When words are scarce, they are seldom spent in vain / Kelimeler kıt olduğunda, nadiren boşa harcanırlar.’ William SHAKESPEARE

Yargıç, savcı ve özellikle avukatların düşüncelerini ve hissettiklerini iyi ifade edebilmeleri için kendi dillerine hakim olmaları, kelime dağarcıklarının zengin, entelektüel alt yapılarının sağlam olması gerekir. Bu iyi hukukçu olmanın, kanunları gerek sözel, gerekse tarihi ve özellikle amaçsal yönden doğru yorumlayabilmenin, somut olaya uygulayabilmenin olmazsa olmaz koşuludur. Bu ise ancak okumakla, daha fazla okumakla mümkündür.

İnsan okur’ Neden okur? Farkında olduğunun farkında olmak için okur. Okuması gerekir. Aydınlanmak için okur. Okuması gerekir. Bilgi ve fikir sahibi olmak için okur. Okuması gerekir. Kişisel gelişimini sağlamak için okur. Okuması gerekir. Ama hukukçular, özellikle avukatlar, yargıçlar, savcılar daha fazla okur. Okumaları gerekir. Aksi halde Shakespeare’in söylediği gibi kelimeleri kıt olur ve onu da boşa harcarlar.

Okuma kültürünün, terbiyesinin, alışkanlığının kazanılmasında ailenin, okulların önemi büyüktür. Elbette eğitim, öğrenim sadece okumak değildir, okunanlar üzerinde düşünebilme ve sorgulama yapabilme becerisidir. Bu beceri de ancak okumakla elde edilir ve gelişir.  ‘Az bilmek için, çok okumak gereklidir’ diyor Montesquieu. Evet, çok okumak sadece bilmeyi sağlamaz, az bilmeyi ama insanın kendisini bilmesini, haddini bilmesini sağlar. İnsanın bu nedenle de çok okuması gerekir.

Ne yazık ki Türkiye okuyan bir toplum değil. Demokrat Eğitimciler Sendikası Araştırma Merkezinin (DESAM) raporuna göre, Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 21 olan okuma oranı Türkiye’de sadece yüzde 0,01. Bu okunanlar da daha çok fıkra ve best-seller tarzı aşk romanları.

Birkaç yıl önce Yalova Valisinin ölümüne neden olduğu matematik öğretmeni rahmetli Halil Serkan Öz’ü sınıfta ve öğrencilerinin önünde fırçalayarak küçük düşürmüş olması, valinin kendisini ve haddini bilmezliğinden, öğretmenin sakalından, bıyığından, kıyafetinden rahatsız olmasından dolayı değil, öğrencilerine okumalarını tavsiye ettiği kitaplardan dolayıdır. Sadece bu olay dahi, eğitim sisteminin geldiği aşamayı göstermesi yönünden önemlidir ve durum gerçekten vahim, hem de çok vahimdir.

Peki, hukuk eğitiminde edebiyattan, yani romandan, öyküden, şiirden ne kadar yararlanıyoruz? Daha doğrusu yararlanıyor muyuz? Hayır yararlanmıyoruz. Oysa hukuk eğitiminde edebiyatın kullanılması, bence kanunların öğretilmesi kadar önemli, asla öğrenmek olmayan kanunların ezberletilmesinden çok daha önemli ve yararlıdır.

Hukuk fakültesinde öğrenime başladığımız zaman, bizim de yaşadığımız gibi öğrencilerin çok büyük bir kısmı hukuk fakültelerine, hukuk hakkında çok fazla şey bilmeden gelirler. Hukukla tanışmaları sonrasında, hukuk üzerine öğrendikleri şeyleri yerli yerine oturtmakta, soyut bilgileri somutlaştırmakta, insani eylemleri hukuk kurallarıyla ilişkilendirmekte zorluk çekerler. Aynı zorluğu siyaset bilimi ve kamu yönetimi bölümlerinde okuyan öğrenciler de yaşarlar. Oysa hukuk ve siyaset bilimi olsun, kamu yönetimi olsun, insan hayatıyla, insan davranışlarıyla yakından ilgili olmakla, konusu, ilgi alanı insan ve toplum hayatı olan edebiyat, her üç eğitimin başlangıcında öğrencilerin karşılaştıkları zorluğu aşmalarında yararlı olacak pek çok bilgiyi, deneyimi içerir. Hal böyle iken, ne hukuk, ne siyaset bilimi, ne de kamu yönetimi öğreniminde edebiyat bir eğitim aracı olarak hemen hemen hiç kullanılmaz.

Örneğin başarılı bir öğrenci olmasına rağmen, hukuk öğrenimini ekonomik nedenlerden dolayı yarıda bırakmak zorunda kalan, para sıkıntısı içinde olmasının topluma yarar sağlamasını engellediğini düşünen, o nedenle yaşlı ve zengin olan tefeci ile olayın görgü tanığı kız kardeşini, geride hiçbir kanıt bırakmadan öldüren ve fakat vicdanından kaçamadığı için suçunu itiraf ederek polise teslim olan Raskolnikov’un trajedisini anlatan Dostoyevski’nin ‘Suç ve Ceza’ isimli romanı ceza hukuku yönünden çok iyi bir laboratuvar kitaptır.

