Her şeyden önce, hukukun üstünlüğü anlayışı ile, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen bir demokrasinin  gerçekleşmesi  için  gerçek anlamda iyi hukukçulara ihtiyaç vardır.
         
İyi bir hakim, iyi bir savcı, iyi bir avukat ve iyi bir idareci olmak için, mutlaka hukuku iyi bilmek gerekir. Hukuku  iyi  bilmek yetmez, iyi bir hukukçu olmak lazım.
         
İyi bir hukukçu olmak için, hukuk nosyonuna  ve formasyonuna sahip olmak gerekir. Hukuk nosyonu ve formasyonu  birbirini  tamamlayan kavramlardır. Üst düzeyde bir hukuk nosyonu ve formasyonuna sahip olmak için, bir şahsın, hukuk alanında,  iyi bir eğitim alması, üst düzeyde bilgi sahibi olması, hukukun evrensel  ilke ve esasları ışığında, bildiklerini uygulamaya koyması, bilimsel görüşlerden faydalanması, Yargıtay kararlarını  takip etmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi  kararlarını incelemesi ve değerlendirmesi, sürekli  okuyup  kendini geliştirmesi, yetiştirmesi, gerektiğinde hukuk alanında yeni bir şeyler üretmesi  gerekir. Bu özellikleri taşıyan kişi iyi bir hukukçu olur. 
         
İyi bir hukukçunun en önemli özelliği de işini sevmesi, benimsemesi ve  sorumluluk anlayışı içinde görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmesidir. Hakkın ve  adaletin tecellisini gerçekleştiren hakimin, Cumhuriyet Devletini temsil eden, mağdurun ve haksızlığa uğrayanın sesi  olan savcının ve kutsal olan savunmanın sesi olan avukatın yaptıkları görev çok önemlidir. Hakim, savcı ve avukatın iyi bir hukukçu olması yetmez. Ayrıca, zihnine ve gönlüne hak ve adalet duygusunu yerleştirmeli ve bu anlayışı içselleştirmelidir. Bunların dışında, doğru olması, dürüst olması yasa ve hukuka bağlı kalması ve kararlarında, vicdanı yok sayarak karar vermemesi gerekir. Aksi takdirde, adalete ulaşmak mümkün olmaz.
             
İyi bir hukukçu, matematik zekâsına sahip olmalıdır. Bir matematikçi, bir problemi çözmek için önce verileri ortaya koyar. İstenilenleri tespit ettikten sonra, problemi çözmek için önce düşünür, muhakeme yoluna giderek problemi çözmeye çalışır. Hukukçu da bu yolu izleyerek, hukuki meseleye çözüm arar. Bu düşünce tarzına hukukta analitik düşünce denilir. Analitik düşünce anlayışında, araştırma inceleme, sorgulama, akıl yürütme ve hukuki meseleyi analiz ederek sentez yoluyla soruna çözüm bulur. 
           
Formülleri, teoremleri, postulatları ezberleyerek, nasıl iyi matematikçi olunmazsa, kanun maddelerini ezberleyerek de iyi bir hukukçu olunmaz. Roma Hukukunda, “Piyanoda tuşların yerini bilmek, iyi müzik eseri ortaya çıkarmak için yeterli değildir.” der. Diğer yandan, bir hafız Kur’an’ı Kerimi ezberler ve okur. Ancak, Kur’an’ın ne açıklamasını ne de yorumunu yapar. Çünkü zihnini ve bütün enerjisini Kur’an’ı ezberlemeye harcamıştır. Demek istediğim o ki, iyi bir hukukçu ezberci olmamalıdır. Ezberci bir anlayışla hukukçu olunmaz.          
               
