Son birkaç sene içerisinde yaptığı demokratik çıkışlarla gündeme gelen Osman Can'ın 12 Eylül referandumu öncesi Darbe Yargısının Sonu (Timaş Yayınları) adıyla kitabı yayımlandı. Alt başlığında "Karargâh Yargısından Halkın Yargısına" alt başlığı yer alan kitapta, 1930'larda ideolojik temelleri atılan, 27 Mayıs darbesiyle anayasal düzeyde kurumsallaştırılan yargı sistemimizin yapısı ve doğurduğu sonuçlar konu ediliyor. Kitapta "Bu kitap, ortalama okura, topluma, siyasete ara sıra dahi olsa kulak kabartan, yolu bir şekilde adliyeye düşen ve yargının gerçekte ne olduğunu tecrübe eden tüm yurttaşlara hitap ediyor. Çünkü bu satırların yazarı, sözün artık onlarda olduğuna ve "efendiler"in zamanının dolduğuna inanmaktadır." deniliyor.

Osman Can, yargının genç kuşak temsilcilerinden. Akademisyen kimliğinin yanında bürokratik bir deneyime de sahip bir hukukçu doçent. 2002'den beri Anayasa Mahkemesi'nde raportör olarak görev aldı. Can, Aralık 2009'da kurulan "Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği"nin eşbaşkanlığını yürütüyor.

Kitap, Türkiye'de siyasi tarih ve hukuk kültürünün inşası, Türkiye'deki hukuk krizlerine bir çözüm önerisi: Siyaset, her şeyiyle anayasa, HSYK tartışmaları, Türkiye'nin hukuk ve siyaset pratiğinde kadın ve referandumda evet ve 'hayır'ın anlamı üzerine başlıklarından oluşuyor. 190 sayfalık kitap kolay okunur bir dille kaleme alınmış.

Devlet içinde devlet

Türkiye'de ise 1945 sonrasında ne sistem değişti ne de ideolojisi... Aksine 1950-60 arası tecrübeler 27 Mayıs 1960'ta karanlık bir darbenin gerekçesi yapıldı ve sistem, kendini anayasal düzeyde sağlama aldı. Bu sistem, aynı şekilde 1945 öncesi zihin dünyasına sahip bir yargıyı da dokunulmaz kıldı, devlet içinde devlet olarak kalmasını sağladı. 1980 darbesi bunu katmerleştirdi. Yani Avrupa'da lanetlenen, Türkiye'de anayasal düzeyde daha da sağlamlaştırıldı.


İstiklal Mahkemeleri!

Yargının ideolojik oluşum serüveninde istiklal mahkemelerinin de çok önemli bir yeri vardır. Birer terör aygıtından başka bir şey olmayan İstiklal Mahkemeleri, Meclis'te yer alan hızlı ve radikal kişilerden oluşturulmuştur. Kel Ali, Kılıç Ali ve Necip Ali, yani Üç Aliler divanı... Türkiye'yi teröre boğmuş olan bu mahkemelerin yalnızca ismi "mahkeme"ydi. Önce idam edip sonra yargılama yapan mahkemeler... Mete Tunçay'ın tek parti rejimiyle ilgili yazdığı güzel bir kitap vardır: Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması. O kitaba bakıldığında İstiklal Mahkemeleri'ndeki "yargılama"nın "yargılama"yla ilgisinin olmadığı net olarak görülür. Ancak İstiklal Mahkemeleri'nin bir başlangıç olduğunu, bununla yaratılan geleneğin 27 Mayıs yargılamalarında da karşımıza çıktığını görmek zorundayız.

Ergenekon, tanrıların vurulduğu bir dava

Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri (ÖYACM) eliyle, ordu içerisindeki tanrıları hatta yargının içerisindeki bazı tanrıları dahi vurma sürecinin başlatıldığı bir aşamadır. Şimdi ÖYACM kaldırılmalı, tutuklamalar keyfi uygulanmamalı dendiğinde, akla şu sorular haklı olarak geliyor: Normal, çağdaş, evrensel, hukuki değerleri yeni mi hatırladınız? Daha önce neredeydi o referanslarınız? Siz 100 yıllık olağanüstü halin, dolayısıyla tüm antidemokratik siyasal süreçlerin egemeniydiniz. Siz, bu mahkemeler yoluyla milyonlarca insanı kriminalize ettiniz, ötekileştirdiniz. Bu ötekiler, dindarlardır, Sünnilerdir, Alevilerdir, Azerilerdir, Kürtlerdir, solculardır, sosyal demokratlardır, Marksistlerdir, anarşistlerdir, eşcinsellerdir. Herkestir. Bir tek "ben cumhuriyet kadınıyım" veya "ben Atatürk'ün çocuğuyum" diyenler mağduriyet yaşamadı.

Hâkim ve savcılar darbecilerden ne istedi?

Türkiye'de siyasi ideoloji ve yapılanmanın oluşumuna bakıldığında asker ile yargının birlikte hareket ettikleri, birisinin bıraktığı yerde ötekinin görevi devraldığı şeklindeki bir manzara ortaya çıkar. 1980'de askerî darbe gerçekleşir ve hemen peşinden yüksek yargıçlar bu darbeye imza atanları ziyaret eder. "Emirlerinizi yerine getirmeye hazırız" diyerek darbecilere biat edilir, üstelik bunu yapanlar, Hâkimler ve Yüksek Savcılar Kurulu üyeleridir. Yine yüksek yargıçlardan bir grubun darbeci generalleri ziyareti anlatılır. Heyecanla bekleyen ve acaba yargıçlardan olumsuz bir tepki alır mıyım gerginliğini yaşayan generaller, yargıçları kabul ettiklerinde "sizin için ne yapabiliriz?" diye lütfedip sorarlar. Aldıkları cevap ise oldukça rahatlatıcıdır: "Lojmanlarla mahkeme arasında işleyen servis çok eski, acaba yenisiyle değiştirilebilir mi?"

Evet, yeni anayasa imkânı demek

Yetersizlikleri olsa da, değişikliklerle birlikte kapatma tehdidi yaşamayan ve ideolojik gerekçelerle siyaset dışına itilme tehdidi altında bulunmayan siyasi aktörlerin "yeni anayasa" ihtiyacına yanıt vermeleri kolaylaşacak. Diğer deyişle referandumda evet demek yeni anayasa yapmanın imkânı demektir. Referandumda "hayır" ise bu imkânın yok edilmesi ihtimalini barındırmaktadır.





Zaman