Konferansa, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Uygun, Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Şule Özsoy Boyunsuz konuşmacı olarak katıldılar.

Baro Başkanı Mengücek Gazi Çıtırık, Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğünün bütün gelişmelere rağmen hala yeterince işletilemediğini söyleyerek, gazetecilik faaliyetinden dolayı 78 gazetecinin tutuklu olduğunu belirtti. Av. Çıtırık, “Biz, gözaltında kayıpların, faili meçhul cinayetlerin, işkencelerin olmadığı, ‘Cumartesi Annelerinin’ olmadığı bir ülkeyi hayal etmekteyiz” dedi.

Baro Başkanı Av. Çıtırık, daha sonra şunları söyledi:

“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, teknik hukuk yönünden tavsiye nitelinde kararlardır. Bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Ancak, 360’ın üzerinde dile çevrilerek yayımlanmasından ötürü, birden çok  AİHS ve ABD İnsan Hakları Sözleşmesinin giriş bölümlerinde yer alması, aynı zamanda yayınlandığı dönemlerden sonraki dönemlerdeki yapılan anayasalarda yer almasından ötürü de dünya insan hakları kavramının gelişmesi, korunması ve tanınması anlamında önemli bir bildirge mahiyetindedir. 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ve okullarda okutulması ve yaygınlaşması hususunda da hükümetler bir şeyler yapmışlardır. Ancak, gelinen noktada insanların özgürleşemediği, devletlerin insan hak ve özgürlüklerini yeterince tanımadığı, çeşitli bahanelerle kısıtladığı, iç hukuka yansıtılmadığı bir dönemden geçmekteyiz. Aynı zamanda özellikle 11 Eylül’den sonra işleyen süreçte artık güvenlik bahane edilerek de özgürlüklerin engellendiği bir gerçektir. Dünyada yoksulluk ve açlıkta artmaya devam ediyor. Bölgesel eşitsizlikler de devam etmektedir. Zulüm ve baskıya karşı en son çare olan ayaklanma zorunda kalınmaması için insan haklarının, hukuk değeriyle korunması güdülerek İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hazırlanmıştır. Tabi bu süreç içerisinde ülkemize de bakıldığında maalesef insan haklarındaki bu kadar kazanımlara rağmen halen ifade ve basın özgürlüğünün yeterince işletilememektedir. Bir ülkede ifade ve basın özgürlüğünün yeterince işletilmesi demokrasinin en önemli göstergelerinden biri olmasına rağmen, sadece gazetecilik faaliyetinden dolayı 78 gazetecinin tutuklu olduğu artık Avrupa gözlemcileriyle, basın komitesinin yayımlamış olduğu raporlarla bilinen bir gerçektir. Parasız eğitimi dile getirdikleri için 2800’ün üzerinde öğrencinin tutuklu olduğu da bilinen gerçekliktir. 2011 yılında yapılan genel seçimler sonrasında 8 milletvekili BM Medeni ve Siyasi Haklar 25. Maddesinde güvence altına alınmış olan devletlerin yurttaşlarının siyasi haklarını kullanma ve katılım hakkını düzenleme yükümlülüğüne rağmen parlamenterlik sıfatını yerine getirememektedirler. Biz, gözaltında kayıpların, faili meçhul cinayetlerin, işkencelerin olmadığı, ‘Cumartesi Annelerinin’ olmadığı bir ülkeyi hayal etmekteyiz. Bu duygu ve düşüncelerle 10 Aralık İnsan Hakları ve Evrensel Bildirgenin Kabul edilişinin  64. Yıldönümünü en içten dileklerimle kutluyorum. Eşitliğin, kardeşliğin egemen olduğu bir dünya ve Türkiye özlemiyle, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.” 




