Prof. Serap Yazıcı ve Prof. Metin Feyzioğlu iki ayrı gazeteye referandumda 'evet' veya 'hayır' demek için dikkate alınması gereken hukuki gerekçeleri sıraladılar...

İşte Serap Yazıcı'nın Taraf ve Metin Feyzioğlu'nun Cumhuriyet gazetesinde verdikleri röportajlar.

Prof. Serap Yazıcı söyleşisi

VESAYETTE ÇATLAK OLUŞACAK

Bir Anayasanın hazırlanma süreci nasıl olmalıdır?
Anayasa, devletin üç temel organının kuruluşunu, işleyişini, karşılıklı yetkilerini düzenleyen, böylece devlet otoritesinin sınırlarını tayin eden, bu otorite karşısında bireylere hak ve özgürlükler sunarak onları güvence altına alan bir belgedir. Klasikleşmiş ifadesiyle anayasa, bir toplum sözleşmesidir. Bir toplumu bir araya getiren farklı grupların ortak yaşama belgesidir. Bu grupların birbirlerinin haklarına tecavüz etmelerini önleyecek mekanizmaları içeren bir belgedir. Kısacası anayasa, bireyleri ve grupları hem devlet otoritesi karşısında hem de birbirlerine karşı koruyacak mekanizmalara yer veren, kişilerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayacak asgari şartları garanti eden bir belgedir.

Anayasayı bir toplum sözleşmesi olarak kabul ettiğimize göre, bu metnin hazırlanma sürecinde, o sözleşmenin tüm taraflarının eşit katılımına ihtiyaç olduğu açıktır. Dünyada hiçbir toplum homojen olmadığına göre, din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep, etnik köken yönünden çeşitli farklılıklar sergilediğine göre, bu farklı grupların hepsinin anayasanın yapımı sürecinde eşit bir role sahip olması gerekir. Bu ise, anayasayı hazırlayan organın halkın gerçek temsilcilerinden oluşmasıyla mümkündür. Halkın tüm kesimleri bu organda temsil edilebilmelidir. Öte yandan anayasanın yapımı süreci, bu süreçte cereyan eden tartışmalar şeffaf ve halkın katılımına açık olmalıdır. Elbette, anayasayı hazırlayan organ metnin hazırlanma aşamasında toplumdan gelen taleplere ve eleştirilere kulaklarını kapamamalıdır. Tabi bu tür bir organın hazırladığı anayasa, mutlaka ifade ve propaganda hürriyetinin garanti edildiği, dolayısıyla düşüncelerin serbestçe şekillendiği bir ortamda halkoyuna sunulmalıdır.     

Bazı çevreler tarafından 82 Anayasasına, 61 anayasasının getirmiş olduğu aşırı özgürlüklerin kısıtlanmış şekli olarak bakılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
1982 Anayasasının, özgürlükleri büyük ölçüde sınırladığı, bu yüzden otoriter bir yapı yarattığı doğru. Ancak 1961 Anayasasının, aşırı özgürlükçü bir eğilime sahip olduğu tezi, gerçek olmaktan çok, bir efsaneyi ifade ediyor. 1982 Anayasasıyla mukayese edildiğinde 1961 Anayasası, özgürlüklere geniş bir yer ayırmış ve bunlara güçlü güvenceler sunmuştur. Ne var ki 1961 Anayasasının sözüm ona bu özgürlükçü ruhu, beklendiği ölçüde bir özgürlük ve demokrasi ortamı yaratamamıştır. Bunun nedeni, ilk kez bu Anayasayla hukuk sistemimize kazandırılan vesayet mekanizmalarıdır. Biliyorsunuz bunların başında MGK ve AYM gelir. MGK, milli güvenlik kavramıyla ilişkisiz pek çok konuda karar vererek, adeta ikinci bir bakanlar kurulu gibi fonksiyon icra etmiştir. Böylece Türkiye şartlarında temsili demokrasi, görünüşten ibaret kalmıştır. AYM ise kuruluşundan bu yana, çağdaş emsalleri gibi hak eksenli bir tavır sergilememiş, özgürlükler karşısında devlet otoritesini korumayı tercih etmiştir.   

82 Anayasası’nın hazırlanmasında asıl görev Danışma Meclisi’nin miydi? İllerden bu meclise seçilen kişiler ne kadar halkın içindendi?
1982 Anayasası, TSK adına 12 Eylül müdahalesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi (Genelkurmay Başkanı ve dört Kuvvet Komutanı) ile MGK tarafından atanan 160 üyeden oluşan Danışma Meclisi tarafından hazırlanmıştır. MGK, Danışma Meclisi üyelerinin 40’ını doğrudan doğruya, 120’sini ise dolaylı olarak seçmiştir. Valiler, her ile ayrılan sayının üç katı kadar adayı MGK’ya bildirmiş, MGK nihai kararı vermiştir. Kısacası, Danışma Meclisi üyeleri seçilmiş değil, atanmış kişilerdir, yani halkın temsilcileri değildir. Üstelik Danışma Meclisi, kabul ettiği anayasa taslağını MGK’ya sunmuş, Konsey metne son şeklini vermiştir. Kısacası 1982 Anayasası, özünde 5 generalin iradesinin eseridir. 

12 Eylül Anayasası, devletin yapısında ne gibi değişiklikler yarattı?
1982 Anayasası tümüyle, devlet otoritesinin yüceltilmesi fikriyle hazırlanmış bir anayasadır. Çünkü bu Anayasayı hazırlayanlara göre devletin üstün otoritesi, 1961 Anayasasının sözüm ona özgürlükçü felsefesi nedeniyle aşınmış, 1970’lere hâkim olan tüm krizler de bu otoritenin aşınmasından kaynaklanmıştır. Bu yüzden bu Anayasayı yapanların asıl hedefi, devletin otoritesini yeniden güçlendirmektir. Anayasanın bozuk bir Türkçe ile kaleme alınan uzun Başlangıç bölümü, bu devlet odaklı anlayışı göstermektedir. Bu anlayış, metnin tümüne nüfuz etmiştir. Bu bakımdan 1982 Anayasası, anayasacılığın mantığı ile bağdaşmamaktadır. Anayasacılığın, anayasa yapmanın asıl nedeni, doğası gereği güçlü olan devlet otoritesini, hukuk kurallarıyla, bireylerin ve grupların özgürlükleri lehine sınırlamaktır. Bu nedenle dünyada anayasacılık akımıyla, demokratikleşme dalgaları arasında sıkı bir bağ vardır.    

