TÜSİAD'ın çalışmasını tamamlayıp açıkladığı yeni Anayasa raporunda en çarpıcı bölüm, Anayasa'da değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek ilk üç maddeye ilişkindi. TÜSİAD'a göre, "Türkiye devleti bir cumhuriyettir" diyen ilk madde dışında Anayasa'daki tüm maddeler değiştirilebilir.

Anayasa'nın "değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek" maddelerini değiştirmek mümkün mü? Bunu nasıl algılanır neye yol açar?

TÜSAİD'ın tartışma yaratan raporunu hukukçulara sorduk. İşte cevapları...

ANAYASA HUKUKÇUSU PROF. DR. SERAP YAZICI
"1924 ve 1961 anayasalarında da durum böyleydi zaten"

Bu maddelerle ilgili tartışmalar rasyonel olmaktan çok duygusal bir nitelik taşıyor. Türkiye'de değişmez maddelerin tarihi geçmişine bakacak olursak 1921, 1924 ve 1961 anayasalarında değişmez maddelerin kapsamının daha dar olduğunu görürüz. Hem 1924 anayasası hem de 1961 anayasasında sadece 1. maddelerde yer alan, devlet şeklinin cumhuriyet olduğu kısmın değiştirlmesini yasaklamıştır. Onun dışındaki anayasa maddelerinin değiştirilmesi mümkündür. O tarihlerde de Türkiye'de ugün zannedildiği gibi ne bir şeriat ne de bir bölünme tehlikesi ortaya çıkmıştır. Anayasanın daha çok sayıda hükmüne değişmezlik vasfı kazandırmak Milli Güvenlik Konseyi üyelerinin bir buluşudur. Nitekim 1982 anayasasının 4. maddesine göre ilk 3 maddenin değiştirilmesi, değiştirilmelerinin teklif edilmesi dahi yasaklanmıştır. Dolayısıyla bu anayasada ilk üç maddeye değişmezlik vasfının izafe edilmesi nedeniyle bugün kamuoyu şöyle bir algılamanın içinde: Eğer 1961 anayasasında olduğu gibi, cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen madde, değişmezlik vasfı izafe edilen bir madde olmaktan çıkarılırsa, sanki Türkiye'de rejim değişikliği olabileceği yolunda bir korku yaşanıyor. Bu temelsiz bir korku. Eğer bir temeli olsaydı, öyle bir tehlikenin 1961 anayasası döneminde de yaşanması gerekirdi.

Dikkat ediyorum, iki gündür tartışmaların odağında yer alan kavram şu: Eğer cumhuriyetin niteliklerini düzenleyen madde, değiştirilebilir bir madde haline getirilirse, acaba Türkiye şeriat yönetimine doğru yol alır mı, Türkiye'de İran benzeri bir yönetim kurulur mu? Öncelikle şunu söyleyeyim; bu fikri savunan, TÜSİAD raporunu hazırlayan bizler, hepimiz laiklikle demokrasi arasında kuvvetli, mutlak bir ilişki olduğuna inanıyoruz. Laik olmayan bir demokrasi düşünülemez. Çünkü demokrasinin önemli unsurlarından biri, kişilerin inançlarıyla ilgili hür bırakılabilmeleridir. Diledikleri inancı seçmeleri, onun ibadetini yapabilmeleri, hatta inançsız da olabilmeleridir. Çünkü inançsızlık da bir inanç türüdür. Dolayısıyla biz tüm bu üyeler laiklikle demokrasi arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğuna inanıyoruz. Haliyle biz değiştirilemez maddelerin kapsamı daraltılmalıdır derken, elbette birilerinin kastettiği gibi, Türkiye'de şeriat yönetiminin kurulmasına zemin hazırlama çabası içinde değiliz. Bu tür eleştiriler çok haksız, çok insafsız olur. İkincisi, hazırladığımız raporun temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümüne baktığınız zaman, şunu açık olarak görebilirsiniz: Temel haklar ve hürriyetler sisteminin, mutlaka Türkiye'nin üyesi bulunduğu BM ve Avrupa Konseyi belgelerine uygun hale getirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu ne anlama geliyor? Türkiye'nin BM ve Avrupa Konseyi bünyesinde akdettiği bütün insan haklarını korumaya yönelik anlaşmalar bu yeni anayasa düzeninin bir parçası olmalıdır. Herhalde insaf sahibi bir insan şunu kolaylıkla anlayabilir, BM ve Avrupa Konseyi bünyesindeki bu anlaşmaların tümü, laik ve demokratik değerler üzerine kuruludur. Haliyle insan hakları sisteminin bu anlaşmalara uygun olması gerektiğini savunan bir ekip, elbette Türkiye'de şeriat yönetimini kurmayı amaçlıyor olamaz.

