler, karşı karşıya kaldığımız bu tabloyu anlatmak ve hukuksuzlukla mücadele etmek durumundayız. Hukuka aykırı düzenlemeleri dayanak alan yargılamaların sağlıklı ve adil olamayacağını, savunma hakkı kısıtlanmış bireylerin ifadeleri ile yargının maddi gerçeğe ulaşamayacağını, bu hukuka aykırı uygulamaların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınmasıyla uluslararası alanda da ülkemizin zor durumda kalacağını anlatmak zorundayız.

Unutulmamalıdır ki savunma hakkı kutsaldır. Her aşamada, kim için olduğuna bakılmaksızın herkesin savunma hakkına sahip olduğunu kabul ettiğimizde yargı, layıkıyla üzerine düşen görevi yerine getirmiş olacaktır. Savunma hakkına gereken özen gösterilerek verilen kararlar vicdanları rahatlattığı gibi, her platformda devlet tarafından da rahatça savunulabilecektir.

Bu düzenlemeler, Olağanüstü Hal bakımından bile 'olağanüstü' olan, hukuk devleti bakımından tehlikeli, amaç bakımından ölçüsüz bir özellik taşımaktadır. 

Biraz önce de bahsettiğim gibi Olağanüstü Hal kararnameleri ile yaratılan hukuksuzlukların doğuracağı sonuçlar, savunma hakkı bakımından çok ciddi ve vahim olacaktır. Bu nedenle baroların en önemli görevi, toplumu ve hükümeti aydınlatmak ve uyarmaktır.

Bu çerçevede; soruşturma ve kovuşturmanın tüm evrelerinde savunma hakkı kesinlikle sınırlandırılmamalı; soruşturmalar ivedilikle sonuçlandırılmalı; şüpheliler hakkındaki somut deliller ortaya konularak kamuoyu aydınlatılmalı; savunma mesleğini icra eden biz avukatların görevlerini gereği gibi yerine getirmesinin önündeki engeller kaldırılmalı ve yargı içindeki illegal unsurlarla bağlantısı olmayan avukat, hakim ve savcıların itibarı korunmalı; hakim ve savcılık teminatından vazgeçilmemelidir.

Bu hassas dönemde, tüm şaibe ve hukuksuzlukların önüne geçilmesi ve iddiaların araştırılması için komisyonlar kurulmalı; barolar da bu komisyonlara dahil edilerek yargıya güven tekrar kazandırılmalıdır.

Avukatsız ve savunmasız bir yargılamanın asla adil olamayacağı unutulmamalıdır. Suçtan bağımsız olarak, herkesin savunma hakkının varlığı ve kutsallığı tartışılmamalıdır. Avukatlar, müvekkillerinin görüşleri, çıkarları ve eylemleriyle suçlanmamalı ve özdeşleştirilmemelidir.

Tüm çabamız, gerçek suçluların hukuk çerçevesinde yargıya hesap vermesi ancak suçu olmayan tek bir kişinin dahi haksız yere cezalandırılmaması içindir. Unutulmamalıdır ki esas güvence yargıdır, kuvvetler ayrılığıdır, güvenilir ve bağımsız verilen yargı kararlarıdır. Yargının güvencesi de savunmadır."

Toplantının ardından TBB ve Alman Avukatlar Derneği arasında dostluk anlaşması imzalandı.

hukukihaber.net