Gaziantep'teki Zirve Üniversitesi'nde gerçekleştirilen toplantıya katılan 25 ülkeden 100'ün üzerinde akademisyen, aydın ve gazeteci, sürecin geleceğini ele aldı. Konferansın sonunda kabul edilen bildiride Arap Baharı'nın etkili olduğu ülkelere "Katılımcı, demokratik ve insan haklarına dayalı anayasalar yapmaya öncelik verin." çağrısı yapıldı. Toplumların canları pahasına yönetimlere karşı çıkmayı göze alabildiklerine dikkat çekilerek, bu ülkelerin yöneticilerine, bir an önce ekonomik ve siyasi reform süreçlerini başlatmaları tavsiye edildi.
 
Ortak bildiride Türkiye örneğinden hareketle gündeme gelen "model olma" tartışmalarına da değinildi. Bir modelin başka bir bölge ülkesine uygun olamayabileceğinin altı çizildi. "Her topluma, kendi özelliklerine göre diğer bazı ülkelerin tecrübelerinden de yararlanarak kendi modelini oluşturma fırsatı verilmelidir." denildi. Ortadoğu'nun çok kültürlü bir alan olduğu vurgulandı. İktidara gelecek grupların bütün kitleleri eşit ve özgür vatandaş olarak tanımaları gerektiği belirtildi.
 
Ortadoğu'daki gelişmelerin ele alındığı Abant Platformu'nun 25. toplantısı dün yapılan oturum ve sonuç bildirisiyle sona erdi. İstanbul'da cuma günü gerçekleşen açılış oturumundan sonra katılımcılar Gaziantep'te iki gün boyunca verimli tartışmalara imza attı. Arap dünyasından gelen katılımcılar Türk ve Batılı bakış açısını dinleme imkânı buldu. Katılımcılar da Arap aydınların görüşlerini ilk elden dinleme şansı yakaladı. 'Arap Baharı' ve Türkiye: Olası Sonuçlar ve Senaryolar' başlığıyla gerçekleşen kapanış oturumunda katılımcılar geleceğe ışık tutmaya çalıştı.
 
Dün Prof. Beril Dedeoğlu'nun başkanlığını yaptığı oturumda ilk olarak Tel Aviv Üniversitesi'nden Prof. Ehud R. Toledano söz aldı. Toledano, sunumunun ilk kısmını Türkçe, kalanını ise İngilizce yaptı. İsrail'den gelen akademisyen "Türk halkının dostluğuna kayıtsız şartsız destek vereceklerini" söylerken iki ülke hükümetinin yeniden birlikte çalışmaya başlamasını umduğunu sözlerine ekledi. "İsrail ve Türkiye ilişkilerini her zaman savundum. Günümüzde bu ilişkilerin bozulmuş olmasına son derece üzüldüm." diyen Ehud R. Toledano, hükümetlerin açık diyaloğunun sürmesi gerektiğini kaydetti. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Türkiye'nin hem bölgesel hem de dünya genelinde yükselmesine büyük çaba harcadıklarını vurgulayan İsrailli akademisyen, "İtiraf etmek gerekir ki AKP hükümeti yanlışlara düşmesine rağmen bu yanlışlardan dönmesini iyi biliyor." diye ekledi. Türkiye'nin Çin'den sonra ekonomik büyümede ikinci sırada olduğunu hatırlatan Toledano, Türk yetkililer için "Politik olarak tutarlı ve daha demokratikler." dedi.

sömürgecilikten bağımsızlığa

Sıfır sorun politikasının sıfır sonuç verdiği iddialarını hatırlatan Prof. Ehud R. Toledano, "Barışçıl, işbirlikçi ve yumuşak güç Türkiye; artık müdahaleci bir güç olarak görünmektedir. Ve güvenilmez bir müttefik olmuştur artık. Bu da yeni Osmanlıcılık olarak değerlendirilmemeli." yorumu yaptı. Türkiye'deki Araplara karşı önyargının sebeplerine değinen Toledano bunu şöyle açıkladı: "Türkiye Cumhuriyeti ve Kemalist elitler Osmanlı ile olan ilişkilerini tamamen kesmek istedi. Arapları geriye gitme olarak gördüler. Ve Arapların ihanet ettiğini, Osmanlı'nın yıkılmasına yol açtığını ileri sürdüler." İsrailli akademisyen, Arap Baharı'nın herkesi olduğu gibi Türkiye'yi de hazırlıksız yakaladığını sözlerine ekledi.
 
