Cumhuriyet’ten Alican Uludağ'ın haberine göre; Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, KHK’lardaki antidemokratik uygulamalara dikkat çeken Canduran, Irak’ta yargılanan ve “adalet” isteyen Saddam’a, yargıcın “Senin yazdığın kanunlarla seni yargılıyorum” dediğini anımsattı, “Hukuk, yönetenlere de bir gün lazım olabilir. Aynı hukuk onlara uygulandığında sakın onlar çıkıp hak ve adalet istiyoruz diye bağırmasınlar” diye konuştu.

KHK’lar ile baskılar arttı: 15 Temmuz darbe girişimi hepimizin tehlikede kaldığı bir dönemdi. İlk anda sert önlemlerin olması çok doğaldı. Bu darbe girişiminin bir an önce ortadan kaldırılması ve ülkenin normalleşmesi gerekiyordu. Ancak bir süre sonra KHK’lerin getirdiği baskılar artmaya başladı. Ne yazık ki Bakanlar Kurulu, hayatı ve OHAL dışındaki sistemi kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye başladı. Bazı KHK’ler ile gözaltı süreleri uzatıldı, avukatların savunma hakları kısıtlandı, insan haklarına, mahkeme kararları olmadan ağır müeyyideler getirilmeye başlandı. Kamudan sebepsiz yere, haklarında hiçbir araştırma yapılmadan çalışanlar atılmaya başlandı. KHK’ler amacı dışına çıkıp muhalifleri kapsadı, gazeteciler tutuklandı, muhalif öğretim üyeleri meslekten atıldı.

AYM yolu açtı: AYM, kanun hükmünde kararnamelere ilişkin 1990-1991 yılında verdiği içtihadından dönerek şekli bir yorum yaptı. KHK neyi düzenlerse düzenlesin anayasa yargısı dışındadır, diye akla mantığa aykırı bir karar verdi. Böylece Türkiye’de birtakım şeyler ülkede ters gitmeye başladı. İktidar daha rahat hareket etmeye başladı. Böylece bir adalet arayışı gerekliliği başladı.

Baskıcı rejimde yaşıyoruz: Ancak görünen o ki hükümet, OHAL ve KHK’ler ile ülke yönetmeyi pek bir sevdi. Parlamenter düzende ülke yönetmek çok kolay değil. Yasa çıkarmak istediğinizde Meclis’te tartışmak zorundasınız. Ancak KHK öyle değil ki, Bakanlar Kurulu bir araya geliyor ve içine ne yazarsanız kanun hükmünde oluyor. Böyle ülke yönetmek çok kolay. Bu yönetimin neredesinde demokrasi var? Hiçbir yerinde. Ben 550 vekilin buna isyan etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama sesleri çıkmıyor. Bu şekilde baskıcı rejim ile ülke yönetmek dünyanın en kolay işi. Ama bir süre sonra bunun mahsurları da ortaya çıkacak. Görüyorsunuz AB bazı tedbirler aldı. Türkiye adım adım faşizme yürüyor. Avrupa da bu olayın farkında. Bir an önce Türkiye’nin demokratik parlamenter sisteme girmesi için baskı aracı olarak kullanıyor.

OHAL ile yol temizliği yapılıyor: 2019’da yapılacak başkanlık seçimi. Bu baskıcı, hiçbir güçler ayrılığına dayanmayan, tamamı tek elde toplanmış bir baskıcı rejim olarak görüyorum. Evet bir yandan bakıyorsunuz. Seçimler bunun için önceye alınmıyor. Ön temizlik yapılsın, tertemiz bir bahçede başkanlık yarışı yapılsın isteniyor olabilir.

Partili yargıçlar çıktı: HSK’nin son kararnamesi hoş değil. Bir kere kendine muhalif tüm hâkimleri, özellikle Yargıçlar Sendikası üyelerini farklı yere göndermesi, kendisinin düşünceleri, siyaseti çerçevesinde hareket etmeyen yargıçları başka illere göndermesi, bizim tezimizin ne kadar doğru olduğunu ortaya koydu. Biz en başında HSK’nin yapılanmasında siyasi ilinti kurulmamasını söyledik. Ama hükümet sağcılar solcular diye parça parça yaptı. İktidarınız süresinde siz kendi adamlarını merkezde tutup, size muhalif olanları sürüyorsunuz. Yarın hükümet değiştiğinde bu sefer diğer siyasi görüştekiler tersini yapacak mı? Bu bir nevi parti üyeliğine döndü. Parti sempatizanlığına döndü. Bu hükümet gelene kadar yargıda siyaset konuşulmazdı. Hiçbir avukat, hâkimlerin hangi siyasi görüşte olduğunu bilemezdi. Ancak bu hükümetle birlikte partili hâkim ve savcılar türedi. Adaletin, hak ve hukukun partisi, siyasi görüşü, mezhebi, tarafı olmaz. Adalet tek bir kavramdır. Bu kavramın içinde siyasi nitelenmeler olmaz.

