Törene, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Başbakan Yardımcıları Bekir Bozdağ ve Fikri Işık, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, eski TBMM Başkanları Bülent Arınç ve Cemil Çiçek, Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven, Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç, HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile yargı mensupları, Venedik Komisyonu Başkanı Gianni Buquicchio, 20 ülkeden Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri katıldı. 

Törende Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü dolayısıyla hazırlanan tanıtım filminde, bireysel başvurunun 5 yılı anlatıldı. 

Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan, yaptığı açış konuşmasında, bu yıl düzenlenen sempozyumun konusunu, bireysel başvurunun beşinci yılının değerlendirilmesi olarak belirlediklerini, bireysel başvuru uygulamasını bütün boyutlarıyla ele alarak 5 yıllık tecrübenin muhasebesini yapacaklarını söyledi. 

Konuşmasında, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarının bağlayıcılığı ve icrası üzerinde durmak istediğini belirten Arslan, Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararda, Anayasanın 153. maddesini yorumlandığını kaydetti. 

Bu madde uyarınca, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığını Mahkemenin bir kez daha tespit ettiğini vurgulayan Arslan, "Buradaki en önemli nokta, Anayasa Mahkememiz, mahkeme kararlarının genel olarak bağlayıcılığını ifade eden Anayasanın 138. maddesinden farkını ortaya koymuştur. Buradaki temel fark, 153. maddenin, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve idare makamları yanında yargı organlarını da bağladığını ifade etmesidir. Bu da esasen, Anayasanın 11. maddesinin de doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır." diye konuştu. 

Anayasanın 11. maddesinin de Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesini düzenlediğine işaret eden Başkan Arslan, "Bu değerlendirmeler ışığında ve Anayasanın açık hükümleri karşısında Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması söz konusu olamaz. Esasen bireysel başvurunun etkili olması da bir başvuruda ihlal tespit edildiğinde, bu ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına bağlıdır." dedi. 

Başkan Arslan, Anayasa Mahkemesinin, anayasal hak ve hürriyetlerin ihlal edilip edilmediğini denetlerken, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ve onu bağlayıcı olarak yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarını dikkate aldığını da vurguladı. 

Bunun bir tercih olmaktan ziyade, anayasal gereklilik olduğunu söyleyen Arslan, şöyle devam etti:

"Bu anayasal gereklilikler bir yana pratik anlamda da bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü Anayasa koyucu, bu kurumu tam da AİHM'e yapılan bireysel başvuru sayısını ve ihlal sayısını azaltmak için getirmiştir. Dolayısıyla AİHM içtihatlarını dikkate almak, Anayasa Mahkemesi tarafından kaçınılmaz bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Zira tam olarak ifade etmek gerekirse Anayasa koyucu, Strazburg Mahkemesine başvuruları azaltmak ve sorunu milli hukuk içinde çözmek amacıyla bireysel başvuruyu getirmiştir. 5 yılı aşan uygulamada, bu hedefin önemli ölçüde gerçekleştiğini söylememiz mümkündür. Özellikle 15 Temmuz sonrası olağanüstü dönemde 100 bini aşan başvuru bu kurum sayesinde Strazburg'a gitmeden, Anayasa Mahkemesi önünde karara bağlanmış veya derdest durumdadır." 

Zühtü Arslan, bireysel başvurunun, bireylerin uğradıkları hak ihlallerinin, uluslararası mahkemeye gitmeden ülke içinde, milli hukuk çerçevesinde giderilmesini sağlamak suretiyle Türkiye'de demokratik hukuk devletinin gelişimine de önemli bir katkı yaptığını, yapmaya da devam ettiğini aktardı. 

Tüm bu hususların, bireysel başvurunun temel hak ve özgürlüklerin korunması bakımından Türkiye açısından büyük bir kazanım olduğunu ortaya koyduğuna işaret eden Arslan, "Eminim gelecek nesiller, bu kurumu 2010 yılında anayasal sisteme kazandıranları ve başarılı şekilde uygulanmasında emeği geçenleri şükranla anacaktır." dedi. 

Arslan, anayasa yargısının temelinde anayasanın üstünlüğü ilkesinin yattığını belirterek, bu ilkeye göre, anayasanın normlar piramidinin en tepesinde yer alan bağlayıcı kurallar bütünü olduğunu söyledi.

Üstün ve bağlayıcı kurallar bütünü olarak anayasanın 2 temel işlevi olduğunu dile getiren Arslan, bunlardan birincisinin bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvenceye almak, diğerinin de bu amaçla devlet otoritesinin sınırlarını çizmek olduğunu ifade etti.

Arslan, toplum sözleşmesi olarak da nitelendirilen anayasaların bu 2 işlevi gereği gibi yerine getirebilmeleri için her şeyden önce yargının, yasama ve yürütme karşısında bağımsız ve tarafsız olması gerektiğini kaydetti.