 “Yeni anayasanın merkezi 'hak ve özgürlükler' olmalı”

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, yeni yapılacak anayasada temel hak ve özgürlüklerin merkezi bir yer tutması gerektiğini söyledi. Doç. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, yeni anayasada temel hak ve özgürlükler gelişiminin felsefesini doğru oturtmak, yani özgürlükler sorununa doğru yerden yaklaşmak gerektiğini söyledi. 1982 Anayasası'nın problemli alanlarının başında özgürlükler felsefesinin geldiğine vurgu yapan Boyunsuz, "Teknik hukuka, mahkemelerin uygulamalarına ve temel hakların yaşama geçilmesine ilişkin sorunlarımız var. Bunun yanında doğru konumlandırılmış, doğru pencereden doğru bir felsefe ile oturtulmuş bir anayasa düzenlemesi de korumasız kalırsa hayata geçemeyebilir." dedi. 1982 Anayasası'nın otorite-özgürlük dengesinde otoriteden yana tavır alarak yazılmış bir anayasa olduğunu belirte Doç. Dr. Boyunsuz, "Anayasanın bakış açısı, penceresi, otorite-özgürlük dengesinde otoriteyi güçlendirmektir. Devlet penceresinden bakılarak yazılmıştır. Temel hak ve hürriyetleri hayata geçirmek değil, mümkün olduğu kadar cendereye almak, çok katmanlı bir sınırlama çemberiyle daraltmak ve biraz da özgürlüklerden korkmak üzerine kuruludur. Bu açıdan birçok özgürlük 1982 Anayasası ile 61 Anayasası'nın gerisine düşerek düzenlenmiştir. Bunların başı da sosyal ve ekonomik hak ve özgürlüklerdir. Ama sadece bunlar değil, kişi hak ve özgürlükleri de 1982 Anayasası'nda çok yara almış hak gruplarını oluşturur." diye konuştu. 1995 ve 2001'de yapılan düzenlemelerde kısmen otorite-özgürlük dengesizliğinde oluşan tahribatın giderilmeye çalışıldığını anlatan Boyunsuz, yeni anayasada İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmelerinin standartlarının en azından minimum standart olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade etti. Boyunsuz, Anayasa mahkemesine bireysel başvuru hakkının da işletilmesini ve etkili olmasını umduğunu belirtti.  
 
Prof. Uygun: “Bizde masumiyet karinesi kağıt üstünde kalıyor”

Prof. Dr. Oktay Uygun da, yeni Anayasa’da öncelikle insanlık onuru, adalet, eşitlik, özgürlük, siyasal haklar noktasında düzenlemeler yapılması gerektiğine vurgu yaptı. Prof. Dr. Uygun, “Adalet, masumiyet karinesi anayasanın üstünde bir normdur. Bizim yargıçlarımız bunu yeterince benimseyemediler. Bizde masumiyet karinesi kağıt üstünde kalıyor. Bunu pratiğe aktaracak mekanizmayı koymalıyız. Anayasamıza metin olarak baktığımızda iyi bir metin. Ama uygulama yok. Siyasal haklar konusunda halkın karar alma mekanizmalarına katılım bizde yok. Bir belediye başkanının kötü olduğunu gördüğünüzde o kişi görevine devam edip etmemesini dilekçe toplayıp, referanduma gidilebilmeliyiz. Bu bizim Anayasamızda yok. Bu ciddi ama bu yolun bir şekilde açılması gerekir. Anayasamıza, “Devlet temel hak ve özgürlükleri tehlike altında olan bireyler için koruyucu önlemler almak hakları ihlal eden kamu görevlilerini etkili bir biçimde soruşturmak bir ihlal sonucu doğan maddi ve manevi zararları tazmin etmekle yükümlüdür. “maddesi konulursa iyi olur.” dedi. Prof. Dr. Uygun şöyle devam etti: “Ülkemiz bu kadar şanssız değil ama öyle bir döneme girdik ki eskiden suyumuzu musluktan içerdik, para ödemezdik. Şimdi musluktan su içemiyoruz, suyu satın almalısınız. Bir ücretliyi düşünün zaman zaman bu, asgari ücretin yarısına denk geliyor. Bir insan kazancının yarısını suya ayırırsa nasıl hayatını idame ettirir. İnsan onurunu korumak devletin göreviyse bunu da temin etmek görevidir. Belediyeler insan hayatı için zorunlu olan suyu ücretsiz olarak sağlamak zorunda. Yeni anayasada 'su hakkı' yer almalıdır." Konferansın sonunda, Baro Başkanımız Av. Mengücek Gazi Çıtırık, Doç. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz’a, Yönetim Kurulu Üyemiz Av. A. Faruk Ulaş da Prof. Dr. Oktay Uygun’a teşekkür plaketi takdim etti. Konferansa, çok sayıda meslektaşımız, Mersin Barosu üyeleri ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri de katılmıştır. (hukukihaber.net)