Cumhurbaşkanı Erdoğan Adalet Akademisini ziyaretinde hukuk, kanun ve adalet üzerine önemli değerlendirmelerde bulunarak hitap etti genç hakim ve savcı adaylarına.

"(Hukuk mu kanun mu) derseniz, benim o zaman savunacağım şey; hukuktur. Çünkü kanun önüne gelenin istediği gibi, arzu ettiği gibi, nefsi neyi emrediyorsa ona göre hazırlamış olduğu bir yazılar silsilesidir veya yasalar manzumesidir. Ama hukuk öyle değil. Eğer benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki..." diyerek hukukun üstünlüğüne vurgu yaptı.

Hukukun üstünlüğünün dikkate alınmadığı, hakkın korunmadığı, adaletsiz muamelelere dikkat çekerken, okuduğu şiir yüzünden hapse atılmasını örnek gösterdi.

17-25 Aralık sürecinde emniyet ve yargı içindeki paralel yapılanmanın adalet müessesesine verdiği zarara işaret ederek, yargının yürütmenin emrine girdiği iddialarına cevap teşkil edecek bir şey daha söyledi;

"Şunu iyi bilmemiz lazım, kul iradesini Allah'tan başka kimseye teslim etmemelidir; asla. Ne Cumhurbaşkanı'na ne Başbakan'a ne elinde sermayeyi tutan para babalarına... Kimseye, hiçbir egemen güce teslim etmediğimiz sürece, işte o zaman yaratılmışların en şereflisi olan insan oluruz"
Evet, insan eşrefi mahlukat. Aklını ve iradesini kimseye teslim etmemeli. Hele bu yargı mensubu ise, karar mevkiinde ise, bir yerlerden aldığı talimat ile hak ve adalet terazisini yamultuyorsa vay haline.

Hukuk- kanun ayrımı
Hukuk eğitiminin yetersiz olduğu,  hukuk bilincinin  yeterince gelişmediği toplumlarda, hukuk deyince genelde kanunlar ve kanunlara itaati sağlayan otorite anlaşılmaktadır. “Ne yapalım kanun böyle” sözü de bu çerçevede yetkililerce sık kullanılan bir tabirdir. Oysa hukuk kavramı çok daha farklıdır. Tanımı, kapsamı, evrensel olarak ihtiva ettiği anlam üzerinde durulması gerekir.

Hukuk-kanun ilişkisine girmezden önce, özellikle kanun denince hemen akla gelen otorite kavramına değinelim. Otorite, “yaptırma, yasak etme, emretme, itaat ettirme hakkı veya gücü”  anlamlarına gelir. Devlet otoritesi  denildiği zaman da “ siyasi veya idari güç” anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi  siyasi otorite bazen tek kişide, bazen bir ailede, bazen de bir meclis üzerinde  bulunmaktadır. Siyasi otorite, başta kanunlar olmak üzere yürürlüğe koyduğu mevzuat ile otoritesini sağlamaktadır. Parlamenter sistemde yasama ve yürütme erkleri ayrı gibi görünse de, kanunları vaz eden güç ile yürütme gücü aynı otoritede birleşmektedir.  Bu durumda kanunlar siyasi otoritenin gücünü sağlamlaştıran,  muhalefet edenleri susturan nitelikler taşıyabilmektedir. En azından bu riski taşıyabilmektedir. İdari gücün kanunları uygulamasında, toplumun bütün fertlerine ayırım yapmadan eşit ve hakkaniyetle uygulaması  hukuk ve adalet anlayışı ile ilgilidir. 

Hukuk Arapça bir terim olup, hak kelimesinin çoğuludur. “Hukukumdan vazgeçmem” diyen bir insan sahip olduğum haklardan vazgeçmem demektedir. Hukuk kavramı günlük hayatta da sık sık kullanılmaktadır.  Komşu hukuku, arkadaş hukuku gibi. Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütününe de hukuk denilmektedir. Kamu hukuku, ceza hukuku, medeni hukuk, ticaret hukuku vs. 

Hukuk ve kanun  ilişkisini ya da ayrımını belirleyen en önemli kriter, hukukun üstünlüğü ilkesidir. Hukuk, insanların doğuştan – yaratılışla- sahip olduğu  haklar bütününü içermektedir. Bu hakların her zaman ve ortamda korunması, eşitlik ve adalet prensipleri içinde uygulanması asıldır. Hukukun üstünlüğü anlayışı evrensel nitelikte temel insan hak ve hürriyetlerinin belirlenmesini ve korunmasını gündeme getirmiştir. İnsan hak ve hürriyetleri hem bireylere hem devlete karşı korunması gereken değerler olarak, tüm insanlığın öncelikli konusu haline gelmiştir.