“Yasama, yürütme ve yargı, 82 Anayasası ile gerçekten de birbirlerinden ayrıldı” diyebilir miyiz? Çağdaş demokrasilerde yasama-yürütme ve yargı arasında nasıl bir ilişki vardır ve olmalıdır?
Kuvvetler ayrılığı, devletin üç temel fonksiyonunun farklı devlet organlarına sunulmasını ifade eder. Burada amaç, devletin üç kuvvetinin aynı elde birleşmesinin yol açacağı baskıyı sona erdirmek, böylece bireyler için daha güvenceli bir ortam sağlamaktır. 1982 Anayasasına biçimsel olarak bakarsanız, bu Anayasayla devletin üç fonksiyonunun farklı organlara sunulduğunu söyleyebilirsiniz. Üstelik bu Anayasanın sürekli olarak eleştirdiğimiz Başlangıç bölümü, kuvvetler ayrılığının ne anlama geldiği konusunda, ironik olarak, çok doğru bir tanıma yer vermektedir. Bu tanım, “kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu” şeklindedir. Ancak anayasayı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bu Anayasanın bir vesayet sistemi yarattığını söyleyebiliriz. Vesayetten kastettiğim şu; seçilmiş organların iradeleri üzerinde askeri ve sivil bürokratik makamlara sunulan sınırlama rolü. Bu ilk bakışta, çoğulcu demokrasiyle karıştırılabilir. Çünkü çoğulcu demokrasi, toplumun tüm kesimlerini eşit hakları haiz kılmak amacıyla, seçilmiş organların iradelerini sınırlamayı gerektirir. Ancak çoğulcu demokrasideki sınırlama, hukukun üstünlüğüne, insan hakları ve özgürlük değerlerine dayanır. Üstelik bu sınırların nerede başlayıp, nerede bittiği önceden görülebilir. Vesayet sisteminde ise sınırlamanın amacı, hukukun üstünlüğünü değil, herhangi bir siyasi veya ideolojik tercihi korumak ve rejimin en güçlü unsuru haline getirmektir. Bu yüzden, vesayet organlarının sınırlama eğilimi keyfidir, önceden görülebilir nitelikte değildir. Herhalde belirtmeye gerek yok, vesayetçiliğin yaratacağı sistem otoritarizmdir. Bu açıklamadan sonra şunu söyleyebiliriz; 1982 Anayasası kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti gibi kavramları, Türkiye koşullarına uyarlayarak, bu kavramların arkasına vesayetçiliği yerleştirmiştir. Bu nedenle 1982 Anayasası sisteminde en büyük güç, vesayet organlarına aittir. Seçilmiş organlar da sözüm ona demokrasi oyununun figüranlarıdır.    

Değişikliğe çıkanların, “82 anayasası zaten değişmişti, yeni bir şey değil bu” şeklinde bir tutumları var.  82 anayasasında bugüne kadar yapılan değişiklikler köklü değişiklikler miydi? Geçmişteki değişikliklere baktığımızda, değişikliğe karşı çıkanların argümanları haklı sayılabilir mi?
1982 Anayasası, bugüne kadar pek çok kez değişti. Üstelik bu deşiklikler, liberalleşme, demokratikleşme ve sivilleşme yönünde çok önemli ilerlemeler sağladı. Ne var ki bu değişikliklerin hiçbiri, vesayet mekanizmalarına dokunmadı. Bu nedenle bu mekanizmalar aracılığıyla anayasa düzenine nüfuz eden milliyetçi, devletçi ve yasakçı ruh varlığını muhafaza etti. Zaten referandum sürecinin böylesine kutuplaşmaya yol açması da buradan kaynaklanıyor. “Hayır”cılar, bu vesayet mekanizmalarında ortaya çıkacak en küçük çatlağın bir felaket olacağı algılamasını taşıyor ve bu noktada topluma korku pompalayarak, kararsızların hayır cephesiyle bütünleşmesini hedefliyor. Bu paket yürürlüğe girerse, vesayet sisteminde bir çatlak belireceği doğru. Ama o çatlaktan özgürlükler, demokrasi ve sivilleşme yönünde bir evrim süreci başlayacak. Önemli olan, o çatlaktan doğacak olanın ne olduğunu görebilmek. 

Yöntem açısından 82 Anayasası’nın “dikta”, bu değişikliğin ise “dikte” olduğunu söyleyenler var. Maddeler -82’deki gibi- paket halinde oylanacak. Tek tek oylansaydı değişen bir şey olur muydu?
Her şeyden önce 12 eylülde tümüyle yeni bir anayasayı değil, bu Anayasa üzerinde yapılan kısmi bir değişikliği oylayacağız. 1982 Anayasasının yapımı ve halkoyuna sunulmasıyla, bu anayasa değişikliğinin kabulü ve halkoyuna sunulması arasında büyük bir fark var. 1982 Anayasasını, beş general ile bu generallerin atadığı 160 Danışma Meclisi üyesi hazırlamıştır. Öte yandan 1982 Anayasası, bu Anayasa metni üzerinde her tür düşünce açıklamasının ve eleştirinin yasaklandığı bir ortamda halkın oyuna sunulmuştur. Anayasayı eleştirmek ve hayır propagandası yapmak yasaktır. Nihayet Anayasayı halka tanıtma yetkisi, tek bir kişiye, Org. Evren’e aittir. 12 eylülde oylayacağımız anayasa değişikliği ise, seçilmiş bir organ olan TBMM tarafından kabul edilmiştir. Gerek bu aşamada, gerekse referanduma giden süreçte serbest bir tartışma ortamı mevcuttur. “Hayır” propagandası yasak değildir. Ne var ki bu ortamın da ciddi kusurları olduğunu belirtmek gerekir. Gördüğünüz gibi liderler, değişiklik paketini halka tanıtmak yerine, seçim kampanyalarına dahi yakışmayan, çirkin bir söz düellosu içindedir. Bu atmosferin, kutuplaşmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramadığını söylemek gerekir.

