Tutuklamanın, kesinleşmiş bir hükmün infazı şeklinde tatbik edilemeyeceği tartışmasızdır.

  • Anayasa m.19/8’e göre; “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir”.
  • İHAS m.5/4’e göre; “Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir”.


Konu başlığımız “derece mahkemesince re’sen gerçekleştirilen tutukluluk incelemeleri” olup; 
“ex officio/re’sen” olarak adlandırılan bu incelemeler neticesinde hürriyeti kısıtlanan bireyin, hangi yasal dayanaklara başvurularak, Anayasa m.19/8 ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m.5/4’de güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının güvencelerinden muaf tutulduğu veya bu hükümlerin koruması dışında bırakıldığıdır.

Tutuklamanın, kesinleşmiş bir hükmün infazı şeklinde tatbik edilemeyeceği tartışmasızdır; zira her tutukluluk incelemesi neticesinde tutukluluğun devamına veya salıverilme isteminin reddine ilişkin verilen kararlar, dosyanın esasına girilmeden ara karar şeklinde verilse dahi, CMK m.104/2-3 ve m.268/3’ün (e) bendi uyarınca itiraza tabidir[1].

Aşağıda yer verdiğimiz kararlar; CMK m.108/1’de öngörülen “en geç otuzar günlük süreler itibariyle” re’sen incelenen tutukluluk halinin, Anayasa Mahkemesi’nce nasıl “konu” bakımından yetkisizlikle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından kabul edilemez bulunduğuna dair öngörüleri içermektedir.

CMK m.108/1 uyarınca re’sen yapılan tutukluluk incelemelerinin, birey hürriyeti aleyhine İHAS m.5/4 ve Anayasa m.19/8’den ayrık tutulması, kanaatimizce yeterli ve somut gerekçeye dayanmamakla birlikte, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının koruduğu hukuki amaçla da bağdaşmamaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve Anayasada hiçbir yasal zemini olmayan bu istisnai uygulamanın, özgürlüğünden keyfi şekilde mahrum bırakılan bireyi, iç hukukta tutukluluğa özgü asgari standartlarda öngörülen lehe hükümlerden uzaklaştırdığı ortadadır.

  • Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün, 30.09.2015 tarihli ve 2015/10804 numaralı kararında; tutukluluk incelemesi için Kanunda öngörülen otuz günlük süreye riayet edilmediği, bu sebeple erken tahliye olma imkanı olan başvurucunun, haksız yere fazladan içeride tutulduğu iddia edilmiş, ancak Yüksek Mahkeme başvuru konusu yapılan kararın re’sen inceleme neticesinde verilen yerel mahkeme kararı olduğunu, re’sen gerçekleştirilen tutuklulukla ilgili incelemeler neticesinde verilen kararların konu bakımından yetki kapsamı dışında olduğunu, bireysel başvuru kapsamında olmayan bu kararların usulüne dahil alt unsurlarla aynı hukuki sonuca tabi olduğunu (paragraf 20) belirterek, başvuruyu kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından kabul edilemez bulmuştur.
  • Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü’nün 21.11.2013 tarihli ve 2012/1158 numaralı kararına göre;


30. Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci ve AİHS’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkraları, her ne sebeple olursa olsun hürriyeti kısıtlanan kişiye tutuklanmasının yasallığı hakkında süratle karar verebilecek ve tutulması kanuni değilse salıverilmesine hükmedebilecek bir mahkemeye başvurma hakkı tanımaktadır. Anılan Anayasa ve AİHS hükümleri esas olarak, tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurusu üzerine, bir mahkeme nezdinde yürütülmekte olan davalardaki tahliye talepleri veya tutukluluğun uzatılması kararlarının incelenmesi açısından bir güvence oluşturmaktadır. 

31. 5271 sayılı Kanunun 108. maddesinde, soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından 100. madde hükümleri gözönünde bulundurularak; kovuşturma evresinde ise tutuklu sanığın tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da en geç otuz günlük süre içinde hakim veya mahkemece resen karar verileceği hükme bağlanmıştır.

32. 5271 sayılı Kanunun 108. maddesine göre yapılacak değerlendirme resen yapılmakta olup Anayasanın 19. maddesinin sekizinci fıkrası ile hürriyeti kısıtlanan kişiye tanınan yargı merciine itiraz edebilme hakkı kapsamında değerlendirilemez. Bu nedenle başvurucuların, 31/10/2012 tarihinde 5271 sayılı Kanunun 108. maddesine göre Mahkemece re’sen yapılan incelemenin duruşmasız olduğu ve çelişmeli yargılama ilkesine uyulmadığı yönündeki şikayetlerinin ‘konu bakımından yetkisizlik’ nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir”.