Hukuka aykırı kanunlar
Kanunlar, toplum hayatını düzenleyen kurallar olarak kimi zaman hukuka aykırı düzenlemeler de içermektedir. Kanunların zaman içinde değiştirilmesi, bazen yeni ihtiyaçlardan, bazen de kanunların hukuka aykırı olmasından kaynaklanmaktadır. Devlet otoritesini korumaya yönelik nice kanunlar vardır ki, her bir maddesi temel insan hak ve özgürlüklerini ihlal eder niteliktedir. Bu nedenledir ki, günümüz hukukçuları kanun hakimiyetinden çok, “hukukun üstünlüğü” ilkesini ve bu ilkeyi benimsemiş, özümsemiş “hukuk devleti” ni  savunmaktadırlar. Bu yaklaşımı,  kanunların hukuka uygunluğunu sağlama gayreti ve mücadelesi  olarak değerlendirmek gerekir. 

Konunun daha iyi anlaşılması için örneklendirecek olursak; 28 Şubat darbe döneminde, 12 yaşından küçük çocuklara Kur’an öğretimini yasaklayan bir kanun çıkarılmıştır. Bu kanuna aykırı hareket edenler için de cezai yaptırım getirilmiştir. Bu bağlamda yapılan uygulamaların kanuna uygun olduğu söylenebilir ama hukuka asla uygun değildir. 

İnsanların en doğal haklarından biri olan “yaşama” hakkı gibi, çocuklarına istediği dini öğretme hakkı da tabii haklarındandır/hukukundandır. Evrensel hukuk anlayışındaki olumlu gelişmeler, insanın yaratılıştan sahip olduğu haklar içinde çocuklarına reşit oluncaya kadar istediği eğitimi verdirme hakkını da kabul etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek protokollerine de bu husus yazılı metin olarak girmiştir. 

Otorite adaletle sağlanmalı
Devlet otoritesi bir süre için, hukuka uygun olan veya olmayan kanunlarla sağlanabilir. Ancak hukuka uygun olmayan kanunların uygulandığı yerde adalet tesis edilemez. Çünkü adalet, “hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk”  demektir.  Adaletin sağlanamadığı yerde zulüm vardır. Zulüm ile otoritenin ilelebet sağlanması ise asla mümkün değildir.  İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur.

Siyasi  otorite  “ itaat ettirme” gücünü, adil uygulamalarla, adaleti ayakta tutarak da sağlayabilir. Korkuya değil sevgiye ve saygıya dayalı bir otorite tesisi. Bu takdirde millet mutlu olacak, devletine severek itaat edecektir. Milletin mutluluğu devletin de gücü demektir.

Bu izahlarımızın doğruluğu, insanlık tarihi boyunca pratikte görülmesine ve insanlık temel hak ve hürriyetler noktasında ciddi aşamalar kaydetmesine rağmen, tarihten ders almayanlar zulüm ile otoritelerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. 

İsrail’in Filistin’de estirdiği terör, ABD’nin Irak’ta yüz binlerce insanı  katletmesi, Esad’ın kendi vatandaşları üzerine yağdırdığı bombalar, DAİŞ’in kendilerine itaat etmeyenleri vahşice boğazlama sahneleri... 

Bu noktada, insanların hukuk ve adalet anlayışlarına  yön veren dünya görüşlerinin sorgulanması gerekmektedir. İnsanları ırk, renk, dil veya dinlerine göre ayıran ve farklı statülerde değerlendiren ve yönetenler, bize göre zulüm olan davranışlardan hayvani bir zevk alabilmektedir. 

Kendilerini Müslüman kabul edip, İslam ve hilafet adına hareket ettiklerini beyan edenlerin ancak korku filmlerinde görülebilecek toplu infazları gerçekleştirmeleri ve videolarını dünyaya yaymak suretiyle, İslamofobiye nasıl hizmet ettikleri üzerinde çokça düşünülmesi gerekmektedir. Bu eylemleri yapanların din ile İslam ile ilgileri olmadığında kuşku yok ama dünyada oluşturulmak istenen algı maalesef bu.

Oysa hukuk ve adaleti hep önceleyen ve önemseyen İslam’ın bu konudaki görüşleri, insanlığın barış ve mutluluğuna en iyi katkıyı sağlayacak esaslar olarak önümüzde duruyor. İşte ilkeler; 

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”  (Nahl Suresi.90 )

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”  (Nisa Suresi. 58 )
 
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”  ( Nisa Suresi 135 ) 

Adaleti titizlikle ayakta tutmayı öğütleyen, kendi ana-babanız aleyhinde olsa bile Allah için doğru şahitlik yapmayı öğütleyen, insanların fakir veya zengin olmaları, onlardan sağlanacak menfaatler, doğruluğu eğip bükmenize sebep olmasın çağrısında bulunan bu anlayışı samimiyetle benimseyenlerin, aklını ve iradesini başkalarına teslim etmeyenlerin bir başkasına haksızlık yapması, hukukunu çiğnemesi, zulüm etmesi düşünülebilir mi ?