Gelelim sorunuzun diğer boyutuna, demokrasi bir oyun. Bu oyunun asıl aktörleri halkın temsilcileri olmalı. Türkiye için bu oyunun en önemli safhasında anayasa değişikliği yapılırken, asıl aktörler, ya oyun sahasından çekildiler, ya da oyunun kendilerine yüklediği rolü yerine getirmediler. Oysa değişiklik paketi, TBMM’deki tüm partilerin katılımıyla, ortak aklın eseri olarak şekil alabilirdi. O zaman referanduma da ihtiyaç kalmazdı. Paketin içerdiği hükümlerin tek bir oy pusulası ile oya sunulması, Anayasanın 175. maddesiyle TBMM’ye tanınan açık bir yetki. Nitekim AYM de 111 milletvekilinin bu paket aleyhine açtığı davada, benzer ifadelere yer veriyor. Bildiğiniz gibi iptal isteminin gerekçelerinden biri, paketin tek bir oy pusulası ile halkoyuna sunulmasıydı. Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin 175. madde ile kendisine sunulan açık bir yetkiye dayandığını beyan etmiş ve talebi reddetmiştir. Paket hiç değilse iki bölüme ayrılsaydı sonuç değişir miydi? Muhtemelen “Hayır”cıların bir kısmı paketin sadece özgürlüklere ilişkin düzenlemeleri için “Evet” kampanyası yapar, özellikle anayasa yargısı ve HSYK’ya ilişkin düzenlemelerine yönelik olarak gene “Hayır” kampanyası sürdürürlerdi.

“Demokratik açılım" bu anayasa değişikliğinde tam olarak nerede bulunuyor?
Demokratik açılımın ilerleyememesinin, hedefine ulaşamamasının nedenlerinden biri, Türkiye’deki vesayet sistemi. Bu sistemin tedricen zayıflaması, sadece demokratik açılıma ivme kazandırmayacak, demokratikleşme yönündeki tüm reformların ilerlemesini sağlayacak. Öte yandan bugüne kadar anayasal ve yasal düzeyde gerçekleştirilen reformların da uygulanmasını kolaylaştıracak.  

“Hayır” diyenlerin üzerinde durduğu noktaların başında, paketin yargı bağımsızlığını yok edeceği iddiası geliyor. Bu iddiaya katılıyormusunuz?
Her şeyden önce, yargı bağımsızlığının ne olduğunu ve Türkiye’de bu kavramın nasıl algılandığını açıklamak gerekir. Yargının bağımsızlığı, hukuk devletinin temel unsurlarındandır. Hukuk devletinin amacı, hukuka uygun bir devlet düzeni yaratmaktır. Bu ise kamu otoritesi kullanılarak yapılan tüm işlemlerin, hukuka uygunlukları yönünden yargı denetimine tabi olmasını gerektirir. Yargı denetiminden beklenen yararın ortaya çıkması ise ancak, yargının bağımsızlığı ile mümkündür. Yargı bağımsızlığının kurumsal ve bireysel olmak üzere iki boyutu vardır. Kurumsal bağımsızlık, yargı faaliyetinin cereyan ettiği mahkemelerin bağımsız olması ve bu faaliyetlere yönelik herhangi bir etkinin mevcut olmamasını ifade eder. Bu kural, Anayasamızın 138. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede, hiç kimsenin veya bir organın mahkemelere, görülmekte olan bir dava ile ilgili, emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükme rağmen, Türkiye’de pek çok kişi ve kurum mahkemeleri etkileyebilecek açıklamalarda bulunmaktadır.

Bireysel bağımsızlık ise hâkim ve savcıların anayasa ve kanunlardan kaynaklanan görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle, özlük haklarından mahrum kalacakları endişesini taşımayacakları bir yapı içinde sağlanır. Bu da yargı mensuplarının özlük hakları üzerinde karar verme yetkisinin, bağımsız kurullara ait olmasıyla mümkündür. Türkiye’de bu görevi, HSYK yerine getirmektedir. HSYK’nın yapısı ve işleyişi, yargı mensuplarının bireysel bağımsızlıklarını garanti edecek nitelikte değildir. Her şeyden önce kurulda yargının tümü değil, sadece iki yüksek yargı kuruluşu temsil edilmektedir. Bu organ, demokratik meşruiyetten ve hesap verirlikten yoksundur. Kararları şeffaf değildir. Bu kararlar için etkin bir itiraz mekanizması mevcut değildir. Nihayet HSYK kararları yargı denetimine de kapalıdır. Paket, HSYK’nın bu kusurlu yapısını önemli ölçüde değiştirerek, onu demokratik dünyadaki emsallerine yaklaştırmaktadır. Adalet Bakanı, Kurulun bir üyesi olmaya devam edecektir ama onun şu an sahip olduğu yetkiler, büyük ölçüde sınırlanmakta ve sembolikleşmektedir. Pakete göre HSYK üç daireden oluşacak, HSYK’nın tüm yetkileri bu daireler tarafından kullanılacak, Bakan ise dairelerin çalışmalarına katılamayacaktır. Üstelik Kurulun bağımsız bir sekretaryası olacaktır. Bu yüzden ben paketin HSYK’ya ilişkin hükümlerini isabetli buluyorum. Ancak, bu paketle HSYK’ya üye seçmek konusunda, Batı demokrasilerinde olduğu gibi, parlamentoya yetki tanınmamıştır. Böyle bir yetki tanınsaydı, daha isabetli olacaktı.       