Cumhurbaşkanı yargıç gibi davranıyor: (Erdoğan’ın Demirtaş’a terörist demesi) Güçler ayrılığından vazgeçip güçler birliğine gelirseniz siz kendinizi yargıç yerine koyarsanız. Bir cumhurbaşkanı gibi değil bir yargıç gibi davranırsınız. Çünkü o yargıçları siz atıyorsunuz ve ne karar vereceklerine siz bir anlamda yön verebiliyorsunuz. Böyle olunca istediğinizi terörist, istediğinizi vatandaş ilan edebiliyorsunuz. İçişleri Bakanı, Nuriye ve Semih için gazeteye ilan veren 111 aydını teröristlere yardım ve yataklıkla suçladı. 111 kişi içinde ben de vardım. Biz terörist değiliz. Hangi mahkeme kararı var? Hangi örgüte yardım yapmışız, İçişleri Bakanı çıkıp açıklasın. Nuriye ve Semih’in terörist olduğuna ilişkin mahkeme kararlarını göstersin. Oysa Türk Ceza Kanunu’nu bir kere okusalar, kesin hüküm verilene kadar her sanık masumdur, hiçbir şekilde suçlanamaz, lekelenemez.

Saddam’ı kendi yasaları yargıladı: Bu aşamada hükümetten bir şey beklemek çok doğru değil. Halkı bilgilendirmek ve parlamenter düzene tekrar dönmek, OHAL’in kalkması, KHK’ler ile ülkenin yönetilmesinden vazgeçilmesi halinde bekli Türkiye yaralarını sarabilecektir. Çünkü günden güne hukukta bir yozlaşma söz konusu. Mahkemelerin verdiği kararların adil olmadığı yönünde bir çok insanın inancı artmakta. Bugün adil olmayan bir tavır ve hareketler yarın hükümetleri zor durumda bırakabilir. Şunu kimse unutmasın. Geçende çok güzel bir resim gördüm. Saddam kendisini yargılayan yargıca, aynen şöyle söylüyor: “Adalet istiyorum”. Yargıç da şunu söylüyor: Senin yazdığın kanunlarla seni yargılıyorum.” Yani kimse şunu unutmasın. Bugün hukuk yönetenlere de bir gün lazım olabilir. Aynı hukuk onlara uygulandığında sakın onlar çıkıp hak ve adalet istiyoruz diye bağırmasınlar. O yüzden daha hukuka uygun davranışlar istiyoruz.

Ülkenin en büyük sorunu adalet

Sayın Kılıçdaroğlu, Gandi benzeri yürüyüşle adalet aramakta çok haklıydı. Bu ülkenin en büyük sorunu Adalet Yürüyüşü’dür. Bu ülkede adalet tecellisinde bazı sıkıntılar var. 16 Nisan referundumuyla HSK’nin hemen hemen tüm üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından seçilmeye başlandı. Anayasa Mahkemesi keza öyle. Yani böyle bir durumda yargı tekleşti. Bizim kuvvetler ayrılığı dediğimiz yargı, yasama, yürütme ayrı güçler olması gerekirken, artık tek elde birleşen bir güç haline gelmeye başladı. Güçlerin tek bir elde toplanması anayasa yargısını ve anayasayı ortadan kaldırdı. Bugün Türkiye’de artık Türkiye Cumhuriyeti anayasası kullanılmamaktadır. YSK, 16 Nisan’da hükümetin yani “evet”in lehine karar alarak seçimin şaibe ile bitirilmesine neden oldu. Böyle bir Türkiye’de Adalet Yürüyüşü çok normaldir. Keşke bu yürüyüş 16 Nisan’da başlasaydı. Umuyorum hükümet biraz daha basiretli bakarak tüm kesimleri bir araya getirmeye çalışır, OHAL’i kaldırıp ülkenin Meclis tarafından yönetilmesini sağlar.