Nihayet en önemlisi, korkularımızın odağında komşumuz İran'ın içinde bulunduğu rejim türü var. Elbette öyle bir rejimin Türkiye'de kurulmasını hiçbirimiz arzu etmiyoruz. Ama rasyonel düşünmemiz gerekiyor. İran'da şeriat yönetiminin kurulmasının nedeni, anayasalarındaki zafiyet miydi? Anayasalarındaki bazı hükümlerin eksik olması mıydı? O yönetimin kurulmasının sebebi İran'ın o gün içinde bulunduğu tarihi, siyasi ve sosyolojik koşullar, böyle bir yönetim türünün kurulmasına zemin hazırlamıştır. Haliyle, eğer bir ülkede bu tür sosyolojik şartlar varsa böyle bir fiili güç varsa, hiçbir anayasa hükmü zaten böyle bir rejim değişikliğini önleme gücüne sahip değildir. Dolayısıyla İran'da da bu rejimin kurulmasının sebebi, anayasa hükümlerindeki zafiyet değildir.

Ve nihayet bir son nokta; bugün anayasamızın ilk üç maddesinin değişmezliği yönünde bir kural var 4. maddede. Ama biliyorsunuz 4. maddenin kendisi değiştirilebilir bir madde. Dolayısıyla eğer bugün bazı çevrelerin üzerinde durdukları korkuların haklı ve maddi bir temeli olsaydı; şeriat yönetimi kurmayı arzu edenler 4. maddeyi değiştirirlerdi, ardından 2. maddeyi değiştirip hedeflerine ulaşabilirlerdi. Haliyle bence Türkiye maalesef havanda su dövüyor. Yapılan birçok değerli bilimsel araştırma, şeriat yönetiminin kurulması yönünde bir güçlü arzunun olmadığını bize gösteriyor. Mesela TESEV bünyesinde yapılan araştırmalar var, çok değerli iki akademisyenin yaptığı; Binnaz Toprak ve Ali Çarkoğlu. Bu araştırmayı yapanlar, deneklere böyle bir soru yöneltmiştir. Sadece deneklerden yüzde 9'u Türkiye'de şeriatı arzu ettiklerini beyan etmişlerdir.

Ben Türkiye'nin laik değerlerinin kökleşmiş olduğuna inanıyorum. Türkiye'nin laikleşme süreci üstelik zannedildiği gibi cumhuriyetle başlamış bir süreç değil, kökleri Tanzimat'a kadar uzanan bir süreç. Yani 200 yıllık bir mazisi var ve en mühimi de dindar olmakla şeriatı arzu etmek arasında bir bağ yok. Kişiler kendi bireysel hayatlarında dindar ve muhafazakâr olabilirler, ama devletin yönetimi konusunda laik değerleri paylaşabilirler.