Pakette YÖK, zorunlu din derslerinin kaldırılması, seçim barajının düşürülmesi gibi 12 Eylül’ün getirdiği düzenlemelerin olmaması eleştiriliyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu, kısmi bir anayasa değişikliği paketidir. Dolayısıyla, ancak Anayasanın bazı hükümlerini değiştirmektedir. Eğer tüm anayasal sorunlarımızı çözmemiz gerektiği konusunda samimiysek, bu, ancak yeni bir anayasanın yapılmasıyla sağlanabilir. Öte yandan %10 ülke barajı, Anayasada değil, Milletvekili Seçimi Kanununda yer almaktadır. Bu nedenle bu barajın düşürülmesi, bir anayasa değişikliğinin konusu değildir.

Paketi yeterli görüyor musunuz? Size göre eksikleri neler?
Sanıyorum bir önceki sorunuza verdiğim cevap, bu konudaki düşüncemi açıklıyor. Ben her vesileyle Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki sorunlarının, kısmi anayasa değişiklikleriyle değil, demokratik ve özgürlükçü bir zihniyetle hazırlanan, yeni bir anayasayla mümkün olabileceğini belirttim. Kaldı ki, dünyanın en demokratik anayasasını kabul etmek de sorunu çözmeyecektir. Sonuçta anayasalar, demokratikleşmeyi ancak kolaylaştıracak bir zemin yaratabilirler. Bu süreci şekillendirecek olan, insanların iradesidir. Bu yüzden demokratik bir anayasa yapmaktan daha zor olan, demokrasi kültürünün yaratılmasıdır ki, Türkiye’nin problemlerinin odağında böyle bir kültürden yoksun olmamız yer alıyor. Aslında bu, bir bakıma yumurta-tavuk ilişkisi gibi. Demokrasi ve hoşgörü kültüründen yoksunluğumuz, demokratik bir anayasa hazırlamamızı engelliyor. Böyle bir anayasaya sahip olmamamız, demokrasi kültürünün yeşermesini güçleştiriyor. Bu yüzden işimiz zor ama imkânsız değil. Yeni bir anayasa yapmanın gerekliliğine inanmak ve bu yönde mücadele etmek kadar, bu çorak topraklarda demokrasi kültürünü de yeşertmek için çaba sarf etmeliyiz

 

Prof. Metin Feyzioğlu söyleşisi

 Yeni düzenlemeler yargı bağımsızlığını sağlıyor mu?

Hayır, yeni düzenlemeler yargı bağımsızlığını tamamen yok ediyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısında gerçekleştirilecek değişiklikler sonucunda hâkimler iktidara bağlanıyor, hâkim ve savcılar tamamen teminatsız bırakılıyor. Yargı bağımsızlığı, demokrasinin vazgeçilmez koşuludur. Bu nedenle, iktidara bağımlı bir yargı dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde yoktur. Yargısı iktidara bağımlı bir devlet, Avrupa Birliği’ne de giremez. Yapılmak istenen değişiklik yargıyı iktidara bağımlı hale getirdiği için demokratik değildir, Avrupa Birliği standartlarına da açıkça aykırıdır.

Anayasa değişikliği yargı bağımsızlığını ne şekilde tehdit ediyor?

CEVAP: Anayasa değişikliği yargı bağımsızlığını tehdit etmenin ötesinde, yok ediyor. Bugünkü sistemde iktidar, yalnızca ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkimler üzerinde büyük nüfuz sahibi iken (ve bu ülkenin aydınları on yıllardır bunun değişmesi için çaba sarf ederken), halkoylamasına sunulan metin kabul edildiği takdirde, Danıştay ve Yargıtay da iktidara bağımlı olacaktır. Bir başka anlatımla, 12 Eylül Anayasası’nın getirmiş olduğu ve neredeyse otuz yıldır avukatların, baroların, hâkimlerin, savcıların, üniversitelerin ortak bir dille eleştirdikleri, değiştirilmesini istedikleri baskıcı sistem, daha da baskıcı hale gelecektir. Bu mudur 12 Eylül’le hesaplaşmak? Biz, “ilk derece hâkimleri de bağımsız olsun, hâkimleri bağımsız, savcıları teminatlı olmayan bir ülkede özgürlükten söz edilemez, tüm adli sistem vatandaş üzerinde ezici bir baskı ve zulüm mekanizmasına, iktidarın gücünü pekiştirme aracına dönüşür” derken, 12 Eylül Anayasası’nı mumla aratacak bir değişiklik, nasıl olur da 12 Eylül’le hesaplaşmak olarak paketlenip sunulabilir! Bir bütün olarak bakıldığında hâkimlerimiz, savcılarımız, avukatlarımız fedakâr, namuslu, cesur, bin türlü sıkıntıya göğüs geren meslek insanlarıdır. Kuşkusuz her meslekte, o mesleğe yakışmayan “çürük elmalar” olur. Yargı söz konusu olduğunda, bunların derhal ve en etkili şekilde tasfiye edilmesi gerekir. Ancak bir ülkede yargı bağımsızlığı, yargı mensubunun cesaretine bırakılmış ise o ülkede yargı bağımsız değildir. Ne zaman ki sistem en çekingen yargı mensubunun dahi görevinin gereğini yapmaktan çekinmeyeceği kadar güvenceli hale getirilir, o zaman bu ülkenin insanları, yargı bağımsızlığının sağladığı bütün güvencelere sahip olur ve özgürlüğün tadını doya doya yaşamaya başlar.

Yeniden yapılandırılan HSYK yoluyla hâkim ve savcılar iktidara nasıl bağımlı hale getiriliyor?

CEVAP:

1. Hâkim ve savcıların özlük işleri, atanmaları, yükselmeleri, disiplin işleri, meslekten çıkarılmaları, Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçimi vs. siyasi iktidardan bağımsız bir kurul olması gereken HSYK’nin görevidir.

2. Bu kurul siyasi iktidardan bağımsız olmaz ise kurula tabi olan hâkimler ve savcılar, kurul vasıtasıyla iktidara bağımlı kılınırlar. Bir yargı mensubunun yükselmesi fiilen iktidar partisinin elindeyse, kendisine disiplin cezası verilmesi fiilen iktidar partisinin takdirindeyse, tayini fiilen iktidar partisine bağlıysa, meslekten ihracı fiilen iktidar partisinin hâkimiyet alanındaysa o yargı mensubu iktidara bağımlıdır; iktidarın memuru haline getirilmiştir.

