Hakan Canduran, Ankara Barosu ve Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği tarafından düzenlenen OHAL Uygulamaları Paneli'nde beş ayını doldurmak üzere olan OHAL'i değerlendirdi. Canduran, şunları söyledi:

"Türkiye'nin darbe pratiklerinin bize defalarca gösterdiği gibi darbeler, başarılamazlarsa ancak suç oluyor.

Başarısız olan 15 Temmuz girişimi de mevcut yasalarımıza göre bir suçtu ve 15 Temmuz sonrası yapılması gereken ilk iş, girişimin faili olan Fethullahçı Terör Örgütü'nden hesap sormak; bu karanlık örgütü, yuvalandığı devletten söküp atmaktı.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti de bunu başarabilmek adına Milli Güvenlik Kurulu'nun tavsiyesi üzerine 21 Temmuz'da Olağanüstü Hal'i ilan etti. Üç ay yetmemiş olacak ki 21 Ekim'de üç ay daha eklendi. Zannediyorum en az bir üç ay daha uzayacak; sonrası meçhul.

Ankara Barosu olarak, ilan edildiğinde OHAL'i, devletin kılcal damarlarına sızan bu karanlık yapının temizlenmesi gibi meşru bir amaca hizmet edeceğini düşünüp istisnai ve geçici bir önlem olarak gördük. Ve bu süreçte yasaların bize verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmeye çalıştık. Bastırılan darbe girişiminin ardından başlatılan hukuki süreci koordine etmek için Kriz ve Koordinasyon Merkezi kurduk.

OHAL uygulamalarının hak ihlaline dönüşmemesi için canla başla çalışırken; hükümetin Olağanüstü Hal Kararnamesi çıkarma yetkisini savunmayı devre dışı bırakarak hak ihlallerini sistematikleştirmek ve Meclis'i devre dışı bırakarak devleti yeniden yapılandırmak için kullandığını fark ettik.

İzin verirseniz; doğrudan savunmayı ilgilendiren 667, 668 ve 676 sayılı KHK'ların biz avukatları karşı karşıya bıraktığı tablodan kısaca özet geçmek istiyorum:

Artık tutukluların avukatları ile yaptığı görüşmeler, teknik cihazlarla sesli ve görüntülü olarak kaydedilmekte.

Tutuklu ile avukatının yaptığı görüşmeyi izlemek amacıyla bir personel hazır bulundurulmakta.

Tutuklunun avukatına, avukatın tutukluya vereceği her türlü belge veya belge örneklerine el konulabilmekte.

Cezaevlerinde avukatlara özgü ziyaret gün ve saatleri, her bir tutuklu için haftanın belirli gün ve saati ile sınırlanabilmekte.

Avukat büroları, hakim kararı olmaksızın savcı kararı ile aranabilmekte. Savcının katılımı olmaksızın arama ve el koyma yapılabilmekte. Bürolarda bulunan avukatın başka müvekkillerine ait belgelere -itiraz dahi olsa- el konulup götürülebilmekte.

Müdafiin dosya içeriğini inceleme ve belgelerden örnek alma yetkisi, savcı kararıyla da kısıtlanabilmekte.

Gözaltındaki şüphelinin müdafii ile görüşmesi, yine savcı kararıyla belli süreyle engellenebilmekte.

Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen kovuşturmalarda en çok 3 avukatın hazır bulundurulması söz konusu.

Sanığın duruşmaya getirerek hazır ettiği tanığın, "davayı uzatma amacı taşıdığı" gerekçesiyle dinlenmemesi söz konusu.

Hükümlülerin avukatlarıyla görüşmelerinin 6 ay süreyle engellenebileceği de söz konusu.

Ankara Barosu olarak, doğrudan savunma hakkını kısıtlayan ve OHAL sonrasında da sürecek şekilde formüle edilen bu düzenlemeleri kabul etmemiz mümkün değildir.

Bu düzenlemelerle ilgili itirazlarımızı, bir gazete ilanıyla kamuoyunun ve ilgililerin dikkatine sunduk. Bununla da yetinmeyip 676 Sayılı KHK'nın savunma hakkına getirdiği kısıtlamalar için Anayasa Mahkemesi'ne Ankara Barosu adına bireysel başvuruda bulunduk. Ancak başvurumuzdan birkaç gün sonra Anayasa Mahkemesi'nden 'tedbir talebiniz yerinde görülmediğinden reddedilmiştir' diye bir tebligat aldık. Oysa bizim herhangi bir tedbir talebimiz yoktu. Yani yazdığımız dilekçeye bakmamışlar bile. Şimdi 676 sayılı KHK'yı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürmeye hazırlanıyoruz.

Sözlerimi bitirmeden önce altını çizmez gereken birkaç husus var:

Ankara Barosu olarak, kim tarafından kime karşı yapılırsa yapılsın her türlü darbe, darbe girişimi ve kalkışmanın karşısındayız.

Ancak insan hakları, hukuki güvenlik ilkesi, hak arama hürriyeti, savunma ve adil yargılanma hakkı ihlallerinin de karşısındayız.

Sıfatı ve konumu ne olursa olsun darbe teşebbüsüne bulaşan herkesin, at izi it izine karıştırılmadan, kurunun yanında yaşın da yanmasına izin vermeden, evrensel hukuk kuralları içerisinde ve adil bir yargılama sonunda en ağır cezalara çarptırılması gerektiğini savunuyoruz.

Fakat ne yazık ki istisnai ve geçici olması gereken OHAL'in genel geçer ve kalıcı olmaya başladığını görüyoruz.

Türkiye'nin 15 Temmuz öncesindeki olağan hukuk sistemi de arızalıydı. Ama inanın; 'olağanüstünü' gördükten sonra 'olağanı' mumla arıyoruz.

Türkiye'nin en kısa sürede olağana dönmesi ümidiyle hepinize saygılarımı sunuyorum."

hukukihaber.net