ANKARA- Hükümet, özel yetkili mahkemeler ve bu mahkemelerdeki soruşturmalara ilişkin yasa değişikliği için çalışmalarını sürdürürken, ceza sisteminin hazırlanmasında ‘akademisyen’ olarak görev yapan hukukçular, sorunun yasada değil uygulamada olduğunu söyledi. Türk ceza sisteminde köklü değişiklikler 2004 yılında yapılmıştı. Başta TCK, CMK ve CİK olmak üzere tüm ceza kanunları için çalışan akademisyenler komisyonunda Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İzzet Özgenç ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Sözüer de vardı. İki akademisyen, bugün değiştirilmesi gündeme gelen özel yetkili mahkemelerle ilgili tartışmaları Radikal’e değerlendirdi. 

 
Her şey ‘delil’ için 
Prof. Dr. İzzet Özgenç, ihtisas mahkemelerinin varlığının değil, hâkimler ile Cumhuriyet savcılarının yetkilerini hukuk zemininde kullanıp kullanmadığının asıl sorun olduğu görüşünde. Özgenç, soruşturmaların, ceza muhakemesindeki ‘özel delil elde etme yöntemleri’nden yararlanabilmek için ‘suç örgütü’ suçlamasıyla başlatıldığına dikkati çekti. CMK’nın belirli suçlara özgü delil elde etme yöntemlerinin kötüye kullanıldığını belirten Özgenç, örgüt kavramının alanını gereksiz yere genişletmenin, yargılamayı da güçleştirdiğini söyledi. 


Soruşturmanın gizliliği ile kişilerin haberleşme ve özel hayatlarının gizliliğine ilişkin ilkelerin doğru uygulanmadığını anlatan Özgenç, CMK 135. madde hükümlerine göre kayda alınan ve soruşturmayla ilgisi olmayan kişinin özel yaşamıyla ilgili içeriklerin basına sızdırılmasından yakındı. Soruşturma dosyasına bile konulmaması gereken bu detayları yazanlara dava açıldığını ama sızdıranlara etkili soruşturma yapılmadığını belirten Özgenç, “Burada dikkatimizi çeken önemli nokta, bu bilgileri basın ve yayın organlarına servis yapan kamu görevlileri hakkında bu nedenle herhangi bir soruşturma yapılmamasıdır” dedi. 


Özenç, hâkimden gizlilik kararı alınarak, savunmanın dosya içeriği hakkında bilgi almasının kısıtlandığını da vurguladı. Bu uygulamanın, özellikle TMK kapsamına giren suçlarla ilgili 10. maddeye dayandırıldığını anlatan Özgenç, şunları söyledi: “TMK kapsamına giren bir suç olmasa bile, CMK’nın 250 ve devamı maddelerine istinaden kurulan ‘özel’ yetkili ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giren ekonomik çıkar amacına yönelik örgütlü suçluluğun söz konusu edildiği hallerde de, TMK’nın 10. maddesindeki yetki kullanılarak avukatların soruşturma dosyasının içeriğini inceleme yetkisi kısıtlanmaktadır. Savunma hakkını kısıtlayan bu uygulamanın hukuki dayanağı bulunmamaktadır.” 


Soruşturma konusu bir olayla ilgili olarak ‘yayın yasağı’ kararı verilmesi yoluna da gidilebildiğini anımsatan Özgenç, bu uygulama ile, haber verme hakkının sınırları dahilinde de olsa, soruşturma konusu yapılan bir olayla ilgili yayın yapılmasının yasaklanabildiğini, hiçbir hukuki dayanağı olmayan bu uygulama karşısında sessiz kalındığını söyledi. 


TMK kapsamına giren suçlardan dolayı başlatılan soruşturmalarda gözaltına alınan kişinin avukatıyla görüşmesinin, 24 saat süre ile kısıtlanabildiğini anımsatan Özgenç, “Ancak uygulamada, bu süre zarfında formel anlamda ifadesi alınmamakta ise de avukatı ile görüştürülmeyen ve hatta hakları kendisine öğretilmeyen şüpheli bir suretle konuşturulmaktadır. Tutanağa derc edilmeyen bu konuşma içeriklerinden hareketle elde edilen veriler, ‘delil’ olarak dosyaya konulmaktadır” dedi. 
 