3. Bu bağımlılığın doğrudan veya araya aracılar koymak suretiyle dolaylı bir şekilde tesisi arasnda fark yoktur; sonuç aynıdır: İktidara bağımlı yargı.

4. Halkoylamasına sunulan HSYK’nin yeni yapısına ilişkin düzenleme incelendiğinde (Anayasa md. 159) hâkimlerin iktidar partisine nasıl bağlandığı açıkça görülmektedir.

5. HSYK, başkan dahil toplam yirmi iki üyeden oluşturulmaktadır:

a. HSYK’nin başkanı Adalet Bakanı’dır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun doğal üyesidir. Adalet Bakanlığı Müsteşarı, kanunen Adalet Bakanı’nın talimatlarını yerine getirmekle yükümlü bir yüksek bürokrattır. Yani bakana bağlıdır. Avrupa Birliği’nin bütün raporlarına, yıllardır ülkemizde oybirliğiyle dile getirilen eleştirilere rağmen, Bakan ve Müsteşar Kurul’dan çıkarılmamaktadır.

b. HSYK’nin üç üyesi Yargıtay Genel Kurulu’nca, iki üyesi Danıştay Genel Kurulu’nca seçilecektir. Yüksek mahkemelerin HSYK’ye üye seçiminde Cumhurbaşkanı’nın devreden çıkarılması yerindedir. Ancak yeni düzenlemede, Yargıtay’ın ve Danıştay’ın seçeceği üyelerin sayısı arttırılmamakta, buna karşın başka kurumların veya makamların seçeceği yeni üyelikler yaratılarak, Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen üyelerin azınlıkta kalması sağlanmaktadır. Yeni üyelerin siyasi iktidardan bağımsız olması durumunda, yüksek mahkemelerin seçtiği üyelerin sayısının azınlıkta kalması siyasi bir tercih olarak hoş görülebilir. Ancak yeni üyelerin tamamı doğrudan veya dolaylı bir şekilde siyasi iktidara tabi ise buradaki siyasi tercih, demokrasiden yana bir tercih değildir; yargıyı siyasi iktidara bağlayacak bir tercihtir. Yargının siyasi iktidara bağlandığı sistemlerde demokrasi olmaz.

c. HSYK’ye dört üye Cumhurbaşkanı’nca doğrudan atanmaktadır. Siyasi bir geçmişe sahip olan (ve siyasi geçmişe sahip olması bir demokraside son derece normal kabul edilmesi gereken) Cumhurbaşkanı’nın kendi siyasi görüşüne yakın görevlendirmeler yapabileceği ortadadır. Bu değişikliğin sonucu olarak siyasi iktidar, yargı üzerindeki nüfuzunu arttıracak, yargı, iktidara tam bağımlı hale gelecektir.

d. Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu da HSYK’ye bir üye seçecektir. Akademinin genel kurulunda çoğunluk, Adalet Bakanlığı’ndan gelen bürokratlardadır. Dolayısıyla Akademi Genel Kurulu’nun seçtiği üye de büyük ihtimalle siyasi iktidara yakın, hatta siyasi iktidara tabi bir üye olacaktır.

e. Üç üyeyi idari yargı hâkim ve savcıları, yedi üyeyi adli yargı hâkim ve savcıları kendi içlerinden belirli şartları taşıyan hâkimler arasından seçeceklerdir. Yani idare mahkemelerinde ve adliyelerde görev yapan hâkimlere HSYK’ye üye seçme hakkı tanınmaktadır. Bu şekilde seçilen üyelerin toplam sayısı 10’dur ve en büyük grubu oluşturmaktadırlar. Kuruldaki yüksek hâkimlerin sayısı beş iken, ilk derece mahkemelerinden gelen hâkimlerin sayısının bunun iki katı olması tartışılabilir. Bu eleştiri bir yana, ilk derece hâkim ve savcılarına HSYK’ye üye seçme hakkının tanınması ilk bakışta son derece yerinde bir düzenlemedir. Ne var ki satır aralarına yerleştirilmiş, metnin çeşitli yerlerine dağıtılmış hükümler, ilk derece hâkim ve savcılarınca seçilen kurul üyelerini Adalet Bakanı’na, dolayısıyla siyasi iktidara bağımlıkılmaktadır. Başka bir anlatımla, hâkimleri bağımsız, savcıları teminatlı kılması gereken HSYK’nin on üyesi, iktidara bağımlı olma riskini taşımaktadır.

f. Şimdi soralım: İktidara bağımlı bir HSYK üyesinin, meslektaşlarının haklarını iktidara karşı koruyabileceğine kim inanır?

İlk derece hâkim ve savcılarının seçtiği on üye neden iktidara bağımlı olacaktır?

CEVAP: On üyenin iktidara bağımlı olma ihtimali vardır. Böyle bir ihtimal olduğuna göre yapılan görevin niteliği gereği söz konusu üyelerin iktidara bağımlı olacakları kabul edilmelidir. Çünkü iktidara bağımlı üyelerin risk altına sokacakları menfaat, özgürlüğümüzdür, geleceğimizdir.