Yine Francis Bacon’un, İngiltere’de Lordlar Kamerası Başkanı iken, bizzat yaşadıklarına dayanarak yazdığı ve yargıçların özel ve kamusal sorumluluklarını incelediği ‘Of Judicature / Adliye / Yargı’ isimli makalesi, gerek hukuk fakültesi, gerekse siyaset bilimi öğrencilerinin okumaları gereken önemli bir eserdir. Bacon bu makalesinde, yargıçların görevinin kanunları uygulamakla ve yorumlamakla sınırlı bulunduğunu, yani ‘jus dicere’ olduğunu, ‘not jus dare’, yani yasa yapmak olmadığını ifade eder.

Hukuk fakültesi öğrencilerinin okumalarında, hocalarının da okutmalarında yarar bulunan bir diğer eser, Amerikalı yazar James Gould Cozzens’in ‘The Just and The Unjust / Adaletli ve Adaletsiz’ isimli romanıdır.

Amerikan hukuk ve adalet sistemini eleştirel yönden ele alan romanbir uyuşturucu satıcısının kaçırılması ve öldürülmesi ile sonuçlanan olaydan dolayı birinci dereceden adam öldürmekle suçlanan dört kişinin yargılanmasını konu alır. Gerçekte bu dört sanıktan ikisi, kaçırma eylemine katılmakla birlikte öldürme eylemine katılmamışlardır. Ancak Pensilvanya ceza hukuku hükümlerine göre, kaçırma eylemine katılanlar öldürme eyleminden de sorumludurlar ve bu suçun cezası idamdır. Zira ‘Amaççı (Finalist) Hareket Teorisi’ üzerine kurulu olan Pensilvanya Ceza Kanunu hükümlerine göre, ceza sonuca bağlı olarak belirlenmekte, sonuç uyuşturucu satıcısının ölümü olmakla, öldürme eylemine fiilen katılmamış olsalar dahi kaçırma eylemine fiilen katılanlar, öldürme eyleminden de şahsen sorumlu tutulmaktadırlar.

Cezanın kişiselliği ilkesine aykırı olmakla ceza hukuku bağlamında tartışmalı olan ve finalizm kavramına dayanan ‘Amaçcı (Finalist) Hareket Kuramı’nın fikir babası Alman ceza hukukçusu Hans Welzel’dir.  Bu kuramı tartışmaya açan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin pek çok eyaletinde halen uygulanmakta olan roman, ceza hukuku eğitiminde yararlanılacak önemli bir edebiyat eseridir.

Amerikalı siyaset bilimci ve hukukçu John Rawls’un ‘yasaların ve hükümet politikalarının değiştirilmesini hedefleyen, aleni olarak yani halkın önünde icra edilen, şiddete dayanmayan, vicdani ve meşru olan, ancak yasal olmayan’ bir eylem olarak tanımladığı sivil itaatsizlik, aynı zamanda demokrasiyi ve demokratik refleksleri diri tutan bir siyasi eylemdir.

Sofokles’in ‘Antigone’ isimli eseri, kadim tarihte eğer bu olay gerçekten yaşanmış ise, sivil itaatsizliğin somut ilk örneğidir.

Hepimizin bildiği üzere, sivil itaatsizliğin fikir babası Amerikalı şair ve düşünür Henry David Thoreau’dur. Gerçekte bir manifesto ve asıl adı ‘Resistance to Civil Government / Sivil Yönetime Direnme’ olan, ancak daha çok ‘Civil Disobedience / Sivil İtaatsizlik’ olarak tanınan bildiri, 26 Ocak 1848 tarihinde Thoreau tarafından Concord Lisesi’inde halka ve öğrencilere bizzat okunmuştur.  Manifestoyu hazırlamasında Thoreau’yu motive eden ve Thoreau’nun farkındalik yaratmak istediği hususlar: ‘logos’, yani akılla kavrama, ‘ethos’, yani etik davranma, ‘pathos’ yani duyguyla kavramadır.

Kamu Hukuku dersinde öğrencilerin ilk karşılaştıklarında soyut bulacakları ve o nedenle bir yere oturtamayacakları sivil itaatsizlik kavramı hakkında yeterli bilgi sahibi olmaları için, Sofokles’in ‘Antigone’ isimli eserinin ve Thoreau’nun ‘Resistance to Civil Government / Sivil Yönetime Direnme’ başlıklı manifestosunun ders malzemesi olarak kullanılmasında büyük yarar vardır.

Ve Donkişot. Miguel Cervantes’in ünlü eseri. Hukuk eğitimi ile ne ilgisi var diyeceksiniz? Var. Okuyanlar anımsayacaklardır, Cervantes bu eserinde, yargıçların kanunları uygularken sadece kanunların sözü ile yetinmemelerini, aynı zamanda kanunların ruhunu da dikkate almalarını, her ikisini uzlaştırmaları gerektiğini söyler.  Ki bu günümüzde dahi yargıçlar tarafından çoğu zaman başvurulmayan bir yöntemdir.