İyi bir hukukçu matematikle, hukuku özdeşleştirmelidir. Matematik zekâsı olan bir kişi aynı zamanda muhakeme yeteneğine sahiptir. Hukukçu da, önüne gelen bir hukuki meseleyi, matematikte olduğu gibi önce verileri ortaya koyar. İstenilenleri tespit eder, kazandığı hukuk nosyonu ve formasyonu ile muhakeme yoluyla hukuki meseleye çözüm bulur.
         
Nitekim, ünlü matematikçi, JOHN NASH, “İYİ MATEMATİK BİLMEYEN TOPLUMLARDA ADALET YOKTUR.” diyor. Bunun açılımını yapmak gerekirse; matematik zekası insana, düşünme ve akıl yürütme (muhakeme)  yeteneği kazandırır. Düşünme ve muhakeme pozitif ilmin, doğrunun ve adaletin kaynağıdır. Pozitif ilmi yaşama geçirmeyen toplumlar bilim ve teknoloji alanında gelişemez ve kalkınamazlar. Kalkınmayan toplumlar, aynı zamanda uygarlığı da yakalamadıkları için geri kalmaya mahkûm olurlar.
         
Bütün bu açıklamalarımızdan sonra, sorunumuz, iyi hukukçular yetiştiremediğimiz noktasında toplanmaktadır. Peki, iyi hukukçu yetiştirmek için, planlı programlı bir devlet politikamız var mıdır?
       
Ülkemizde devlet ve vakıf üniversitelerinde açılan hukuk fakültelerinin sayısı yüzü aşmıştır. Bu okullar da okuyan öğrencilere iyi bir eğitim veriyor muyuz?  Bunu irdelemek gerekir:
       
Genel bir değerlendirme yaptığımızda, bu okullardan mezun olan öğrenci sayısı ülkemizin ihtiyacından çok fazladır.  Bazı özel hukuk fakülteleri, çok düşük puanla öğrenci almaktadır. Üç dört öğretim üyesiyle eğitim vermekte, bazılarında hiç profesör öğretim üyesi yoktur. Genelde, misafir öğretim üyesiyle durumu idare etmektedirler.  Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine düşük puanla, hukuk fakültelerine öğrenci alınmamaktadır. Bu şekilde açılan özel okulların esas bir amacı da para kazanmak olduğundan, çok sayıda öğrenci alınmakta ve çok sayıda öğrenci mezun vermektedirler. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra iş bulamamaktadır. Bulanlar da çoğu zaman çok düşük bir ücretle birilerinin yanında çalışmaktadır. Hâkim ve savcı sınavlarında başarılı olamadıkları için, bir anlamda avukat enflasyonu yaşanmaktadır. Oysa avukatlık;  yargının kurucu unsuru ve kutsal savunmanın temsilcisi olarak, farkında olunmadan önemsizleştirilmektedir. Devletin, bu sayıda hukuk fakültesi açılmasına ve çok sayıda mezun vermesine ön ayak olması, demokrasi, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü anlayışı ile örtüşmediği gibi bu anlamda iyi birer hukukçu yetiştirdiği söylenemez.         
     
Ülkemizde görülen bazı önemli davalar nedeniyle, yapılan soruşturmalar sonucunda, suçlanan sanıklar hakkında davalar açıldı. Yargılanan sanıkların birçoğu üç yıl, beş yıl tutuklu kaldılar. Yargılama sonucunda sanıklara; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, müebbet hapis cezası, 20 yıl, 30 yıl gibi büyük cezalar verildi.
   
Sanıklar ve avukatlar, verilen kararların usul ve esas yönünden yasa ve hukuka aykırı olarak verildiğinden bahisle, kararların bozulması için temyiz yoluna başvurdu. Yargıtay da yapılan yargılama sonucu verilen bu cezaların büyük bir kısmı onandı ve bu kararlar kesinleşti. Kesinleşen bu kararların usul ve esas yönünden yasalara aykırı olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları ve evrensel hukuk kurallarına aykırı olarak verildiğini, yargılanmada, adil yargılanma kurallarına uyulmadığını, hak ihlalleri olduğunu ileri sürmek suretiyle Anayasa Mahkemesine başvurdular. Anayasa Mahkemesi, sanık ve avukatlarının bu başvurularını iyice inceleyip değerlendirten sonra sanıklar yönünden, yargılamanın, Avrupa insan hakları sözleşmesinin adil yargılanmanın kurallarına aykırı olarak gerçekleştirildiğini, yargılanmada hak ihlalleri olduğunun tespitine karar verdi.
           