 

  • Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü’nün 18.06.2014 tarihli ve 2013/2814 numaralı kararında; Yerel Mahkemece re’sen gerçekleştirilen tutukluluk incelemeleri sonucunda verilen kararların kendisine bildirilmemesi sebebiyle bu kararlara itiraz etme imkanı bulamadığını iddia eden başvurucunun, benzer gerekçelerle kabul edilemez bulunan başvurusu, Adalet Bakanlığı’nca da aynı argümanlara dayandırılmıştır. İlgili kararın;


33. 
 Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun sözkonusu şikayetinin, Derece Mahkemesince 5271 sayılı Kanunun 108. maddesine göre yapılan incelemeye ilişkin olduğunu, hem tahliye taleplerini hem de tutukluluğun devamına karşı yapılan itirazların incelenmesini kapsayacak şekilde belli bir mahkeme nezdinde yapılan tutukluluğun yasallığına ilişkin itiraz başvurularının İHAM tarafından Sözleşmenin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası çerçevesinde değerlendirildiğini ve tutukluluğun devamına dair periyodik olarak gerçekleştirilen incelemelerin bu hakkın kapsamına girmediğini belirtmiştir”.

Tutuklamanın kanuna uygunluğunun ivedilikle incelenmesi için mahkemeye başvurma hakkını düzenleyen İHAS m.5/4 hükmünün; “Habeas Corpus” ilkesinden hareketle, haksız tutuklamaları önleyen ve sanığın derhal hakim huzuruna çıkarılmasını gerektiren güvence niteliği taşıdığı tartışmasızdır. Bu evrensel güvence, tutuklu kişilere tutukluluklarının adli incelemeye tabi tutulması için etkin başvuru hakkı tanımaktadır. Bireyin özgürlüğünden yoksun bırakılmasını haklı kılan gerekçeler ilerleyen süreçte değişebileceği için, İHAS m.5/4’de öngörülen denetimle bu gerekçelerin geçerliliğini sorgulanmalı ve bu amaçla mahkemeye başvuru yolu da açık tutulmalıdır.

İHAM İkinci Dairesi’nin 13.10.2009 tarihli ve 2004/6194 numaralı Engin - Türkiye kararına konu olayda; ilk derece mahkemeleri yargılama boyunca başvurucunun tutukluluk halini her duruşma sonunda, re’sen (gerek görmeleri halinde) ya da başvurucunun talebi üzerine incelemiş, ancak delillerin durumu ve dava dosyası içeriğini dikkate alarak tutukluluğun devamına karar vermiştir. Başvuru tarihi itibariyle 11 yıl 2 ay tutuklu bulunan başvurucu, İHAS m.5/3 uyarınca tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir[2].

Hükümet; başvurucunun tutukluluk halinin devamına itiraz etmediğini ileri sürerek, İHAS m.35/1 uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazında bulunmuştur. Başvurucu ise, “etkisiz” olacağını düşündüğü için itiraz yoluna başvurmadığını ifade etmiştir. Bu hususta İHAM; Yerel Mahkemenin başvurucunun uzun sürdüğünü iddia ettiği tutukluluk halini sona erdirme ve iddia edilen Sözleşme ihlalini önleme veya telafi etme imkanı bulunduğuna, ancak itiraz usulünün, erişilebilirlikten ve etkinlikten uzak olduğuna işaret etmiştir[3].

Bu koşullar altında İHAM, başvuru tarihi itibariyle yargılaması halen devam eden başvurucunun, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini tespit etmiştir. Ancak, bu ihlale son verilebilmesi ve adaletin işletilebilmesi için, en uygun yolun devam eden yargılamanın mümkün olan en ivedi şekilde sonuçlandırılması ve/veya başvurucunun sözkonusu yargılamada karar verilinceye kadar tahliye edilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir.

Gerek İHAS m.5/4 ve Anayasa m.19/8 ile CMK m.108’de amaçlanan, bireyin tutukluluk halinin incelenmesi ve tutuklama şartlarının mevcut olmadığının anlaşılması üzerine kişinin salıverilmesinin sağlanmasıdır. Bu amaca hizmet edecek her incelemenin, tutuklama tedbirinin Kanunda öngörülen şartları taşıyıp taşımadığını somut gerekçelerle ortaya koyması ve itiraza tabi olsun veya olmasın, birey hürriyetine yeterli önceliği tanıması gerekmektedir.

Weeks - Birleşik Krallık kararında belirtildiği üzere; İHAS m.5/4’ün koruduğu amaç çerçevesinde tutuklunun başvurabileceği “mahkeme”, ülkenin standart yargı mekanizmasıyla bütünleşmiş klasik anlamda bir mahkeme olmak zorunda değildir (paragraf 61). Ancak sözkonusu mahkemenin, usule ilişkin bazı güvenceleri sağlayan ve “adli nitelik” taşıyan bir organ olması da şarttır.