Yargının siyasetin de alanını oluşturan yasama ve yürütmeyle ilişkisinin hayati önem taşıdığını vurgulayan Arslan, yargı-siyaset ilişkisinin sağlıklı zeminde kurulması ve sürdürülmesinin bir yandan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasını, diğer yandan da yargının anayasal ve yasal sınırları içinde kalarak yerindelik denetimi ve yargısal aktivizmden kaçınmasını gerekli kıldığını anlattı.

Anayasaların temel hakları koruma ve bu amaçla devlet otoritesini sınırlandırma işlevinin anayasanın üstünlüğü ilkesiyle de birleşerek bir adım sonra anayasa yargısını ortaya çıkardığını bildiren Arslan, tarihsel olarak bakıldığında anayasa mahkemelerinin kurulması ve yaygınlaşmasının büyük ölçüde 2. Dünya Savaşı sonrasına rastladığını, bu gelişmenin arkasında savaş öncesi ve sırasındaki yoğun ve sistematik hak ihlallerinin yattığını belirtti.

Arslan, Türk Anayasa Mahkemesinin farklı bir tarihsel bağlamda, farklı misyonla kurulmuş olsa da anayasa ile kendisine verilen görevleri bağlamında varlık nedeninin bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak olduğunu dile getirdi.

Bireysel başvurunun, anayasa yargısında yeni bir dönemi başlattığını söyleyen Arslan, Anayasa Mahkemesinin, bu yeni dönemde temel hak ve özgürlükleri esas alan ve devleti yaşatmanın yolunun insanı yaşatmaktan geçtiğini savunan hak eksenli bir yaklaşımı benimsediğini ifade etti.

Bu durumun, anayasa koyucunun da iradesinin bir yansıması olduğuna dikkati çeken Arslan, 148. maddenin gerekçesi, 2010 anayasa değişikliklerine ilişkin anayasa komisyonu raporuna bakıldığında tam da bu nedenle bireysel başvurunun getirildiğinin görüleceğini söyledi. Arslan, "Bugün geldiğimiz noktada memnuniyetle ifade etmek isterim ki bireysel başvuru, anayasa koyucunun belirlediği istikamette özgürlükçü bir paradigmanın temel aracı haline gelmiştir. Mahkememiz, olağanüstü hal şartlarında da hak eksenli yaklaşımla kararlar vermeye devam etmiş ve olağanüstü halin getirdiği aşırı başvuru sayısını da yönetilebilir bir düzeye çekmiştir." diye konuştu.

Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin 20 Haziran 2017 öncü kararında olağanüstü dönemde yapılan bireysel başvuruların nasıl ele alınacağını, bunların nasıl değerlendirileceğini belirlediğini, konuya ilişkin ilke ve esaslara işaret ettiğini kaydeden Arslan, böylece Anayasa Mahkemesinin ilk kez olağanüstü dönemlerde bireysel başvuru hukukunun temel parametrelerini belirlediğini, bu ilkeleri daha sonra tutuklu hakim ve savcılar, gazeteciler ve diğer meslek gruplarıyla ilgili başvurularda geliştirerek öncü kararlarını önemli ölçüde tamamladığını anlattı.

OHAL dönemindeki başvuruların yüzde 86'sı karara bağlandı

Anayasa Mahkemesine başvuru sayısının geçen yıl bu zamanlar 100 bini aştığını anımsatan Arslan, "15 Temmuz sonrasında olağanüstü bir çabayla yaklaşık 120 bin başvurudan, 103 bin kadarını sonuçlandırmıştır. Böylece olağanüstü hal döneminde şu ana kadar yapılan başvuruların yüzde 86'sı karara bağlanmıştır. Halihazırda mahkememizin önünde 39 bin 342 başvuru bulunmakta olup bunların 9 bin kadarı olağanüstü dönem tedbirlerine ilişkindir." dedi.

Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararlarının büyük bölümünün adil yargılama hakkına ilişkin olduğuna işaret eden Arslan, bireysel başvurunun uzun vadede etkili olabilmesinin yargı sisteminin etkili şekilde çalışmasına bağlı olduğunu söyledi.

Zühtü Arslan, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrasında yargının karşı karşıya kaldığı tüm zorluk ve travmalara rağmen genelde yargı sisteminin özelde de bireysel başvuru sisteminin işlemesinin başlı başına değerli olduğunu vurgulayarak, "Hiç kuşkusuz, diğer kurumlarda olduğu gibi yargıda da hatalı kararlar verilebilir ancak bunlar yargı sistemi içinde düzeltilecektir, nitekim düzeltilmektedir." değerlendirmesinde bulundu. (AA)