Bu önemli davalarda yargılanma yapılırken, yasa ve hukuka uygun bir yargılamanın yapıldığını söylemem zordur. Şahsi kanaatim ve düşüncem o dur ki; suçlular vardı, suçsuzlar vardı. Tabiri caizse, sapla saman karıştı. Halk arasında söylenen bir söz vardır. Kurunun yanında yaş da yandı demek doğru olur diyorum.
         
Anayasa Mahkemesinin yargılanmanın adil olmadığını, yargılanmada hak ihlalleri olduğunun tespiti kararından sonra, sanıklar ve avukatları, sanıklar yönünden yargılanmanın yenilenmesi için, görevli ve yetkili mahkemelere başvurdular. Konuyu inceleyen mahkemeler, sanıklar ve avukatlarının bu talebini Anayasa mahkemesinin kararına uymak suretiyle, yargılamanın yenilenmesine karar verdiler. Sanıklar yönünden, yargılanmanın yenilenmesine karar verildikten sonra sanıklar görevli ve yetkili mahkemelerde yeniden yargılandılar. Yapılan bu yargılanmalar sonucu müebbet hapis cezası, ağırlaştırılmış hapis cezası, 30 yıl, 20 yıl ve daha fazla ceza alan sanıkların hepsi hakkında beraat kararları verildi.
             
Sanıklar yönünden verilen bu mahkûmiyet kararlarını ve beraat kararlarını irdelemek gerektiğini düşünüyorum. Bu kararlar verildikten sonra, bir kısım siyasetçiler, bu sanıklara kumpas kurulduğunu açıkladılar. Bilmem ki kumpasla insanlar bu denli nasıl mağdur edildiler. Yazık değil mi günah değil mi, hangi vicdan buna razı olur? Bu ne biçim hukuk, bu nasıl bir adalet?   Nasıl olur da bir savcı, bir hâkim kurulan bir kumpasın aleti olur? Yazık olmadı mı bu insanlara, bu ülkenin adaletine. Gel de bu savcılara bu hâkimlere hukukçu de. Bilmem ki, bunlardan hukukçu olur mu? 
       
Eğer söz konusu bu kararlarla ilgili olarak, sanıklar hakkında yapılan soruşturma kovuşturmalar, siyasi iradenin etkisi ile verilmişse, keza anayasa mahkemesinin hak ihlalleri ve yargılamanın adil olmadığına dair kararlar, siyasi iradenin etkisi ile verilmişse, vay bu adalete demek gerekir.
         
Demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlediği, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğünün yaşama geçirildiği bir ülkede, yargı mutlaka bağımsız olmalıdır. Siyaset yargıya müdahale etmemelidir. Siyaset yargıya müdahale ediyorsa yargı bağımsız değildir. Yargının bağımsız olmadığı bir ülkede, ne hak ne hukuk ne de adalet kalır. Bu bağlamda, suç işleyen herkes, yasa ve hukuka, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve evrensel hukuk kurallarına uygun olarak yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Hiç kimsenin suç işleme imtiyazı olmamalıdır. Suçsuz insanların cezalandırılması söz konusu olmamalıdır. Suçsuz insanlar, kendilerini güvende hissetmelidirler. Bu Hukuk Devleti olmanın olmazsa olmaz şartıdır.
         