Bugün Türkiye'deki korkuların asıl sebebi şudur: Göç olgusu bugüne kadar kentlerde alışık olmadığımız tarzda bir görüntü yaratmıştır. Evvelce kırsal kesimde yaşayan, muhafazakâr geleneksel değerlere bağlı olan vatandaşlarımız bugün büyük kentlerde, sosyal hayatın, toplumun her kesiminde yer almakta. Böyle olunca da biz evvelce alışık olmadığımız oranda dini simgeyle karşı karşıyayayız. Çok sayıda türbanlı vatandaşımızı görebiliyoruz. Bazı çevreler türbanlı kişilerin sayılarının artmasını Türkiye'de şeriatın geleceği yolunda bir karine gibi değerlendiriyorlar. Bu vatandaşlarımız evvelce de Türkiye'de yaşıyordu. Ama büyük kentlerde yaşamıyorlardı. Bu tür vatandaşlarımıza karşı haksız bir itham, onlar bireysel tercihleri bakımından dindar kişiler. Ama onların aynı zamanda şeriatı arzu ettiklerini söylemek bana kalırsa tam bir önyargı. Türkiye'nin demokratikleşmesinin, yeni bir anayasa yapmasının önündeki asıl engel de bence bu korkular. Birbirimizi tanımıyoruz, birbirimize güvenmiyoruz, güvensizliklerimiz, endişelerimiz, korkularımız demokratikleşmeyi engelliyor. Bir taraftan bölüneceğiz korkusu, bir taraftan şeriata sürükleneceğiz korkusu Türkiye'yi adeta hareketsiz kılmış durumda. O yüzden önce birbirimizi tanımalıyız, daha sonra korkularımızı yenmemiz kolaylaşacaktır. Korkularımızı yenince, zaten anayasa yapmanın engelleri de ortadan kalkacaktır.

Prof. Özbudun: Üç maddeyi 5 general koydu

ANAYASA HUKUKÇUSU PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL
"Bu anayasa benim ihtiyacımı karşılıyor"

Anayasanın ilk 3 maddesini değiştirmek gerekli mi, değiştirilebilir mi? Bunu değiştirmek isteyenlere, TÜSİAD'cılara sormak lâzım. Neye karşı geliyormuş? İhtiyaçları neymiş de karşılamıyormuş? Benim ihtiyacımı karşılıyor. Benim ihtiyacım ulus devlet. Benim ihtiyacım cumhuriyet. Onların hangi ihtiyacına eksik geliyor bu anayasa, sormak lâzım. Tartışmaya açılacak bir sürü konu varken buradan başlamak pek sağlıklı değil. Anayasada üzerinde oynanacak bazı şeyler var ama bunlar değil. Esası bozulmadan yapısı düzeltebilecek dayanışma vs. gibi laflar var. Onlar gereksiz olabilir. Ama özü muhafaza edilmelidir.

 

ESKİ ADALET BAKANI ANAYASA HUKUKÇUSU PROF. DR. HİKMET SAMİ TÜRK
"Devletin temelini oluşturan kurallar değiştirilemez"

Anayasada nitelikleri temelinden değiştirmeden ifade değişikliği yapılabilir mi? Bu yapılabilir. Ama nasıl? 1. madde zaten değiştirilemez. 2. maddedeyse bazı nitelikler daha çok genel ifade çizer biçimde. “Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” gibi ifadeler daha çok bir çerçeve çiziyor. Bu ifadeler çıkarılabilir. Yeni anaysa yapılacaksa bu şekilde 2. madde "Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" şeklinde düzenlenebilir. 3. maddede yapılabilecek tek değişiklikse resmi dilin Türkçe olduğu konusu. Bunu metne de alabiliriz. Böylelikle Kanuni Esasi'den beri gelen bir anayasa hükmü, açık ifadesini bulmuş olur. Türkçe için resmi dil hep denmişti ama 82 Anayasası yapılırken kenar başlığına konmuştu bu ifade. Şimdi açıklık sağlamak açısından resmi dil Türkçe'dir ifadesi metne konabilir.