1. İlk derecede görev yapan (yani Yargıtay ve Danıştay üyesi olmamış) hâkim ve savcılar hakkında soruşturma açılmasına izin verme yetkisi Adalet Bakanı'na (Anayasada- ki ifadeyle HSYK Başkanı'na) verilmektedir (Anayasa md. 159/9). HSYK'nin ilk derece mahkemelerinden gelmiş bu on üyesi hakkında da, hem HSYK'de görevde iken hem de görevleri sona erdikten sonra soruşturma açılmasına izni verme yetkisi Adalet Bakanı'nda olacaktır. Şöyle düşünelim: Bir kooperatifin yönetim kurulu toplatısındayız. Hepimiz genel kurul tarafından seçilerek yönetim kurulu üyesi olmuşuz. Yönetim kurulu başkam, bazı kooperatif çalışanlarının işten çıkarılmasına dair bir öneri getiriyor. İçimizden bu öneriye karşı çıkanlar var. Fakat yönetim kurulu başkanının eline şöyle bir yetki verilmiş: Başkan, yönetim kurulu üyeleri hakkında ceza soruşturması açma yetkisine sahip. Şimdi kendi kendimize soralım: Kooperatifimizin yönetim kurulu üyeleri, kendileri hakkında ceza soruşturması açma, ceza mahkemelerinde yargılatma yetkisine sahip olan bu başkanın önerisine karşı çıkabilir mi? Cevap herhalde açık; hiç kimse kolay kolay böyle yetkilerle donatılmış bir kooperatif baş¬kanına karşı çıkamaz. Şimdi tekrar soralım: Bir kooperatifte dahi kabul edemeyeceğimiz bu örneği, özgürlüğümüzün güvencesi olması gereken hâkimlerin bağımsızlığının, savcıların temi¬natının tek güvencesi olan HSYK söz konusu olduğunda nasıl içimize sindireceğiz?

2. HSYK'de ilk derece hâkim ve savcılarına ayrılan kontenjanı dolduracak bu on üye, ülkenin çeşitli yerlerinde görev yapmakta iken, meslek- taşlarının oylarıyla seçilerek Ankara'ya geleceklerdir. Görev süreleri dört yıldır. Dört yılın sonunda yine ülkenin herhangi bir yerine tayin edilmiş HSYK üyesi bu hâkimin Ankara'da kalmasının garantili bir yolu vardır: Adalet Bakanı'nın kendisini, anayasanın 159/11. maddesine göre Adalet Bakanlığı merkez teşkilatında veya Bakanlığa bağlı bir kuruluşta veya Bakanlığın ilgili bir kuruluşunda görevlendirmesi!

3. Ne kadar fedakâr, ne kadar görevine bağlı olursa olsun hâkim de insandır, hâkimin de bir ailesi vardır, hâkimin de sorunları vardır. Herkes gibi, sizin gibi, benim gibi...

4. Şimdi ben size soruyorum, siz de kendinize sorun: Kuruldaki görev süresi sona erdikten sonra da Ankara'da kalmak isteyen, Ankara'da kalmak noktasında insani bir ihtiyacı olan HSYK üyesinin tek çaresi, Adalet Bakanı'nın kendisini Ankara'da görevlendirmesi ise bu üyenin, Bakan'ın taleplerine karşı kayıtsız kalması mümkün müdür? En azından bu üyenin Bakan'ın olası taleplerine karşı direnebileceğinden nasıl emin olabiliriz?

5. Hâkimin cesaretine terk edilmiş bir "bağımsızlık", bağımsızlık değildir. Söz konusu olan bir ülkenin geleceği, çocuklarımızın, torunlarımızın özgürlüğü ise bırakınız başkasının cesaretine, kendi cesaretinize güvenebilir misiniz? Yoksa doğru düzgün bir sistemin kurulmasını mı istersiniz? Madem anayasayı değiştiriyoruz, niçin güvenilir bir sistem kurmuyoruz? Yoksa kurmak mı istemiyoruz?

6. Aslında yapılması gereken o kadar basit ki. Binlerce hâkim ve savcının oyunu alarak HSYK'ye seçilmiş olan üyenin görev süresinin sonunda, kadro şartı aranmaksızın dilediği adliyede görevlendirilmesini sağlayacak bir hükmü anayasaya ilave etmek ve elbette soruşturma açılmasına izin verme yetkisini Adalet Bakanı'ndan alarak HSYK'ye vermek.

7. Peki, ülkemize demokrasi getireceği, darbe korkularını sona erdireceği, vatandaşa özgürlük sağlayacağı, bizi Avrupa Birliği'ne taşıyacağı ileri sürülen bu büyük "reform" yapılırken, neden bu kadar basit, ancak hâkimleri gerçek anlamda bağımsızlığa kavuşturacak bir düzenlemenin yapılmasından kaçınılır? Yargı bağımsızlığı, demokrasiye mi engeldir? Yargı bağımsız olursa vatandaş özgür mü olamaz?

Bugün kimse adliyeden, adli sistemden memnun olmadığına göre anayasa değişikliği kısmen de olsa bir çözüm sağlamaz mı? Yani 'yetmez ama evet' demenin neresi yanlış?

CEVAP:

1. Anayasa değişikliği ülkemizin adalet sisteminin içinde bulunduğu derin krize kısmen dahi çözüm getirmiyor. Adliyeden, başta avukatlar, hâkimler ve savcılar olmak üzere kimsenin memnun olmadığı bir gerçek. Ancak "yetmez ama evet" denilmesi için, yapılmak istenen değişikliklerin sistemi az da olsa iyileştirmesi, insanların gündelik hayatlarını etkileyen, özgürlüklerini güvencesiz bırakan hatalı uygulamaları ve dağ gibi birikmiş sorunları çözmeye yönelik olması gerekir.

2. Az önce çok somut olarak açıklamaya çalıştığımız üzere, anayasa değişikliğiyle hem ilk derece hâkim ve savcıları hem de Yargıtay ve Danıştay'ın yüksek hâkimleri, doğrudan ve dolaylı yöntemlerle siyasi iktidara bağlanıyorlar. Bu ne demek? Hâkim ve savcıların iktidardaki partiye bağlanması, iktidar partisinin taleplerini yerine getirmek

Yargı bağımsızlığından bize ne? Hâkimler niye ayrıcalıklı olsunlar?

Yargı bağımsızlığı, hâkimlerin ayrıcalığı değildir; toplumdaki her insanın hukuk devletinde yaşaması için bir zorunluluktur. Çünkü siyasi iktidara bağımlı olan yargı, iktidardaki siyasi partinin tarafını tutar; hukuk kurallarının, hak ve adaletin değil, iktidardakilerin taleplerini yerine getirir.  

 • Hâkimleri bağımsız olmayan bir devlette, insanların hakları ve özgürlükleri güvencede olamaz; hak ve özgürlükler iktidarın keyfine terk edilir. İktidarın keyfine terk edilen bir hak, gerçek anlamda hak değil, iktidarın bahşettiği lütuftan ibarettir. İktidar, lütfettiğini her zaman geri alabilir.