Çatal - Türkiye ve Altınok - Türkiye kararlarında işaret edildiği üzere; İHAS m.5/4, tutuklunun, tutukluluk süresinin uzatılması kararına karşı her itirazında duruşma yapılmasını gerektirmeyecektir. Ancak tutuklunun, duruşma hakkından makul aralıklarla faydalanması sağlanmalıdır.

CMK m.105/1’e göre; “103 ve 104 üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verilir.Duruşma dışında bu karar verilirken cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir”. Bu hükme göre, CMK m.108/1 uyarınca otuzar gün süre ile yapılan ara incelemenin, tutukluluğun devamına veya sanığın tahliyesine duruşma dışında karar verilebilen ek tutukluluk incelemesi usulü olduğu vurgulanabilir.

CMK m.108 uyarınca yapılan ara tutukluluk incelemesinin; CMK m.104/1’de öngörülen “soruşturma ve kovuşturma evresinin her aşamasında” ileri sürülen salıverilme talebinden, davanın esasına etkisi bakımından hiçbir farkı yoktur. Her iki incelemede de; kuvvetli suç şüphesinin varlığı, delilleri karartma (yok etme, gizleme ve değiştirme) veya kaçma şüphesinin bulunup bulunmadığı veya adli kontrol tedbirlerinin yeterli görülüp görülmediği hususlarında, tutukluluğun devamını gerektirecek somut şartlara ilişkin değerlendirme yapılmaktadır. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasında, Anayasa Mahkemesi’nce “konu” bakımından yetkisizlikle İHAS m.5/4 kapsamında tutulmayan CMK m.108 incelemesinin, hürriyeti kısıtlanan bireye Anayasa m.19/8 ile tanınan “yargı merciine itiraz edebilme” hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatine nasıl ulaşılmaktadır?

Yerel mahkemece re’sen yapılan incelemenin; duruşmasız olması dolayısıyla çelişmeli yargılama ve silahların eşitliği ilkelerini ihlal edip etmediği tartışması bir yana, birey hürriyeti ile korunan hukuki yararlara ters düşecek şekilde nasıl bireysel başvuru konusu yapılamayacağının hiçbir izahı yoktur. Anayasa m.19/8’de öngörülen başvuru usulünün, ara tutukluluk incelemelerini değerlendirme dışı bıraktığını kabul eden bu “dar” yorumun, birey hürriyetini yetersiz gerekçeyle kısıtladığı ortadadır.

Ara tutukluluk incelemeleri neticesinde verilen yerel mahkeme kararlarının itiraza tabi olup olmadığı hususu; CMK m.105 uyarınca yapılacak itirazla, elbette tutukluluk gerekçelerinin ikinci derecede bir yargı mercii tarafından denetlenmesi ve İHAS m.5/4 ile korunan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına getirilen sınırlamanın ortadan kaldırılabilmesi bakımından işlevsel etkiye sahiptir. Ancak itiraza tabi olsun veya olmasın, tutukluluğa ilişkin incelemelerde; birey hürriyetine özgülenen güvenceleri aynı derecede tanınmalı ve birey lehine öngörülen başvuru usullerinde fark gözetilmemeli, yani soruşturma evresinde, duruşmada veya aylık yapılan tüm tutukluluk incelemelerinde ve bunlara yapılan itirazlar ile itirazın reddi kararlarına karşı işletilecek olağanüstü kanun yollarında eşit başvuru koşulu kabul edilmeli ve bu kapsamda aylık incelemelere yapılacak itirazlara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu kapatılmamalıdır.



---------------------
[1]
 Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29.03.2011 tarihli, 2011/3-49 E. ve 2011/28 K. sayılı kararı.

[2] Karara konu olayda başvurucu, 765 sayılı TCK m.146/1 uyarınca Anayasal düzeni bozmaya teşebbüsle suçlanmış ve 1997 yılında gözaltına alınarak tutuklanmıştır. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 2001 yılında mahkum edilen başvurucu ölüm cezası ile cezalandırılmış, ancak Yargıtay, Derece Mahkemesinin kararını 2002 yılında bozmuştur. İstanbul DGM 2003 yılında başvurucuyu ikinci kez aynı suçtan mahkum etmiş, ancak Yargıtay mahkumiyet kararını 2004 yılında tekrar bozmuştur. 5190 sayılı ve 16 Haziran 2004 tarihli Kanunla devlet güvenlik mahkemeleri kaldırıldıktan sonra, başvurucunun dosyası İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir.

[3] 41964/98 başvuru numaralı Cennet Ayhan ve Mehmet Salih Ayhan - Türkiye kararında belirtildiği üzere; başvurucunun, uygun veya etkili olmayan çarelere başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır.


Kaynak: 
haber7.com