Ama bu nitelikleri anayasada hiç belirtmeyelim denilirse Türkiye Cumhuriyeti İslam Cumhuriyeti haline getirme konusunda hiçbir hukuki engel kalmaz. Türkiye Cumhuriyeti bir İslam Cumhuriyeti değildir. Bazı ülkeler gibi Halk Cumhuriyeti de değildir. Nitelikleri anayasada belirtilen bir cumhuriyettir. Niteliği olmayan, sadece çerçeve çizen genel ifadeler yeni anayasa yapılırken kaldırılabilir. Bu, nitelikte değişiklik anlamına gelmez. Ama onun dışında hiçbir şeye dokunulmamalıdır. Her devletin bir kimliği vardır. Laiklik, milliyetçilik gibi ilkeler uzun mücadeleler sonunda ortaya çıkmış ilkeler. 1876'dan beri her devlette bu nitelikler daha fazla güvence altına alınmıştır. Gelecek kuşakları neden bağlıyorlar diyorlar, Türkiye Cumhuriyeti burada düşünülebilen, ulaşılabilen niteliklere sahip bir Cumhuriyet olmayı amaçlıyor. Bu temel ilkeler değiştirildiği takdirde tabii ki zarar gelir. Laiklik vs. gibi ilkeleri değiştirirseniz İran'dan Pakistan'dan farkımız kalmaz. Şimdi mollalardan icazet alıyorlar. Bu yönetmelik değil, anayasa. Bütün maddeleri değiştirirsiniz ama devletin temelini oluşturan kuralları değiştiremezsiniz.

 Kılıçdaroğlu, TÜSİAD'ın anayasa teklifine karşı çıktı

DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. FAZIL HÜSNÜ ERDEM
"'Milleti ile bölünmez bütünlük' ifadesi kaldırılabilir"

Eğer yeni bir anayasa yapılacaksa ilk üç maddenin düzenleme alanına giren konularda da yepyeni bir düzenleme yapma yoluna gidilebilir. Bunda herhangi bir beis yok. Bunun ötesinde, eğer anayasada değişiklik yapılması yoluna gidilecekse bu ayrı olur. Ama eğer yeni bir anayasa yapılacaksa elbetteki değişiklik yapılabilir.

Bu maddelerin özüne ya da bunların koruduğu değerlere bakıldığında bir problem olduğunu zannetmiyorum. Mesela birinci madde "Türkiye Devleti bir Cumhuriyet'tir" diyor. Bunda bir mutabakat söz konusu. İkinci maddede insan haklarına saygılı devlet anlayışını sınırlayan birtakım ifadeler var. Bu kavramlar çıkarılabilir. Ama bunun dışında temel ilkeler, demokratik devlettir, laik devlettir, sosyal devlettir, hukuk devletidir, insan haklarına dayalı devlettir bunlar evrensel siyasi-hukuki değerlerdir. Dolayısıyla bunlarda herhangi bir değişikliğe gitme gereği yok, kaldı ki buna yönelik bir talep de söz konusu değil.

 Oktay Vural: "TÜSİAD'ın anayasası ısmarlama"

3. maddede 'Türkiye Devleti ülkesiyle, milletiyle bölünmez bir bütündür' deniyor. Aslında ülkesi ile bölünmez bütünlük ilkesi ya da toprak bütünlüğü ilkesi evrensel hukuk tarafından konulan bir değer. Ama milletin de bölünmez bütünlüğü ilkesine ilişkin tartışma söz konusu. Evrensel hukuka ya da Avrupa hukukuna baktığımızda, 'milleti ile bölünmez bütünlük' korunan bir hukuki değer olarak kabul edilmiyor. Ama birçok devletin anayasasında da bu mevcuttur. Bizde 'milleti ile bölünmez bütünlük' ilkesi homojen toplum tasarımının bir parçası olarak algılanıyor. Karşımızdakini reddeden, inkâr eden bir anlayışa referans oluşturuyor. Dolayısıyla yeni anayasada bu ifadenin yer almaması daha doğru olur. Ama onun dışında 'resmi dilin Türkçe olduğu, bayrağın şekli, İstiklâl Marşı, başkentin Ankara olduğu'na ilişkin de toplumda çok yüksek oranda bir mutabakat var. Hatta bunlar olmasın diyen herhangi bir kesimin var olduğunu da zannetmiyoruz, en azından bugüne kadar işitmedik. Bu ilk üç maddeye ilişkin bir revizyona gidilmesi, gözden geçirilmesi doğru olur diye düşünüyorum.



Habertürk