• Bu sebeple bazen, bazı iktidarlar yargı bağımsızlığından rahatsız olabilirler. Ancak çağdaş değerleri özümsemiş demokratik toplumlarda, hiçbir iktidar, ne kadar rahatsız olursa olsun, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmaya, hâkimleri doğrudan veya dolaylı yöntemlerle kendine bağlamaya kalkışmaz. Zaten sahip oldukları hakları yüzlerce yıllık mücadeleler sonucunda kazanmış toplumlar, gelip geçici iktidarların bunları kendilerinden almasına izin vermezler.

• Netice: Elimizdeki özgürlüğün değerini, onu kaybetmeden önce bilmek zorundayız.

“Yetmez ama evet!” Gelin şunu bir defa daha düşünelim mi?

CEVAP:

1. İzin verirseniz bir benzetme yapayım: Lezzetli görünümlü bir helva yaptık. Aslında özenseydik, gerçekten lezzetli olabilirdi. Bütün malzemeler elimizin altındaydı, ama kullanmadık. Neyse ki misafirler, “hiç yoktan iyidir” diyen, kanaatkâr insanlar. Zaten ilk helvayı yediğimiz günden bugüne tam 28 sene geçmiş; önemli bir yıldönümünü kutluyoruz!

2. Şimdi eksik malzemeli helvamıza birkaç damla zehir damlatalım ve sıcak sıcak servis yapalım.

3. Helvayı yiyip zehirlenen misafirler, sizce hâlâ “Yetmez ama evet, hiç yoktan iyidir” derler mi?

4. Lütfen bir daha düşünelim. Kendimiz için değilse bile, çocuklarımız için, torunlarımız için sağduyuyla düşünmeyi, duygularımıza kapılmadan değerlendirme yapmayı deneyelim. Bir an için hangi siyasi partiye oy vermeye meyilli olduğumuzu unutalım. 12 Eylül 2010’da bir dönemliğine kim iktidar olacak, ona karar vermiyoruz. 12 Eylül’de; bu ülkenin insanları, bizim çocuklarımız, iktidar karşısında ezilsinler mi, yoksa bağımsız ve tarafsız hâkimlerin sağladığı güvenceyle başları dik, onurlu bir yaşam mı sürsünler, buna karar veriyoruz.

Halkoylamasında “hayır” oyu vermek, geçmiş darbelere, darbecilere ve geleceğin darbe heveslilerine prim vermek midir?

CEVAP:

1. Yargı bağımsızlığı, savcı teminatı yok edilerek darbeler önlenemez.

2. Yargı bağımsızlığını yok eden, hâkim ve savcıları iktidara karşı teminatsız bırakan yeni düzenlemede, 12 Eylül faşist anayasasını yapan darbecilerin sorumsuzluğuna dair geçici 15. maddenin kaldırılması etik açıdan olumludur. Demokratik bir hukuk devletinin anayasasında darbecileri koruyan, darbeleri hoş gösteren hükümler yer almamalıdır.

3. Bu değişiklik sonucunda 12 Eylül darbesini yapanların yargılanmalarının önünün açılıp açılmayacağı tartışmalarına burada girmeyi ve konuyu karmaşık hale getirmeyi faydalı görmüyorum.

4. Sonuçta şunu söylemek isterim: Anayasa değişikliğine ilişkin maddelerin içinden bir kısmına evet, bir kısmına hayır oyu verme hakkı, hiçbir meşru gerekçe olmadığı halde halka tanınmamıştır. Eğer böyle bir hakkımız olsaydı, ben, geçici 15. maddenin kaldırılmasına kesinlikle evet oyu verirdim. Ancak bir bütün halinde yapılan oylamada, 12 Eylülcülere sorumsuzluk getiren madde kaldırılsın diye, yüksek yargıyı dahi siyasi iktidara bağlayacak, böylece geleceğimizi elimizden alacak, devleti başa çıkılmaz bir baskı ve zulüm aracına dönüştürecek maddelere evet demeyeceğim; dayatmayı kabul etmeyeceğim.

Anayasa değişikliğine hayır demek istikrarsızlık getirmez mi?

CEVAP:

1. Özgürlüğün kaybedildiği yerde onurlu bir yaşam sürülemez, kalıcı bir istikrar sağlanamaz.

2. Özgürlük olmaz ise ülkenin kaderini etkileyen kararlar, toplumun denetimi olmaksızın yöneticilerin/iktidar partisinin keyfi takdirine bırakılır.

3. Yargı bağımsızlığını yok eden, savcıları teminatsız bırakarak iktidara bağlayan düzenlemeler, bu ülkede yaşayan ve yaşayacak herkesin özgürlüğünü doğrudan tehdit etmektedir.

4. İktidarın eleştirilemediği, yanlışa yanlış demeye insanların korktuğu, baroların, avukatların, üniversitelerin, öğretim üyelerinin, gazetecilerin, demokratik toplum örgütlerinin susturulduğu bir ülkede istikrar olmaz; olsa olsa “korkulu bir sükunet” olur: Yönetenlerin baskısı altında ezilmiş, uysallaştırılmış, hakkını arama hakkı elinden alınmış, birey olma özelliğini yitirmiş insanlar, haksızlığa ve zulme karşı seslerini çıkartamayacakları için onursuz bir sessizliğe bürünürler.

Anayasa değişikliği paketinde yer alan diğer düzenlemeler, yargı bağımsızlığı yok edilmesine rağmen, demokrasi yönünde olumlu bir adım olarak kabul edilebilir mi?

CEVAP:

1. Kanunlarda ne yazarsa yazsın, kişilere hangi haklar tanınırsa tanınsın, bunları somutlaştıracak olan hâkimlerdir.

2. Hâkimler iktidara bağımlı kılındığı takdirde, anayasada ve kanunlarda yazılı olan haklar bütün anlamını yitirir, birer temenniye, hatta aldatmacaya dönüşür.