Bir diğer örnek Anton Cehov’un ‘Suçlu’ isimli öyküsüdür. Bu öyküde sanık olan Denis Grigoryev’i yargılayan yargıç, nihai kararını verirken şansız sanığı aklamak için hukukun her olasılığı dikkate alması gerektiği hususu üzerinde durur ve yine sanığın saikini değil,  eylemi üzerinde etkili olan kümülatif/birikimsel kişisel eylemlerini göz önüne alır. Bu kısa öykü de, ileride avukat, yargıç veya savcı olacak olan öğrencilere yararlı olacak bir edebi eserdir.

Tutuklu ya da hükümlülerin psikolojisi, tutukluların karşılaştıkları zorluklar, yaşadıkları sıkıntılar, bütün bunların ruh dünyalarına nasıl yansıdığı konusunda önemli bir diğer eser de, Dostoyevski’nin ‘Ölü Evinden Anılar’ isimli kitabında anlattığı kişisel izlenimleridir. Kendisi de hapishane ve sürgün hayatı yaşayan yazar bu eserinde, hapishanedeki yaşamı, oranın koşullarını, usullerini, raconunu, kendisiyle aynı kaderi paylaşan Goryançikov, Akim Akimiç ve Petrov gibi mahkumların, iç dünyalarındaki aşağılanmaya, ezilmişliğe, dışlanmışlığa, yalnızlığa karşı verdikleri mücadeleyi ve hiçbir zaman yitirmedikleri umutlarını anlatır. Bu eser de, gelecekte infaz savcısı olma olasılığı bulunan hukuk fakültesi öğrencilerinin mutlaka okumaları gereken bir kitaptır.

Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette. Mesela A.Kadir Meriçboyu’nun, Nazım Hikmet’in haksız olarak mahkum olmasının yaşanmış hikayesini anlattığı ‘1938 Harp Okulu Olayları ve Nazım Hikmet‘ isimli kitabı var. Yine ‘Sokrates’in Savunması’, Kafka’nın ‘Dava’ isimli romanı var. Bunların her üçü de hukuk eğitiminde yararlanılması gereken önemli eserlerdir.

Yararlanılacak edebi eserler içinde şiir de, şiirler de vardır. Mesela Behçet Necatigil’in 1945 yılında yazdığı ‘Kovboy Filmleri‘ isimli şiiri. Necatigil bu şiiri 69 yıl önce adaletten şikayetçi olduğu için yazmış, o tarihte Türkiyenin adalet ile ilgili sıkıntılarını bildiği, bizzat yaşadığı için yazmış. Bu sıkıntılar, bu sorunlar bugün de fazlasıyla devam ediyor. Yani Necatigil’in ‘Kovboy Filmleri’ şiiri hala güncelliğini koruyor.

Yine Nazım Hikmet’in avukatı İrfan Emin Bey için ‘İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime, / Resmimi, suratımı başköşeye asarlar… / Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime, / Ardında taş duvarların her kaldığım zaman, / Ne arayan beni, ne soran… / Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu… / Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. / İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli / Nasılsın?’ diyerek yazdığı şiiri var.

Sadece romanlar mı, hikayeler ve şiirler mi? Luiz Bunuel ‘Sinema, duygular, düşler ve içgüdü dünyalarını anlatmak için en iyi araçtır’ diyor. Yani sinema da var. Hukuk Fakültesi öğrencilerinin mutlaka izlemesi, hocaların öğrencilerine izlettirmesi gereken filmler de var. Mesela ‘Şeytanın Avukatı’, ‘Birkaç İyi Adam’, ‘Beklenmeyen Şahit’, ‘Nürnberg Duruşması’, ‘Dava’, ‘Başkanın Adamları’, ‘Pardon’, ‘Juri’, ‘Sanık’, ‘Öldürme Üzerine Kısa Bir Film

Edebi nitelikte olmamakla beraber, her hukuk fakültesi öğrencisi, her avukat, her savcı ve her yargıç tarafından okunması gereken iki kitap daha var. Yaşanılan bir şey olduğu kadar, hissedilen bir şey de olan ve kısaca ‘bir başkasının özel alanına yapılan amaçlı bir müdahalenin yani zor kullanmanın yokluğu‘ olarak tanımlanan özgürlük ile yine insan için tıpkı özgürlük gibi ekmek kadar, su kadar aziz, gerekli ve vazgeçilmez olan adalet üzerine yazılmış iki kitap. Birincisi İngiliz düşünür J.S.Mill’in yazdığı ‘On Liberty/Özgürlük Üzerine‘ isimli kitabı, ikincisi   Türkçe’ye benim tercüme ettiğim Amerikalı siyaset bilimci ve hukukçu John Rawls tarafından yazılmış olan ‘A Theory of Justice/Bir  Adalet Teorisi‘isimli abidevi eser.

Hukuk Fakültesi öğrencilerine, hocalarına, sadece öğrencilere ve hocalarına değil,  avukatlara da, savcılara da, yargıçlara da arz ettim.