Son saatte hâkim önüne 
Hukuk sistemimizde, yakalanan kişilerin duruma göre 24-48 saat, 4 gün, hatta 7 güne kadar gözaltında tutulabildiğini kaydeden Özgenç, uygulamada, gözaltına alınan kişilerin, kanunda belirlenen azami sürenin son saatinde tutuklanma talebiyle hâkim huzuruna çıkarılabildiğini belirtti. Özgenç, “Tutuklanma talebiyle huzuruna çıkarılmak üzere kapısının önünde 20 kişinin beklemekte olduğu bir durumda, hâkim 70 klasörden oluşan soruşturma dosyasını ne kadar zamanda inceleyecek ve bu kişilere yöneltilen suçlamalar ile deliller hakkında nasıl yeterli bilgi sahibi olacaktır?” diye sordu. Özgenç, bu şartlar altında verilen kararların sağlıklı, adil, gerçekçi ve gerekçeli olmasının imkânsız olduğunu söyledi. 
Bu yanlışlıkların kanundan kaynaklanmadığını savunan Özgenç, “Gözaltı süresi 30 güne çıkarılsa bile, disipline edilmeyen uygulama, şüpheliyi tutuklanma talebiyle yine bu sürenin son saatinde hâkim huzuruna çıkarır. Burada sorun, disipline edilmeyen ve insan hakları konusunda duyarsız olan uygulamadan kaynaklanmaktadır” dedi. 
 
‘Kendimi sorguluyorum’ 
Özgenç, taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma tedbirinın uygulamada ‘genel müsadere cezası’ izlenimi uyandıracak şekilde kullanıldığını da belirtti: “Kişinin, işlediği ileri sürülen suçla irtibatının olup olmadığına bakılmaksızın, bu el koyma tedbiri bütün malvarlığı bakımından uygulanmaktadır. Hatta daha da ileri gidilerek, bu tedbir, kişinin ortağı olduğu şirketin/şirketlerin ticari faaliyetlerinin durdurulmasını, dondurulmasını sonuçlayacak şekilde de uygulanabilmektedir. Bu uygulamaların hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Telafisi imkânsız mağduriyetlere sebebiyet veren bu uygulamalar karşısında, CMK’nın 128. (taşınmazlara, hak ve alacaklara el koyma) maddesini kaleme alan bir akademisyen olarak ‘Acaba bu düzenlemeyle bir yerlerde yanlışlık mı yaptık?’ diye kendimi sorguladığımı itiraf etmem gerekir.” 
 

‘Akıbeti kolluk belirliyor’ 
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Adem Sözüer de esas sorunun uygulamalardan kaynaklandığını savundu. “Öncelikle bu mahkemelerin değil, kanuna aykırı özel ve fiili uygulamaların kaldırılmasına yönelik girişimlerin yapılması daha yerinde olur” diyen Sözüer, şunları kaydetti: “Bu girişimler etkin biçimde yapılmadığı sürece, yapılacak olumlu kanuni değişiklikler kâğıt üzerinde kalır. Kolluk ve savcılık ile hâkim aynı safta, operasyonel ortak bir girişim içinde olmamalıdır. Hâkimi, savcı ve kolluktan bağımsız hale getirmeliyiz. Hakim ve savunma, savcılık ve kolluk karşısında güçsüz bir konumda. Hemen tüm yargılamalarda, fiilen kolluk yargılamanın akıbetini belirliyor. Gizlilik kararı olan soruşturma dosyalarında, tutuklama yargılaması yapılmaksızın ve gerekçesiz verilen tüm tutuklama kararları hukuka aykırıdır. İkide bir mahkeme kurup kaldırmak yerine, her mahkemede adil yargılanma yapılması sağlanmalı.”



Radikal