Türkiye'nin Batı yanlısı tutumundan uzaklaşmış olarak görüldüğünü ancak buna katılmadığını ifade eden Toledano, "Türk hükümeti son derece pragmatik hareket ediyor. Son derece esnek ve politikaları başarısız olduğunda bunları çok rahat değiştiriyor." diye konuştu. Ehud R. Toledano, "AK Parti dış politikasının esnekliği konusunda istisna sadece İsrail." demeyi ihmal etmeyerek Ankara'nın bu konudaki kararlılığını ortaya koydu. Amerikan Portland State Üniversitesi'nden Peter Bechtold, öncelikle "Arap Baharı" tabirine karşı çıktı. Bechtold, bu kavram yerine "Arap Hükümetlerinde Kriz" demeyi tercih ettiğini anlattı. Peter Bechtold, Ortadoğu'da şu an yaşanan süreci anlamak için en azından son 100 seneye bakmak gerektiğini dile getirerek, "Yaşananlar, sömürgecilik döneminden bağımsızlık hareketine doğru bir hareket. Bu topraklar sömürgecilikten kurtulmak için yıllardır savaş veriyor." dedi. 400 yıl boyunca Osmanlıların bu toprakları kontrol ettiğini hatırlatan Peter Bechtold, "Ancak Türkler şu anda Arapları gerçekten çok iyi bilmiyor. Araplar da Türkleri çok iyi bilmiyor." eleştirisinde bulundu. Uludağ Üniversitesi'nden Prof. Tayyar Arı ise Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkinin birisinin üstte yer aldığı dikey bir paylaşım değil; tarafların eşit olduğu yatay bir ilişki olduğunu vurguladı. Arı, Ortadoğu'daki sorunların arkasında Filistin meselesi olduğuna dikkat çekerek şöyle konuştu: "Bize ne Filistin'den diyemeyiz. Tarihi mirastan kaçamayız. Buradaki halkların bizden beklentisi var." Tayyar Arı, Arap halklarının Tahrir Süreci'ni başlatabildiğine dikkat çekerken, Türkiye'de özgüven eksikliği olduğunu kaydetti. AB sürecinin Türkiye açısından bir önemi olmadığını iddia eden Arı, halkın gündeminde de AB'nin bulunmadığını savundu. Bunlara cevap ise Boğaziçi Üniversitesi'nden Hakan Yılmaz'dan geldi. Türkiye'de "yeterci Şark usulü bir demokrasi" bulunduğunu savunarak düzenli gerçekleşen seçimlerin tam demokrasi anlamına gelmediğine; insanların haklarını garanti altına almadığına işaret etti. Yılmaz, "Bu yeterci demokrasi Ortadoğu'ya model olmasın." dedi. Hakan Yılmaz, "Türkiye AB süreci olmadan da ilerleyebilir." yaklaşımlarına şiddetle karşı çıktı. "AB sürecinin bitmesi hiç de hayırlı olmaz." diyen Yılmaz, Avrupa'yı emperyallikle suçlayıp "çocuksu bir özgüven"e kapılmanın çok yanlış olacağını vurguladı.
 

Yeni rejimler eskilerin hatasına düşmemeli

Eski rejimlerin yıkılmasını sağlayan dinamik güçlerin iktidara gelmesinden sonra eskinin hatalarını tekrarlamaması gerektiğine işaret eden İhsan Yılmaz ise "Özellikle azınlık hakları ve sivil toplumun gelişmesini engellememeliler. Aksi takdirde eskinin hatasının tekrarlamış olurlar." yorumunda bulundu. Yeni dönem için eğitime önem vermeleri gerektiğinin altını çizen katılımcılar, özellikle ders kitaplarında bulunan nefret söylemi içeren ifadelerin temizlenmesi gerektiğinin altını çizdiler.

İsrail-Filistin konusu gündeme oturdu

Son oturumda İsrail-den gelen bilim adamı Ehud Toledano'nun sunumunun ardından özellikle Arap katılımcılar, İsrail'e yönelik eleştirilerde bulundu. Amerikan Portland State Üniversitesi'nden Peter Bechtold da "Şimdi ABD, İsrail ile tüm bölge arasında

bir tercih yapmak zorunda. Ortadoğu sorunu ancak o zaman çözülür." dedi.

Son oturumda İsrail'den gelen bilim adamı Ehud Toledano'nun sunumundan sonra özellikle Arap katılımcılar, İsrail'e yönelik eleştirilerde bulundular. Özellikle Türk katılımcıların Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin en sıcak olduğu bugünlerde İsrail-Türkiye gerginliğinin anlamlı olduğunun altını çizmeleri dikkat çekti. Amerikan Portland State Üniversitesi'nden Peter Bechtold 20. yüzyılın başında İngilizlerin 'Ya İsrail ya da imparatorluğun kalanı' tercihi karşısında Filistin'de İsrail devleti kurulmasına izin verdiğini belirterek, "Şimdi de ABD, İsrail ile tüm bölge arasında bir tercih yapmak zorunda. Ortadoğu sorunu da ancak o zaman çözülür." yorumunda bulundu. İLKAY GÖÇMEN gaziantep

Zirve Üniversitesi'ne teşekkür

Abant Platformu'nun gerçekleştirdiği konferansa Gaziantep'in yükselen değeri Zirve Üniversitesi ev sahipliği yaptı. Üniversitenin tüm yetkilileri konferans boyunca katılımcılara rahat bir çalışma imkânı sunmak için mücadele etti. Katılımcılar öğle yemeği için gittiği Zirve Üniversitesi'nin kampüsünü beğendi. Üniversitenin Türkiye'nin Ortadoğu'ya açıldığı bir şehirde kurulmasının önemine dikkat çektiler.