Şu hususa da değinmek istiyorum. Bu yargılanmalar sırasında, kutsal olan savunma mesleğinin mensubu avukatların nasıl bir hukuk savaşı verdiklerini nasıl mücadele ettiklerini nasıl muhteşem bir görev yaptıklarını belirtmeden geçemeyeceğim. Bu anlamda; avukatlığın, yargının kurucu unsuru olduğunu, iyi bir hukukçu olmadan, iyi bir avukat olunmayacağını, yaptıkları görevin kutsal olduğunu ve savunmanın ne kadar önemli olduğunu da tutum ve davranışlarıyla ortaya koydular. Açıkçası avukatlık mesleğinin ne denli önemli olduğunu,  verdikleri hukuk savaşı ve mücadelesiyle ispatladılar demek doğru olur, diyorum. 
         
Diğer yandan, ülkemizde yapılan yargılamalar sonucu verilen kararlar aleyhine, uzun bir süre tutuklu kaldıktan sonra, beraat edenler devlet aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açıyorlar. Büyük bir ihtimalle, bu davaları açanlar, bu davaları kazanacaklar. Genel anlamda, yapılan yargılanmalarda hak ihlalleri bulunması ve adil yargılama yapılmadığı için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdular. Mahkeme yargılamanın adil olmadığı ve hak ihlalleri olduğunu kabul ederek, ülkemizi büyük oranda tazminata mahkûm ediyor. Ve bu tazminatları da ödüyoruz. Bu konuda, neredeyse Avrupa birincisiyiz. Bu durumda, bu davaları açan savcılara ve karar veren hâkimlere, bunlar iyi hukukçudur diyebilir miyiz? Ödenen bu tazminatlarda, tüyü bitmemiş yetim hakkı ve kul hakkı vardır. Bu kararları verenler bunun farkındalar mı acaba?
         
Hâkim ve savcı olmak için, yapılan yazılı sınavlarda, başarı gösterenler, mülakata alınmaktadır. Alımlarda, bir hâkim ve savcıda bulunması gereken objektif kriterler gözetilmemekte, kim bana yakın, kim bana uzak anlayışı esas alınmaktadır. Bilahare, yapılan yargılamalarda bu şekilde alınan hâkim ve savcıların verdikleri kararlardan dolayı, siyasi iktidar sahipleri de şikâyetçi oldular. Neden bilinmez, bir işi doğru dürüst yapamıyoruz. Demek ki yanlış yapmışız. Eğer bir hukuk devleti olduğumuzu kabul ediyorsak, işimizi yasa ve hukuka ve evrensel hukuka uygun olarak yapmalıyız. Halk arasında benimsenen güzel bir sözümüz var: ”Doğruluk ve dürüstlük kale kapısıdır yıkılmaz .” uygulamalarımızda bu anlayışı benimsemeli ve bu anlayıştan vazgeçmemeliyiz.
         
Bu arada şu hususu da açıklamakta fayda vardır; avukatlardan da sınavla hâkim ve savcı alınmaktadır.  Keza avukatlar içinde, meslek bilgi ve ehliyeti esas alınmamaktadır. Genelde, aynı hata burada da devam etmektedir. Kaldı ki, mesleklerinde başarılı olmayanlar, hâkim ve savcı olmaktadırlar. Bazı istisnalar hariç. Taraflı olarak alınan bu avukatlardan tarafsız olmalarını beklemek de mümkün değildir.  Oysa bir hâkim ve savcıda bulunması gereken en önemli özellik, tarafsızlıktır.   
                 
Bütün bu olaylar ve yaşananlardan sonra, meslek bilgi ehliyeti yeterli, hukuk nosyonu ve formasyonu üstün, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü anlayışına sahip hukukçu yetiştirmediğimiz ortaya çıkmaktadır. Dileğim o dur ki, iyi hukukçular yetiştirelim ve iyi hukukçularla kendimizi güvende hissedelim. 
                                                                                            

(Bu köşe yazısı, sayın Avukat Aziz  CANATAR tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)