3. Dolayısıyla yargı bağımsızlığını yok eden, hâkim ve savcıları siyasi iktidara karşı teminatsız bırakan anayasa değişikliği paketinde yer alan ve “hak” olarak takdim edilen düzenlemeler anlamsız kalmaktadır.

4. Kaldı ki anayasa değişikliği paketi, Anayasa Mahkemesi’nin yapısını da değiştirmekte ve siyasi iktidara, yüksek mahkemenin oluşumunu dilediği gibi şekillendirme yetkisi vermektedir.

5. Öte yandan, diğer pek çok değişiklik, zaten var olan hükümlerin ya da uygulamaların tekrarından ibarettir.

Örneğin:

a.
Çocuklar, yaşlılar, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri, malul ve gaziler lehine alınacak tedbirler zaten eşitlik ilkesine aykırı değildir.

b. Kişisel veriler, zaten anayasanın, Türk Ceza Kanunu’nun ve Türk Medeni Kanunu’nun koruması altındadır. Kişilerin “fişlenme”si hali hazırda zaten yasaktır. Buna rağmen fişleme yapılıyorsa bu, devlet gücünü kullananların yaptıkları bir hukuk ihlalidir.

c. Ayrıca memurlara getirilen toplusözleşme hakkının, grev hakkı olmadan hiçbir anlamı yoktur. Uzlaşma sağlanamaması halinde uyuşmazlığı çözmekle görevli olacak Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun kimlerden oluşacağı anayasada yer almamaktadır. İktidara bağlı çalışacak bir kurulun memurlara herhangi bir güvence teşkil etmeyeceği açıktır.

6. Kadınların statülerini geliştirmek için alınması gereken ve “pozitif ayrımcılık” olarak nitelendirilen tedbirler bugün de anayasaya aykırı değildir. Ancak neyin pozitif ayrımcılık, neyin kadınları ikinci sınıf insan yapan bir uygulama olduğuna son tahlilde mahkeme karar verecektir. Hâkimleri iktidara bağlanmış bir ülkede fiilen bu kararı verecek olan iktidardaki siyasi partidir. Evrensel ölçülere göre çağdışı olan kadınlara mahsus toplu taşım araçları, kadınlara mahsus lokantalar, kadınlara mahsus parklar ve bahçeler, yalnızca belirli işlerde çalışma hakkı veya kocanın izni olmadan çalışma yasağı gibi uygulamalar pozitif ayrımcılık tedbirleri olarak sunulur ise siyasi iktidara bağlanmış bir yargı, bu insan hakkı ihlallerine karşı sessiz kalacaktır.

Hâkim ve savcıları iktidara karşı teminatsız hale getirilmiş bir ülkede neler olabilir?

CEVAP:

Örneğin:
1. İktidar partisinin yönetimindeki bir belediyeye karşı taksici Ali Bey’in, taksi durağını kaldıran belediye işlemine karşı açtığı davayı kazanması mümkün olamayabilecektir.

2.
Haksız bir özelleştirme uygulaması sonunda işsiz kalacak Neriman Hanım’ın, özelleştirme işlemine karşı açtığı davayı kazanması mümkün olamayabilecektir.

3. Katıldığı bir televizyon programında iktidar partisi genel başkanını eleştiren halkın sevgilisi sanatçı Özge Hanım’ın, hakkında neden ceza davası açıldığını anlayabilmesi, üstelik bir daha kendini konuk olarak ağırlayacak herhangi bir televizyon kanalı bulabilmesi mümkün olamayabilecektir.
4. Köşe yazarı Haluk Bey’in “bu kadar da olmaz” başlıklı yazısı üzerine tutuklandığında, dersini öğrenmeden kendini salıverecek bir mahkeme bulabilmesi mümkün olamayabilecektir.

5. Üniversite öğretim üyesi sosyolog Ayşe Hanım’ın, “Hiçbir faşist rejim kalıcı olamaz” konusunu işlediği ders nedeniyle üniversiteden atıldığında, üniversitesine ve öğrencilerine geri dönmek için açtığı davayı kazanması mümkün olamayabilecektir.

6. Avukat Veli Bey’in, iktidar partisine muhalif müvekkilini savunurken verdiği dilekçesinde yazdığı “Bu iddialar uydurma, deliller düzmecedir” cümlesi sebebiyle hakkında açılan ceza davasında, “Savunma hakkı kutsaldır, anayasa ve kanunlarımız bana savunma dokunulmazlığı tanımıştır” savunmasını dinleyecek bir hâkim bulması mümkün olamayabilecektir.

7. Bakkal Hamdi Bey’in, iktidar partisi ilçe başkanının kardeşine karşı açtığı alacak davasında, davayı çekinmeden, tarafsız bir şekilde karara bağlayacak bir hâkim bulabilmesi ve alacağını tahsil etmesi mümkün olamayabilecektir.

8. İşadamı Fethi Bey’in, iktidar partisine yakın bir şirketin aldığı bir kamu ihalesinde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla açtığı ihalenin iptali davasını kazanması mümkün olamayabilecektir.

9. Siyasi açıdan zararlı görülen internet sitelerine erişimi engelleyen idari mercilerin uygulamalarına veya yargı kararlarına karşı hangi yasal yola gidilirse gidilsin herhangi bir sonuç almak mümkün olamayabilecektir. Zaten bu yollara başvurarak kendini “deşifre” edecek cesur kişi bulmak da epey zor olacaktır.

10. Memur emeklisi Suphi Bey’in, ev hanımı Fatma Hanım’ın, iş kadını Neriman Hanım’ın, hâkim Hulki Bey’in, avukat Veli Bey’in, milletvekili Rıza Bey’in, sanatçı Perran Hanım’ın, üniversite öğrencisi Cevat Bey’in telefonunun dinlendiği, e-postasının denetlendiği, belki de yatak odasının gözetlendiği, özel hayatının her anına müdahale edildiği korkusu bitmeyecek, toplum içine düşürüldüğü paranoyadan bir türlü kurtulamayacaktır.
Daha binlerce örnek yazabilirim. Ancak ne anlatmak istediğim çok açık.


Haber Türk