Abant Platformu ortak bildirisi

İlk olarak bütün yönetimler halklarına karşı şiddet kullanmaktan derhal vazgeçmelidirler.

"Arap Baharı" olarak isimlendirilen süreç birinci yılını doldurmuştur. Bir yıl sonra geriye baktığımızda bütün tarafların ilk dönemde ortaya çıkan duygusal bakışı bir kenara bırakarak karşı karşıya olduğumuz fenomeni daha akılcı ve sağduyu ile okumaları gerekmektedir.

Bugüne kadar yaşadığımız süreç bizlere bir kere daha toplumların canları pahasına yönetimlerine karşı çıkmayı göze alabileceklerini göstermiştir. Bu nedenle bütün ilgili ülkelerde yöneticilerin, ivedilikle ekonomik ve siyasi reform süreçlerine başlamaları tavsiye edilmektedir.

Bu süreçte yaşanılan pek çok umut verici gelişmeye rağmen eski otoriter rejimlerin farklı biçim ve yöntemler altında varlıklarını sürdürme çabası ve riski bulunmaktadır. Sürece katılan bütün aktörler eski otoriter rejimlerin farklı biçimlerde kendini yeniden inşa etmek isteyeceğini göz önünde tutarak, rejimlerin değiştirilmesi kadar demokrasinin kurumsallaşmasını ve sivil toplumun gelişmesini sağlamak ve bu bağlamda eski rejimlerin kurumsal kalıntılarını ortadan kaldırmak olmalıdır.

"Arap Baharı" ile ortaya çıkan siyasi ve toplumsal olaylar ne kadar ciddi olursa olsun, gerek ulusal gerek uluslararası düzeyde sivil ve hükümetler dışı diyalog imkanları tıkanmamalıdır.

Ortadoğu'da her ülke ve toplum kendine özgüdür. Bu nedenle bir modeli başka bir bölge ülkesine uygun görmek gibi yaklaşımlar açıklayıcı değildir. Her toplumun kendi özelliklerine göre ancak diğer bazı ülkelerin tecrübelerinden de yararlanarak kendi demokratik ve özgürlükçü modellerini oluşturmalarına fırsat verilmelidir.

Ortadoğu çokkültürlü bir alandır. Bu alan Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin, Türklerin, Arapların, Farsların, Ermenilerin, Kürtlerin ve pek çok diğer kadim toplumsal grubun yaşadığı bir bölgedir. Hiçbir siyasi gelişme Ortadoğu'nun bu kadim gerçekliği ile çatışmamalıdır. Bu nedenle Ortadoğu'da iktidarları devralacak grupların bir an önce farklı inanç, etnik ve diğer bütün grupları eşit ve özgür vatandaş olarak tanıması zorunluluktur.

"Arap Baharı", Arap siyasetinin bir konusu olduğu kadar Müslümanların da bir konusudur. Bu nedenle, İslam İşbirliği Örgütü gibi kurumların demokratikleşme sürecine daha aktif olarak katkıda bulunması gerekmektedir. Sözgelimi bu örgüt "Arap Baharı" sürecinde son derece önemli rol oynayan kadınların mevcut sorunlarına yönelik çözümler üretmeli, kadının statüsünün evrensel standartlara çekilmesi konusunda aktif bir siyaset izlemelidir.

"Arap Baharı" bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika toplumlarının katılımcı, demokratik ve insan haklarına dayalı anayasa sorununun temel mesele olduğunu bütün açıklığı ile ortaya çıkarmıştır. Bu noktadan hareketle bundan sonraki süreçte politik inisiyatif alacak bütün aktörlerin öncelikli ajandası katılımcı, demokratik ve insan haklarına dayalı anayasalar yapmak olmalıdır.

Bütün uluslararası aktörler, demokratik yollarla gelen yönetimlerin ideolojik görüşleri ne olursa olsun halklarının meşru ve seçilmiş temsilcileri olduğunu kabul etmelidirler.

Toplantının Türkiye'de yapıldığı noktasından yola çıkarak, Türkiye'deki politik ve entelektüel aktörlerin "Arap Baharı" olarak adlandırılan sürece bakarken kendi katkıları kadar hem kendilerinin hem de Türkiye'nin eksikliklerini görme fırsatı olarak değerlendirmeleri gerekmektedir.