İstanbul Barosu'ndan yapılan açıklama şöyle;

ABD’nin Kudüs Kararı, Uluslararası Hukuka Aykırıdır
 

ABD Başkanı D. Trump tarafından, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanındığı ve ABD Diplomatik Temsilciliğinin Kudüs’e taşınacağının açıklanması, uluslararası hukuk açısından büyük tepkilere neden olmuştur.

Bu tepkilerin kaynağında, aşağıda açıklanan hukuksal belgelerin ABD tarafından görmezden gelinmesi ve “hukuka rağmen” bir yeni statünün belirlenmesi çabası yatmaktadır.

İsrail’in Kudüs’ü başkenti olarak ilan etmesi, ilk kez 1980 yılında İsrail Parlamentosu tarafından yapılan Anayasal düzenleme ile ortaya çıkmıştır. Bu tarihte şehrin sınırlarını belli etmediğinden, muğlak bir nitelikte kalan bu açıklama, 2000 yılında yapılan bir Anayasa tadili ile Kudüs’ün tamamının hedeflendiğini açık hale getirmiştir.

Kudüs’ün statüsünü değiştirmeyi amaçlayan bu iki girişim, Doğu Kudüs’ün (1948’den 1967 İsrail-Arap savaşında işgal edilene dek Ürdün yönetimi altında olan Batı Şeria’nın bir parçasını oluşturmaktadır) ilhakı çabası olarak görülerek uluslararası toplum tarafından açıkça kınanmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu 1967’de İsrail’in Doğu Kudüs’ü kendi hukukuna ve Batı Kudüs’ün belediye yönetimine tabi tutmasını hukuken bâtıl (invalid) ilân etmiştir (Bkz. Güvenlik Konseyi Kararları 252 (1967); 267 (1969); 298 (1971); 446 (1979); 445 (1980); Genel Kurul Kararları 2253 (ES-V) (1967); 2254 (ES-V) (1967); 31/106A (1976); 33/113 (1978).  Bunun yanı sıra Güvenlik Konseyi İsrail’in 1980 Anayasasını “uluslararası hukukun ihlali” (violation of international law) ve “bütünüyle hükümsüz” (null and void) kabul ederek, bunu tanımayacağını ve İsrail’in söz konusu toprak kesiminde işgalci olduğunu benimsemeye devam ettiğini bildirmiştir (Bkz. Güvenlik Konseyi Kararları 478 (1980); Ayrıca bkz. Genel Kurul Kararları 36/120E (1981); 37/123C (1982); 39/146C (1984). Uluslararası Adalet Divanı da aynı şekilde İsrail’in açıklanan tek taraflı işlemlerini uluslararası hukuk açısından hükümsüz kabul ederek, İsrail’in IV No.’lu Cenevre Sözleşmesi (1949) altında işgalci statüsünü vurgulamıştır (Bkz. Legal Consequences of the Construction of a Wall in the Occupied Palestinian Territory, Advisory Opinion [2004] ICJ Rep. 136, July 9, 2004).

Diğer yandan, 13 Eylül 1993 tarihinde İsrail Hükümeti ve Filistin Kurtuluş Örgütü arasında imzalanan ortak bildiri veya yaygın bilinen adıyla Oslo Anlaşmaları ise, her iki tarafın barış içinde yan yana birlikte yaşama hakkını karşılıklı tanıdığını bildirmiştir. Söz konusu ortak bildiri, açıkça Filistin halkının Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde “kendi kendini yönetme” (to govern themselves) hakkını tanımaktadır. Anlaşma buna ilaveten gerekli uygulama aşamalarını da öngörmüştür. Buna göre, geçiş aşaması tamamlandığında İsrail işgal yönetimi, idare yetkisini Filistin Yönetimi’ne devretmelidir. Böylece “doğrudan, özgür ve genel siyasi seçimler ile … Batı Şeria, Kudüs ve Gazze Şeridi’ndeki Filistin halkının kendilerine karşı sorumlu temsilcilerini demokratik şekilde seçmeleri için” bir Filistin Konseyi’nin yönetimi üstlenmesi öngörülmüştür (bkz. Geçici Anlaşma). Anlaşma ayrıca, daimi statünün görüşülmesine dek her iki tarafın da Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin hukuki statüsünü değiştirecek adımlar atmaktan kaçınma yükümlülüğünü ortaya koymaktadır. (Madde. XXXI (6–7)).

Kudüs kadim medeniyetlerin ve üç önemli dinin kutsal kabul ettiği bir şehirdir ve bu yönüyle de uluslararası hukukun ilgi alanına girmektedir. Kutsal yerler birden fazla devletin halkları açısından kutsal kabul ediliyor iseler, bu yerler kaçınılmaz olarak uluslararası siyasi ilişkilerin ve tabii uluslararası hukukun da bir konusu haline gelecektir. Uluslararası hukuk altında gerek bu alanların insanlığın ortak mirası olması, gerek din ve vicdan hürriyeti bağlamında insan haklarının güvenceye alınması açılarından, statülerinin belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Nitekim, Kudüs’le ilgili yukarıda anılan Birleşmiş Milletler Kararlarının, Kudüs’ün taşıdığı bu kutsal öneme özellikle atıf yaptığı gözlemlenebilir.

Bu nedenlerle, gelecekte, Filistin Devleti’nin tüm uluslararası toplum nazarında tam anlamıyla bir kimlik kazanmasına kadar geçecek zamanda, Kudüs’ün hukuki statüsünü belirlemeyi amaçlayan barışçı hukuki düzenlemeler karşısında, ABD’nin tutumu uluslararası hukuka aykırıdır ve uluslararası toplum tarafından ısrarla kınanması gerekmektedir. 

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI